Tatlı Tuzlu Haller

Konu : Gastronomi

Tel kadayıf yemeyeli yıllar oldu.

Tel kadayıf yemeyeli yıllar oldu.

Keza revani, tulumba, baklava, Kemalpaşa tatlısı, un ve irmik helvaları, sütlü tatlılar ve kremalı pastaları da yemeyeli çok oldu. Şekeri hayatımdan çıkardığımdan beri hepsine hasret bir yaşamım var. Evde pişirmediğim gibi dışarıda da başımı çevirdiğim tatlar bunlar. Lakin bazen öyle bir an geliyor ki, kırk yıllık sevdiğim bir arkadaşımı görmüş gibi içim bir tuhaf oluyor tatlı görünce. O, yani bugün bir postta tesadüfen gördüğüm kadayıf tepsisi fotoğrafı bellek kayıtlarımı tarumar etti. Hey Allahım… 

Tatlı hazretleri hani sen hayatımda yoktun, hani sensizliği seçmiştim uzuncadır! Sosyal ağlar yeme içme deryası mübarek, tatlı ve pastaların her türlüsü istemesen de her dönemeçte bir tık ötede karşına çıkıyor!

Yok kardeşim, tuhaf kuru meyveler, çer çöp faydalı (!) atıştırmalıklar filan insanın alıştığı tatlıların yerini tutmuyor. Genlerimize işlemiş bir lezzet belleğimiz var. Annemin, çocukluğumda kızartıp üzerine tereyağı gezdirdiği cevizli kadayıfın tadını nasıl unutayım. Yazarken bile ağzımın suyu akıyor valla! Hele ağızda dilinizle ezip lezzetine ulaştığınız gerçek Kemalpaşa peynir tatlıları, kalbura bastılar, ev baklavaları… Çok yer miydik? Hayır. En fazla bir iki çatal alır çekilirdik kenara çünkü eski zamanlarda tatlı sofrada yemek üstü ağız tatlılığı niyetine hep beraberken yenirdi. İstesek de çok fazla yiyemezdik. 

Hani şimdi yeni annelerin bazıları çocuklarına tüm şekerli şeyleri yedirmemek üzere bir beslenme programı uyguluyor. İki üç yaşına bilemedim beş yaşına kadar çocuğuna hiç tatlı bir gıda tattırmıyor ki çocuğun ağzı o tada alışmasın! İyi de, çocuk sosyal hayata başlayıp okulda arkadaşının yediği janjanlı ambalajlı şekerlemelerle çikolatayla tanışınca ne olacak?

Çok sevdiğim bir yakınım bebeğine üç yaşına kadar hiç şekerli gıda yedirmedi. Sonra bir gün misafir olarak gittikleri yerde başka diğer çocuklarla aynı ortamda oynarlarken ev sahibi hepsine dondurma ikram ediyor. Annesinin bilgisi dışında yaşanan bu olay karşısında çocuk koşarak gelip adeta “bana bu güzel şeyi neden yedirmedin” der gibi öyle bir hayret ve şaşkınlıkla bakıyor ki annesine, çocuğunu bu tattan uzak tuttuğu için kadının yüreği parçalanıyor.

İnsan denilen varlık pek çok şeyde olduğu gibi yiyecek ihtiyacını da kendisi deneyerek oluşturmalı evet, evet de küçük bir dokunuş ve yönlendirmenin kimseye zararı olmaz. 

İçine doğduğumuz ortamın mutfak alışkanlıkları bütün bir ömrü etkiliyor bu kesin. Bizim evde tatlı tepsisi eksik olmazdı, hamur kömürsüz doymazdık sanki. Niye? Çünkü annem de babam da öyle görmüşler, öyle alışmışlardı. Onların ana babaları da kendi mutfak kültürlerini onlara aktarmışlardı. Ebeveynler beslenme alışkanlıklarını kendi görüp bildikleri şekilde ve belki biraz daha çağa uyan yeniliklerle oluşturuyorlar, hepsi bu.

