Açgözlülük, Tamah, İki Yüzlülük, İşgüzarlık, Yarışma Hastalığı, Riya, Kıskançlık ve Patavatsızlık

Yazar : Berk YÜKSEL
Konu : Felsefe

Yazının başlığında yer alan tüm bu olumsuz özellikler insanı insandan çıkarıp insan görünümünde bir hilkat garibesi haline getirmektedir.

“Ne kadar yersen ye, ne kadar alırsan al içindeki o derin boşluğu asla ama asla dolduramazsın…”

 

Yazının başlığında yer alan tüm bu olumsuz özellikler insanı insandan çıkarıp insan görünümünde bir hilkat garibesi haline getirmektedir. Küçük kazanımları bile ihtirasla edinme eğilimi olan açgözlülük yaşarken kendini öldürmek demektir. Yarışma ise yakınları ile aile ile çevre ile esas olarak maddi yönden delice rekabet etmek, kopya yaşamlar peşinde koşmak ve hayatı ıskalamaktır. “Benim neyim eksik, ben de…” zırlaşık söylemi yarışmacı için hayatının mottosudur. Entelektüel rekabet yüzeysel insanımsının tercihi değildir. Tüm bu sıfatlara haiz insan suretlilerin yaşamları çoğu zaman ellerinde bir hiç kalarak ve çok daha aza muhtaç olarak son nefeslerini vermeleri ile sonlanır.

 

Kronik açlıktan muzdarip doyumsuz tipler mala, mülke doymak bilmezler. “Sahip oldukların zamanla sana sahip olurlar.” söylemini idrak edemezler. Açgözlü, gözü doymaz, haris ve ikiyüzlüdürler. Başlıktaki tüm özellikler çok nadir olarak aynı bünyede yer işgal eder. Ancak tüm bu niteliklere haiz insanımsılar da maalesef oksijenimize ortak olmaktadırlar.

 

Hiç bir zaman elinde bulunanla yetinmemek, biraz daha fazla para kazanabilmek uğruna hayâsızca yaşamak, Allah’ı para olan bu kitle için vazgeçilmezdir. İnsanın yapısındaki bitmek tükenmek bilmeyen daha fazlasına sahip olma isteğinin sonu yoktur ve bu yolda kaybolan, fasit daireler çizen insancık sayısı da hiç de azımsanmayacak kadardır. Bu duyguların etkisinde kalanlar hiçbir zaman rahat edemezler, mutlu olamazlar, yakınlarını kemirirler, kendi kendilerini içten içe yerler ve hem kendilerine hem de çevrelerine büyük zarar verirler.

 

Kafasız kafalar asla düşünceler, hatta olaylarla ilgilenmezler; seviyeleri şahıslardır. Diğerlerini konuşmaktan, onlarla yarışmaktan bıkmazlar. Gösteriş budalalığı en temel özellikleridir. Başkalarının yaşam biçimlerine göre yaşarlar. Kendilerine özgün düşünce ve eylem sistematikleri mevcut değildir. Ortamların havasını bozan uyuşuk beyinlinin “benim oğlum/kızım/eşim şöyledir, böyledir” zırvalamaları geneldir. Aynı zamanda görgüden de nasibini almamış bu şahsiyetler müstehzi(alaycı) bir gülümseme ile mal varlığını, evinin ne kadar ettiğini, ne kadar kazandığını, Amerika’da okuyan çocuğunun hikâyelerini, tatillerinin hikâyelerini, oğlunun maaşını, kızının okul derecesini, eşinin işini hiç sormayanlara ve hiç ilgilenmeyen kimselere de ballandıra ballandıra anlatmaktır. Egosal hazzın doruklarında gezdiğini zanneden minik beyincikler bu zırvalarla çevresini rahatsız eder. Elbette kendi ile ilgili anlatacak bir mevzuu yoktur; ağrısı, sızısı, bedbaht hayatı ve hiç bitmeyen söylenme hastalığı dışında. Sürekli hayatından, yaşadıklarından şikâyet etmek yapılabilecek en aptalca şeydir. Ya bir şeyler yapmalıdır insan ya da çenesini kapatıp oturmalıdır. Kendini mutsuzluğa ve doyumsuzluğa gark etmiş (boğmuş) bu acınasılar muhataplarını sömürüp, posasını atarlar. Enerji vampirleri de denen bu güruh, plastik leğende kısır hazırlayıp insanda iştah bırakmayanlar gibi yaşama keyfini, insandaki pozitif enerjiyi sömürerek beslenirler.

