Yaz Kabak Çiçekleri İle Başlar

Konu : Gastronomi

Yıllar öncesi günlerden bir yaz günü, Ege’nin sakin bir kıyı köyüne düşürmüştüm yolumu.

Yıllar öncesi günlerden bir yaz günü, Ege’nin sakin bir kıyı köyüne düşürmüştüm yolumu. Yol dediysem yolda olmanın farkındalığı filan değildi, düpedüz alıştığım her şeyden bir süre uzaklaşmaktı derdim. Sanırım kendime dönebilmenin bana uyan bir yöntemini bulabilmekti asıl kaygım. Geçmiş zamanı tahlil etmeye kalkınca objektif olamadığımızı fark etmek yoruyor.   

O eski yıllarda resim yapıyordum, resim yapıp birkaç satır yazabilmek için tüm ezberlerimi bozup yalnızlığın o eşsiz biricikliğiyle baş başa kalabilmek için gitmiştim o kıyıcığa. Birileri çok yıllar önce kulağıma fısıldamıştı sen o kıyıda doğdun diye. Doğmak! Doğmanın bin bir halinden payıma düşeni kucaklamak istercesine sırtımda şövalem, tuvallerim ve birkaç parça kitabımla yürüyordum.  Dar patikanın sağı solu kabak çiçekleriyle dolu. Ne çok kabak ekmişler herhalde kabağı çok seviyorlar diye iç geçirdiğimi hatırlıyorum. Kabağın dal ve yaprakları yayılmayı pek sever, patikaya kadar yayıldığı için dikenimsi yaprakları ayaklarımı kaşındırmıştı. Patikanın sonunda deniz nihayet görünmüştü. Kan ter içinde bulmuştum kalacağım salaş köy evini.  

Önümde Ege’nin tuzlu maviliği, verandada en rahatından ahşap kenarlıklı sallanan eski bir koltuk ve birinci önceliğim resim yapmakmış gibi çarçabuk açtığım resim malzemelerimin tanıdık sıcaklığı… Yol yorgunu bedenimi koltuğun ucuna iliştirip renksiz boş tuvale bomboş bakan ben! Fotoğraf bu.  Kısaca ruhun yeni ortama henüz uyumlanmamış hali! 

Nasıl uyumlansın ruh, küçük kasetçalarda Zbigniew’in üç renginden mavisi dönmekte.  Üstelik sürekli mantra gibi sayısız kereler… 

Kafamdaki renklerle bir türlü buluşamayan fırçalarıma isteksizce göz süzerken, bir yandan balıktan dönen balıkçıları göz hapsinde tutuyorum. Olur’a belki bu ilk günkü nevaleme iki tek kaya barbunu düşer! Tam da yemek saati, etraftan yemek kokuları geliyor. Derken yaprak hışırtıları duyuyorum yan taraftaki sebze bahçesinden. Elindeki küçük tencereyi kutsal emanet gibi taşıyan yaşlıca köylü bir teyze yavaş adımlarla bana doğru geliyor. 

Yaşlı kadın tencereyi ellerime bırakır bırakmaz kendini verandanın yer yüksekliğindeki merdivenine bırakıveriyor. “Of butlarım ayaklarım of” diyerek ağrılı baldırlarını ovarken; “ben bu senin oturduğun evin koca anasıyım, sana çiçek dolması getiriverdim hoş gelmişsin kızım, hadi ılıkken ye” deyiveriyor. 

Tencerenin kapağını açmamla ortalığı tarifi imkânsız bir koku sarıyor. İşte o gün bu gündür, kabak çiçekleri hem yaptığım resimlere yansıdı hem de defalarca pişirdiğim kabak çiçekli dolmalara, mücverlere, omletlere, salatalara ve daha nicelerine. Kabak benim için tadından öte bir tutkuyla hiçlik tadından varlık bütünlüğüne geçişi simgeler. O köydeki ruhumu onaran çiçek dolmalarından bu yana, kabak çiçekleri hayat veren güneştir de…    

Yazının devamı