Yeni nesil ebeveynlerin bazılarını eski geleneksel tarzlardan ayırmalı. Dünyanın kültürel alışverişe açık olduğu çağımızda geleneksellik her ne kadar korunmaya çalışılsa da, besin değerleri üzerine oluşturulan yeni mutfaklar eski mutfakları müzelere hapsetmeye çoktan namzet! Bu işlere kafa yoran çoğu kişi bir büyük kâse salata ve sebze, et yiyip karın doyurmak varken bir porsiyon tatlı yemeyi tercih etmiyor artık. Çok çetrefilli işler bunlar. Sosyal platformların, basılı ve sözel yayınların, gastronomi programlarının en başat konusu hep gırtlak... Gırtlaktan öte yol yok. 

Eski mutfakların yağlı unlu ağır şuruplu tatlı ve tuzluları o günlerin ağır yaşam şartlarına denk düşen kalori bombalarıymış. Bugünün kentli insanı her işini makinelerle yapıyor, aldığı kaloriyle yaktığını dengelemek zorunda… Balkan göçmeni yedi çocuklu bir komşu teyzemiz vardı. Vakti zamanında ailesiyle nasıl bir çocukluk geçirdiğini, gelin olup gittiği köydeki yaşamını anlatırdı. Ben de ağzım sulanarak dinlerdim onun anlattığı Arnavut böreklerini, tatlılarını, biberli ekşimiklerini…  

Bahar ve yaz aylarında tarlalarımızda iş güç fazla olurdu diye anlatırdı. “Gündüzleri tarladayız tee akşama kadar. Sabah aceleyle bir süt çorbası ya da tarhana vururduk ateşe. Ev halkını yediden yetmişe doyurur tarlaya yola çıkardık. Yanımıza azık olarak peynir zeytin domates, biber, yağlı salça filan alırdık. Ekmeğimizi kendimiz yaptığımız için kocaman meydan ekmeği de götürürdük. Bir dilim bile kalmazdı geriye, açık havada çalışıyoruz yediğimizi yakıyoruz, gençlik de var tabi. Tarlamızda taze soğan sarımsak marul filan hep vardı, koparıp ayıklar salata yapardık. Genellikle ıspanak pazı pırasamız bol olurdu. Hemen biraz toplardım çünkü dönüşte akşam yemeği için bir kaşık yemek olmazdı evde. Eh o saatten sonra uzun uzun et pişir tavuk yol, tatlısı tuzlu çok çeşitle uğraşamazdık çünkü tek bir ocağımız vardı. Bir de bahçede çamur ve samandan ördüğümüz odun fırınımız vardı. Ekmek, börek, çörek, kapama et, tatlı ne varsa hep o fırında pişerdi. Tarladan eve dönünce elimi yüzümü yıkayıp hemen koca bir topan hamur tutardım. Kaynanam da bahçedeki fırınımızı yakardı.

Topladığım ne varsa; ıspanak, pazı, pırasayı yıkar incecik kıyıp, biraz da ekşimik koyup börek içi hazırlardım. Tepsilerimiz şimdiki gibi küçük değildi, sini dediğimiz çok büyük meydan tepsilerimiz vardı. Onun dolusu kol böreği sarardım aceleyle. Bir an önce fırına atardım ki acıkan çoluk çocuğu fazla bekletmeyelim. Gebe halimle çok yufka açtım karnım burnumda çok tarlaya gittim. Fırından çıkan börek tepsisini olduğu gibi sofraya getirirdik. Hemen böreğin göbek kısmını elimizle parçalayıp yoğurt ayran tası için yer açardık ortaya. Çoluk çocuk çala kaşık girişirdik börek ayrana…”

Tamam, suçluyu buldum! 

Tatlıdan başlayıp tuzlu böreklerle yol alırken suçluyu da yakaladım. Bütün suç hareketsizlikte, öyle yürüyüşe çıkmak filan yetmiyor tarla dolusu mahsul toplamak için eğilip kalkmak gerek. Artık spor salonları da pandemiden dolayı tehlikeli zaten! Oh nihayet rahatladım; suçlu hareketsizlikmiş meğer! 

Nihayetinde bir küçük tabak cevizli kadayıfı hak etmiş olabilirim.   

Görseller:

Yazara aittir, izinsiz kullanılamaz.