 

Üstüne vazife olmayan her şeye kendi kıt aklına göre burnunu sokabilenler, “ben şuradan giyiniyorum” diye gezenler, “görmemişin oğlu olmuş tutmuş bir tarafını koparmış” misali her şeyi ama her şeyi aşırı derecede abartabilenler, bunları hata olarak görmeyip üstelik bir de millete bu ezber yaşam tarzını satmaya çalışan bu kişiliği oturmamış kabile yaşamı temsilcisi insancıklar yukarıdaki sıfatlardan dilediklerini alınlarına yazıp gezebilirler.

 

Tamah, aslında yokluğa açılan penceredir. Beynin doyma merkezinden aldığı darbe ile olmayan beyinlerinde ciddi hasar oluşmuş kişilerde çokça görülür. Aç gözlülük ve gözü doymazlıktır. Riya ise sahtekârlık, iki yüzlülük, nabza göre şerbet vermektir. Yapmacık, ikiyüzlü arkadan konuşan aklı eksiğin yaşam stilidir. Onun katiyetle samimi olmayan sözde gülen sinsi yüzü, sakladığı yılandilinin maskesidir. Hazımsızdırlar. “Hayırlı olsun” derken terleyip derin derin yutkunanlardır. Gözlük altı sinsi bakışların sahipleridir ve her zaman göz teması kuramayıp gözlerini kaçırarak konuşanlardır.

 

Hasan Çeliktaş’ın 9 Ocak 2010’da Akşam gazetesindeki yazısında bulunan çok güzel bir alıntı şöyledir: 

 

“Bir Kızılderili hikâyesi vardır: Beyaz adamla ata biner ve dörtnala giderler, derken Kızılderili bir anda durur. Beyaz adam şaşırır ve sorar, 'neden bekliyoruz?'. Kızılderili yanıt verir, 'çok hızlı gittik, ruhlarımız geride kaldı”. İçindeki güzelliği, özü geliştirmeyi seçmeyen haset dolu kişiler kötü yönlerini beslerler. Madde bulamacında yoğrulurken, ruhları gerekli gıdayı alamamaktadır.


Yine bir Kızılderili öğüdü şöyledir: “Yaşlı Kızılderili reis kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz diğeri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin ille de siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine; -Dede bu iki köpeği niye hep kulübenin önünde tutuyorsun? Hem de niye biri siyah diğeri beyaz? Yaşlı reis, bilgece gülümsedi ve torununun sırtını sıvazladı ve: - Onlar benim için iki simgedir. Çocuk : -Neyin simgesi? -İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen gördüğün şu iki köpek gibi, iyilik ve kötülük durmadan içimizde mücadele eder. Onları seyrettikçe ben hep bunları düşünürüm. Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi: - Peki hangisi kazanır bu mücadeleyi? Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa : - Hangisi mi evlat? Ben hangisini beslersem o kazanır!”

 

Başlıktaki özelliklerin bir kısmına sahip şahsiyetlerin en temel özellikleri her şeyi ama her şeyi delice abartmadır. Onlarla temel yaşam işlevleri hariç hiçbir konuda ama kesinlikle hiçbir konuda iki çift laf etmenin imkânı yoktur. Kendileri ile sarih(kolay anlaşılır) bir iletişim kurmak istenirse, kısa ve yalın cümleler seçilmeli ve mevzuu basit tutulmalıdır.

