Kadim Zeytin Ağacı

Bazen bulunduğun noktaya neden daha önce varamadığını düşünür, sorgularsın.

Bazen bulunduğun noktaya neden daha önce varamadığını düşünür, sorgularsın."Keşke!" dersin; on yıl önce yapsaydım, başlasaydım, gelseydim…

Hayatta her şeyin bir sırası var ve bu sıralamaya biz karar veremiyoruz. Vardığımız noktaya gelebilmek için bilinç dışı bir şekilde hazırlık yapıyoruz aslında. Bilgi-tecrube-olgunluk, olmamız gereken noktaya varabilmek için bilinç dışı yükleniyor bize. Belki de ‘hayırlısı neyse o olsun’un tanımı da bu oluyor.

Ben, bulunduğum noktaya on yıl önce varabilseydim hayatım nasıl şekillenirdi diyenlerdenim. Şu an yaptıklarıma on yıl önce başlayabilseydim kim bilir nasıl olurdu merakı içindeyim. Ancak her şeyin bir zamanı var; bunu da öğrenenlerdenim. En basitinden on yıl önce bugün karşılaşıp, hayatıma yön veren insanlarla tanışabilecek miydim? On yıl önce yapmaya başladığım hataları fark etmem bunca zaman almış, henüz tazeyken o hatalarla nasıl baş edecektim.

On yıl önce sadece yazları deniziyle ilgilendiğim Edremit Körfezi'nde, başımı Kaz Dağları'na doğru çevirdim. Uçsuz bucaksız zeytin ağaçlarıyla çevrili İda'ya. Doğup büyüdüğüm İstanbul'dan, sürekli yenilgiye uğrayıp başaramadığım oyunculuktan, mesleğin kimi insanlarının iki yüzlülüğünden yılıp, körfezin sonbaharına, kışına, ilkbaharına kaçtım. Kaz Dağları'nın her mevsim renk değişimine şahit olmak huzur verici hala. Yaz-kış değişmeyen, hep yeşil kalan, bıraksan binlerce yıl orada aynı yeşillikle kalacak olan kadim zeytin ağacının gölgesinde vakit geçirebilmek ise tam bir lütuf. Bana bunu lütuf ettiği için Allah'a şükürler olsun.

Yıllar önce kadim zeytin ağacıyla tanışmamdan bu yana hala onu öğrenmeye, binlerce yıllık tecrübesini anlamaya çalışıyorum.

Kaz Dağları'nın eteklerindeki Kızılkeçili Köyü'nde babamın otuz yıl önce aldığı, evleklerinin taş duvarlarını elleriyle yapıp yetiştirdiği yirmi yedi zeytin ağacı, bugün hayatımın daha anlamlı olmasını sağladı. Gençken annemin ve babamın zeytin zamanı Kızılkeçili'deki çabalarını umursamazdım. Şimdi ise hasat zamanının keyfini hiçbir şeye değişmem. Beni zeytin ağacıyla tanıştıran bu vesile ile annem ve babamdır aslında. Allah onlardan razı olsun.

Hasat zamanı önce yeşil zeytinleri toplar, onlardan kırma zeytinlerimizi yapar; bir iki ay sonra kalan zeytinleri toplamaya koyulurduk. Henüz hasat makinaları yok, alır elime sırığı öyle toplamaya çalışır, kimi zaman da inatlaşırdım zeytin ağacıyla, dalında kalan son zeytini de alabilmek için. Sonra kadim zeytin ağacı ona şefkatle yaklaşmam gerektiğini, aksi takdirde meyvesinden mahrum bırakacağını ve sabretmem gerektiğini öğretti bana.

O çalışmanın akşamında yemeğin hazzı, uykunun keyfi bir başka olurdu. Zeytin ağacı tek bir zerresini bizden esirgemez. Budama zamanından kalma odunlarla yanan sobanın üstünde fokurdayan çayın tadı da, hala hafızamda.

