Hangi Su İçilmeli?

İçtiğimiz suyun lezzet özelliklerinden öte sağlıklı bir kaynaktan gelip gelmediği en önemli gerçeklik olması gerekirken nedense önceliği yumuşaklık, lezzet ve hatta cam şişe görüntüsüne veriyoruz.

İçtiğimiz suyun lezzet özelliklerinden öte sağlıklı bir kaynaktan gelip gelmediği en önemli gerçeklik olması gerekirken nedense önceliği yumuşaklık, lezzet ve hatta cam şişe görüntüsüne veriyoruz. Oysa çok iyi biliyoruz ki suyun sertliğini giderirken tat ilavesi yapmak son derece kolay ve uygulanabilir bir yöntem. Kaba ve sert bir suya bile yumuşaklık ve lezzet sağlayan kimyevi ilaveler ortalıkta cirit atıyor. Aramamız gereken asıl özellik suyun geldiği sağlıklı coğrafi kaynak olup olmadığıyken, bizler dış görüntü peşindeki estetisyenler gibiyiz.

Geçenlerde içilebilir suyun özellikleri, pH değerleri kalitesi ve tadı konusunda sosyal platformlardan birinde ilginç bir tartışmaya tanık oldum. Okuduklarımdan edindiğim izlenimler üzerine uzaydan gelip yaşadığım topraklara yabancı olduğuma karar verdim.

İnsanlar ne zaman bu kadar hazıra konar oldular, olduk? Büyük çoğunluk şişe suyu markası peşinde. Hangi markayı alıp içelim rahatlayıp kendimizden geçelim. Olur! Armut piş ağzıma düş ötesi bir kolaycılık içine düşmüşüz, haberim yok. Pek çoklarına göre içilecek suyun şeker gibi tatlı yumuşacık olması sağlıklı bir kaynaktan geliyor olmasından çok daha önemliymiş, bunu anladım! Ah o canım çevreciler, ekolojist kardeşlerim boşuna uğraşıyorsunuz. Boşuna yazıp çiziyor, beyhude debeleniyoruz.

Oysa içtiğimiz suyun kriterlerini bilmek için akademisyen olmak gerekmiyor. Şu akılcıklarımızı birazcık çalıştırıp araştırsak, içilecek kalitedeki suların hangi bölgelerden, hangi kaynak ve markalarla bütünleştiğini keşfedebiliriz.  Su kaynağının bulunduğu bölge, suda asla olmaması gereken biyolojik, kimyasal ve radyolojik değerler ile suyun içinde mutlaka olması beklenen minerallerle suyun pH'ını öğrenmek sağlıklı suya ulaşabilmemiz için öncelikli gereklilik. 

Türkiye'de Sağlık Bakanlığı ambalajlı suları ‘doğal mineralli kaynak suyu', ‘doğal kaynak suyu' ve ‘içme suyu' olmak üzere üç kategoride ruhsatlandırıyor. Bunların ötesinde her şişelenmiş suyun çıktığı bölge kaynağı, kimyevi değerleri şişenin – damacananın üzerinde mutlaka belirtilmiş olması isteniyor. Doğru uygulanıyor mu tartışılır.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 2016 yılı verilerine göre 'Türkiye Çevre Sorunları ve Öncelikleri Değerlendirme Raporu'nda Türkiye’nin en önemli çevre sorununun su kirliliği olduğu açıkça belirtiliyor. Bu rapora göre 81 ilden toplanan bütün veriler, Türkiye’de 30 ilde su kirliliğinin çok büyük sorun olduğu öne çıkıyor. Bu illerde bulunan 158 yerüstü su kaynağında yapılan kalite kontrolünde 33 noktada suyun kirli, 52 noktada ise çok kirli olduğu tespit edilmiş. Sadece 15 ilden 67 yeraltı kaynağına ait verileri içeren rapor bu kaynaklardan 46 adedinin iyi kalitede, 21 adedinin ise zayıf kalitede olduğunu belirtmekte.

Ayrıca rapora göre yerüstü sularını kirleten başlıca etkenler evsel atık sular ile zirai ilaç-gübre kullanımı olduğu öne çıkıyor. Yeraltı sularının kirleten temel etkenler ise sırasıyla zirai ilaç - gübre kullanımı, hayvan yetiştiriciliği ve evsel atık sular olarak geçiyor. Bu raporun güvenirliği konusunda pek çok yorum yapılabilir. Örneğin; niçin sanayi kirleticilerden söz edilmiyor? Son yıllarda çığ gibi büyüyen maden şirketlerinin bu kirleticilikte hiç mi suçu yok? Siyanür havuzlarının taşarak yer altı sularına sızmasıyla insan sağlığına verdiği zararı nasıl görmezden gelebiliriz! Yine giderek hücreleşen endüstriyel jeotermal ağının hava, su ve toprağa verdiği zararları konuşmaktan sakınırsak nasıl bir doğru rapor hazırlamış oluruz…

En başa dönüp “hangi suyu içmeliyiz” sorusuyla baş başa kaldığımızda kör dövüşünden çıkıp bilimsel olduğuna güvendiğimiz verilerin ışığında hareket etmekten başka çaremiz kalmıyor.

Kaz Dağı gibi cennet bir coğrafyada orman içinde yürürken aniden karşınıza filanca maden şirketi levhasıyla karşılaşıyorsunuz. Ağaçlar kesilip maden ocağına gayet düzgün yol açılmış. Az daha ilerliyorsunuz bir levha ile daha karşılaşıyorsunuz: “Maden sahasına giriş yasak ve tehlikelidir”, oysa Kaz Dağı binlerce pınarı olan içilebilir doğal sularıyla ünlü yegâne yaşam cennetidir. Tüm orman adım başı pınar diye tabir edilen çeşmeler ve şelalelerle donatılmıştır. Ormanın hafızasıdır o çeşmeler, çobanın, köylünün belleğidir, çevresel kültürünün bir parçasıdır. Madenlerin o güzelim sulara nasıl bir etki yaptığını bilmek için mucit olmaya gerek yok. İnsanlar hala arabalarıyla gelip şifalı su diye bidonlar dolusu su taşıyorlar evlerine. Az ötedeki maden ocağını, siyanür havuzunu görmezden geliyorlar! Akıl tutulması denen şey bu olsa gerek.

Gerçekten, hangi suyu içeceğiz? Sanayi bölgelerinin yoğunlaştığı yerlerinkini mi, aşırı hayvancılık ve tarımın yapıldığı bölgelerinkini mi, maden şirketlerinin konuşlandığı dağlarınkini mi hangi suyu? Belki şu soru daha mühim; ülkemizde temiz doğal kaynak suyu kaldı mı?

 

Görseller:

Yazara aittir, izinsiz kullanılamaz.