 

Sözlerinin nereye varacağını düşünmeden saygısızca konuşan, davranışlarına dikkat etmeyen kimse ise patavatsızdır yani ağız ishalinden muzdariptir. Freni boşa alır ve gevezeliğe başlar. Kurulmuş bir zemberek gibi aynı şeyleri konuşur durur. İnsanımsılıktan çıkıp gerçek insan olabilmiş insan önce düşünüp konuşacağından sözlerinin sorumluluğunu da sahiplenir. Mankafa yapı ise dumur bir biçimde sürekli yıka döke konuşur, rezil olur ve en sonunda ahmak bir kahkaha ile gülerek konuşmasını sonlandırır. Çok istidadı(bir işi yapabilme durumu) varmış gibi her konuda boş boş kendini rezil ederek konuşur ama susmaz, susamaz, yerin dibine girer ama yine de çenesine sahip olamaz. Biri konuşurken mekanizması bozulup ağzının kenarından salya akıtarak sabit bakakalan insancıklardır. Boş ve donuk bakışların sahipleridir.

 

İşgüzardırlar, hem de tam anlamıyla yani gereği yokken, daha çok kendini göstermek için her işe karışan, balıklama dalan gereksiz şahsiyetler, etkisiz elemanlardır. Suret-i haktan yani göstermelikten büyük büyük hareketler yaparlar. Gereksiz abartı, anlamsız büyük tepkiler, önemseme gösterileri, herkesin seyrettiğini anlayınca delice geçirilen panik ataklar cezai ehliyeti olmayan işgüzarın ortak özellikleridir. İkircikli(mütereddit, kararsız) bir yapıları vardır.

 

Mütalaa(etraflıca düşünmek) onlara göre değildir, hatta düşünmek başlı başına bu sığ insancıkları yorar, başlarını ağrıtır ve korkutur. Yaşamı, kendini sorgulamaktan hoşlanmaz. Genellikle hayatları o kadar boştur, öyle bir boşlukta yaşarlar ki çok ufak olaylar bile onlar için büyük stres kaynağı olur. Sürekli abesle iştigal ederler. Anlamdan yoksun tek düze yaşamları ile büyüttükleri ya da yoktan yarattıkları her sorunun içinde debelenmeyi şiar(ilke olarak kabul etmek) edinmişlerdir.

 

Boşluk, anlamsız yaşam biçimi, aile içi iletişimsizlik ve tatminsizlik onları evin dışına taarruza sevk eder. Mutluluğu dış kapılarda arar. Aradığının ne olduğunu kendisi dahi bilemez, en yakınları ile bile iletişimi yoktur. Bu yapıda sirayet vazgeçilmezdir. Yapışkan her daim yanaşır ancak bir potansiyel varsa sırnaşır. Yapışkandan bin beteri ona davet çıkaran kişiliksiz yapıdır. O, her zaman sırnaşmak için bir bahane yaratır ve bunda bir beis(sakınca) görmez. Bu yapış yapış imece usulü, klan tipi yapı birey olabilmiş bir bireyle karşılaşırsa elbette gerisin geri kendi karanlık dünyasına dönecektir. Dananın kuyruğunun koptuğu yer bireyin özgürlüğüdür.

 