Önceleri gelenekselin büyüsüne kapıldım. Köylünün bilgisine, tecrübesine saygı duyarım her daim; onlardan öğrenecek çok şeyimiz var. Bazen de  geleneksel olandan vazgeçmek gerekir. Birkaç gün toplayıp biriktirdiğimiz zeytinleri taş baskı zeytinyağı fabrikalarına götürür, bazen günlerce sıranın bize gelmesini beklerdik. Taş değirmende saatlerce ezilip hamur olan zeytinler, gavatacı tarafından torbacının torbalarına dökülür, ustalar mengeneler aracılığıyla çuvalları sıkar, yağ açıktan havuzlara dökülürdü. Önceleri heyecanla izlerdim, şimdi ise artık miadı dolmuş, zeytinyağını katleden bir sistem olduğunu bilmenin ve buna rağmen hala ısrarla bu hatanın tekrar edildiğini görmenin üzüntüsü içindeyim. O zamanlar içime çektiğim mis gibi zeytin kokusunun, aslında zeytinyağında tutulamayan polifenoller olduğunu şimdiki tecrübemle öğrendim.

Hasata hep aralık ayında başlardık. "Zeytin soğuk yemeli, böylece asiti düşer randımanı artar derdi" köylüler. Zeytinde yağlanmanın kasım ayında yavaşladığını, zeytindeki suyun çekilmesiyle randımanın çokmuş gibi göründüğünü ben anlatıyorum şimdi komşularıma.

Hasat sabahı soğuk bir odaya kalkıp hazırlanmak bile keyifliydi. Edremit Körfezi'nde bu zamanlar mandalina zamanı. Meşhur havran mandalinası... Zeytin hasadına bir de turuncu hasat eklenirdi .Yan bahçede, arada götürdüğümüz kontini fabrikalarda çıkan yağlar gibi, sarı sarı parlayan mandalinalar o yorgunlukla öylesine lezzetli ve serinletici olurdu ki, bir tane daha derken bakmışsın onlarca mandalina yemişsin.

Kontini fabrikalarda yüksek sıcaklıklarda sıkılan zeytinler, onca eziyete rağmen içinde kalan son nefasetiyle zeytinyağına dönüşür, fabrikayı saran kokusuyla yüzümüzde bir tebessüme sebep olurdu. Bunun nedenin zeytinyağının içinde bulunan antioksidanların serotonin hormonu salgılanmasına sebep olduğunu bugünlerde aldığım eğitimle öğrendim.

Sözün özü; yaşadığım bu tecrübeler beni kadim zeytin ağacı hakkında daha fazla bilgi edinmeye, zeytin tarımı hakkında eğitim almaya zorladı. Öncesinde Edremit Meslek Yüksek Okulu'nda Mücahit Kıvrak Hoca'mdan aldığım kursu yeterli görmeyip, şimdi aynı okulda öğrenci olarak zeytini öğrenmeye devam ediyorum.

Kaliteli bir zeytinyağına erişmenin yolunun kadim zeytin ağacını her aşamada mutlu etmek olduğunu biliyorum. Hastalıklardan ve zararlılardan gerekli dozlarda müdahalelerle zeytin ağacını korumak, alamadığı elementleri toprağını zenginleştirerek ona vermek gerektiğini, her yıl düzenli olarak budamanın onu nasıl stresten uzaklaştırdığını, hasat zamanı onu hırpalamadan nazikçe meyvesini almayı, vakit kaybetmeden doğru şartlar ve tekniklerle işleyerek kaliteli zeytin ve zeytinyağına ulaşmak gerektiğini, öğrenmem gereken zaman şu anmış. Ne erken ne de daha geç, tam da şu an.

Bütün bu bilgi ve tecrübeler bana yeni kapılar açıyor, yeni insanları tanımama vesile oluyor, yeni ortaklıklar kurduruyor, doğayı her zerresiyle ezberletiyor, beni hiç zorlanmadığım kadar zorluyor, bir anımı bile boş bırakmıyor.

Kadim zeytin ağacı bana her gün yeni şeyler öğretiyor. Ve ne mutlu ki bu hiç bitmeyecek…

Görseller:

Yazara aittir, izinsiz kullanılamaz.