“Allah, aç insandan uzak tutsun” denir. Gerçekten de doymak bilmez kemirgenler kem gözleri ile her daim izlerler. Aç denirken fiziksel açlıktan değil doymak bilmeyen şuursuz maddi tamahkârlıktan bahsedilmektedir. Avam her konuda sadece zevahiri(dış yüz) kurtarmak ister. Bu onun için yeterlidir. Hiçbir şeyin özü ile ilgilenmez, kendini yenilemez, geliştirmez ve değiştirmez. Her daim eziği oynamak, riyakâr açgözlülerin ortak paydasıdır. Zırlaşık yapı ve ajitasyonun her türlüsü paket olarak gelir. Ajitasyonun yerlerde sürünen seviyesinden kişinin sıdkı sıyrılır. En büyük silahları olan gözyaşları ve eş zamanlı höykürmeyi(yüksek seste bağırmak) her daim kullanmaya bayılırlar. Yerlerde sürünen I.Q. ve E.Q. seviyeleri ile en can alıcı, kişiye özgü duygu sömürü sözlerini kullanırlar. Çok zorda kalırlarsa ilaç ihtiyaçları azar, peynir ekmek gibi gereksiz her ilacı tüketip ve kriz tiyatrosunu oynarlar. Çevresine, yakınlarına sonu gelmeyen ezik zırlamalarını kullanarak istediklerini yaptırır. Anlamsız yerlerde ağlamak, haftanın tek günlerini depresyonda geçirmek, çift günlerinde ise boynu bükük gezmek alışkanlıklarıdır. “Eziğim ezik, ezelden beri ezik” söylemini arkadan dolanıp kendi menfaati için kullanır. Denildiği gibi “güzellik bakanın gözündedir” ve bir harisin gözü onun oynadığı tiyatroyu ve kahkaha makyajını yüzünden yıkar götürür. Hissi kablel vuku(önsezi) sahipleri bu boyalı yüzleri hemen tanırlar.

 

“Söylediğin sözlerle evrene pozitiflik saç, herkesi olduğu gibi kabul et, kendini değiştirme, kimseyi de değiştirme sakın” ya da  “Nefret söylemi olmasın aman, aman insanları ayrıştırma, “onlar” deme…” diyen cıvata ve somunu eksik kafaların kendinde ya da çevresinde bu tip olumsuzlukları görüp, bir şeyler yapması ya da anlaması beklenmez. Onlar basit ezber söylemlerinin üzerinde tepinirler: “Gelişim sürecinin farklı aşamalarındaki kişileri için saldırgan, yargılayıcı ve didaktik kelimeler seçmeyin. Ayar çekmeyin… Kimseyi incitmeyin, su gibi durgun olun, bakakalın, düşünmeyi bırakın, kala kalın, sadece iyi var, kötüyü görmeyin, kötü sensin… Vs…” “Ne akarım, ne kokarım, herkes beni sevsin işte bu benim tek kaygım.” kişiliksiz felsefesizliği ile neyin yanında neyin karşısında olduğu bilinmez yanardönerler ise ayrı birer vakadır.

 

“Yüzüklerin efendisi” filminde Elflerin kralı, İsildur’un elinde yüzüğü yok etme şansı olmasına rağmen bunu kullanmamasını "insanoğlu tamahkârdır" diyerek açıklar. Kalp “insanlar iyidir” demek isterken, deneyimler maalesef aksini söyler. “İnsanoğlu her şeyi affeder, başarıyı ise asla!” veya “Hiçbir başarı cezasız kalmaz” ifadeleri doğru tespitlerdir. Yığın, yığın gibi olmayandan haz etmez. Kitleden, rahatsız edici yığından kaçarak değil, savaşarak yani Sokrates’in dediği gibi: “kaçarak değil, kalarak özgürlük” önemlidir. Özgür bir yaşam gökyüzünden zembille gelmez; her gün mücadele ederek, savaşarak kazanılır. Geçen her dakika her şeyi değiştirebilmek için bir fırsattır. Güç arttıkça tahammül de artmalıdır. “Öğrenmeyi öğret, öğretme” denir. Olmanın gizli bir tarifi yoktur, “pembeleşip kulak memesi kıvamına gelince tamam” denilebilecek bir şey değildir. Kendi kendinin zamanla inşa edilmesidir. Yolculuk kendi arzlarımızın merkezlerinedir. Başlangıçsızlıktan sonsuzluğa olan bu yolculuğun neye payidar olacağı da bilinmezdir ancak gerçek aydınlanmaya giden asil yolun yolcuları hiç bitmeyen arayışlarına sonsuza kadar devam ederler…

 

Sokrates: 

 

"Sorgulanmayan hayat, hayat değildir!"