Allelopatik Yaşam

Yazar : Sinem SANLI
Konu : Tarım

Doğanın kendi içinde etkileşimi aslında bize muhteşem bu tabi dengeyi sunarken allelopati bitkilerin rolüne biraz gözatalım mı?

Ekolojik yaşamın temelde saygılı yaşam olduğunu benimseyen biri olarak yaşam felsefesini  önce insanın kendisine, çevresine ve doğaya zarar vermeden yaşaması olarak tanımlarken, ‘Doğa ve üzerinde yaşayan canlılar için neler yapabiliriz?’ dediğimde; aslında geçmişi çok eski yıllara uzanan, bilimsel araştırması  1937 yıllına dayanan fakat  benim yeni çarpıştığım bir konu oldu allelopati.

 

Kültüre aldığımız bitkilerimizi hastalık, zararlılardan ve yabancı otlardan korumak adına kullandığımız değişik birçok bitki koruma yöntemleri mevcutken, pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de en yoğun pestisit kullanımıyla karşı karşıya kalmaktayız. Kimyasal savaşın bu kadar talep görmesi ve yaygın kullanımı, etki değerinin yüksek olması, etkin cevap vermesi, bitki gelişimini kontrol altına alması gibi olumlu sonuçlar ortaya koyduğunu düşünürken, kimyasal savaşın  bilinçsiz ve kontrolsüzce yapılmasıyla çıkan sonuçlar bizi çevre kirliliği ve gıda güvenliğiyle ciddi  tehdit etmektedir. Doğaya ve insan sağlığına zarar verecek girdilerimizi minimize etmenin yollarına gitmeli  ve en önemlisi de kimyasal savaşımın entegre savaşım görüşüne uygun biçimde yapılmasına önem verilmelidir.

 

Kontrollü üretim ve bilinçli tüketici olabilmenin geleceğe umutla bakabilecek nesiller vereceğine inanırken hep zihnimde Kızıldereli bir atasözü canlanır; ‘Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.’

 

Doğanın  kendi içinde etkileşimi aslında bize muhteşem bu tabi dengeyi sunarken allelopati bitkilerin rolüne biraz gözatalım mı?

 

Etimolojik olarak “karşılıklı acı çekmek”  anlamındaki Yunanca kökenli “Allelo” ve “Pathos” kelimelerinin birleşmesinden oluşan, karmaşık bir genetik, fizyolojiye ve mekanizmaya sahip Allelopati; bitkide çeşitli organlar aracılığıyla salgılanan sekonder kimyasallar‘ın (Singh ve ark., 2001;Colquhoun 2006), etkileşime girerek bitki büyümesini önlemesi ya da durdurmasına denilmektedir (Reigosa ve ark., 2002; Oueslati, 2003; Lam ve ark., 2012).

 

Sayıları 10.000 olarak belirlenen “allelopatik” bu kimyasallar; hayvanlar hariç tüm bitki,virüs, mantar ve çeşitli mikroorganizmalarca üretildiği gibi (Kohli ve ark., 1997) etkiledikleri organizmaların büyüme ve gelişmelerini kesintiye uğratıp tamamen önleyici ya da durdurucu etkiye sahip doğal bir herbisittirler (Macias ve ark., 2007; Lam ve ark., 2012).

 

Bu durumun bitki yetiştiriciliğini olumsuz yönde etkileyebileceğine M.Ö.3. ve 5.yy.’llarda ilk kez Democrit ve Theophrastus adlı filozoflarca dikkat çekilmiş (Anonymous 2013b), günümüzü de içine alan süreçte ve daha çok yabancı ot kontrolünde, özellikle yaygın etkiye sahip olmaları ve çevre dostu özellik taşımalarından “allelopati” konusu üzerinde önemle durulmuştur (Yılar, 2007).

 

Konunun tarımsal açıdan ele alındığında ve daha çok “sürdürülebilirlik” (Altieri ve ark., 1983) ile doğa dostu oluşu boyutunda değerlendirilmesinin gerektiğine dikkat çekilmiştir (Mamalos and Kalburtji 2001).

 

Aslında çevre ve doğal kaynaklara etkisi gözardı edildiğinde “allelopati” kaynaklı doğal ot öldürücüsü niteliğinde kullanmanın herbisit kullanımını azaltığını ve kalıcı doğa tahribatlarına mani olmasıyla ne denli önem taşıdığınıda ortaya koyar. 2012 yılı sonu itibariyle bakanlık verilerinde; değerlerine ulaşmaktayız. Görüldüğü üzere herbisit kullanımının diğer pestisit kullanımlarına oranla daha fazla olduğudur. 

 

En çok bilinen ya da aslında  bugüne kadar gözlemlediğimiz allelopatik etkiletişimi cevizde (Juglans regia L.) doğal ot öldürücü (herbisit) olarak kültür bitkilerinin yabancı otların gelişmesine olumsuz etkisiyle rastlarız.

 

Amerika’da doğal olarak yayılım gösteren kara ceviz ağaçlarının (Juglans nigra) dibine ekilen yonca otlarının yağmurlardan sonra kısa zamanda öldükleri, ceviz yapraklarından damlayan yağmur sularının saksılardaki domateslere verilmesiyle domateslerin öldükleri, ceviz ağacına yakın olan elma ağaçlarının cevizden tarafa olan dal ve köklerinin kurudukları, buna rağmen ceviz dibinde üçgül ve çayır otlarının çok iyi gelişebildikleri Massey, 1925 ve Schneiderman, 1927 tarafından rapor edilmiştir.

 

Daha sonra bu etkiye sahip olan madde, cevizin kök ve yaprak özütlerinden izole edilerek bunun 5Hidroksi-Naftakinon olduğu teşhis edilmiş ve cevizin latince ismine ithafen ‘juglon’ adı verilmiştir. Daha sonraki çalışmalarda juglonun sadece kara ceviz ağaçlarından değil diğer ceviz türlerinden de salıverildiği belirlenmiştir. Bunlardan biri de ülkemizde yaygın bir ceviz türü olan Juglans regia L.dır.    

 

Bu ceviz türünde juglon miktarının mevsimlik değişikliği incelendiğinde kışın en düşük seviyede iken ilkbahar başlangıcından Nisan sonuna kadar düzenli bir artış, daha sonra Haziran sonuna kadar bir azalma ve Temmuz başından Ağustos ortasına kadar tekrar bir artış gösterdiği belirlenmiştir. Juglonun köklerde sentezlenip ksilem aracılığıyla yapraklara taşındığı ve juglonun bitkide Hidrojuglon şeklinde bulunduğu ancak daha sonra bunun oksitlenmesiyle toksik karakterli juglona dönüştüğü belirtilmiştir (Kocaoğlu, 2010).

Bitkilerin canlı dokularından buharlaşarak dışarıya gaz veya uçucu madde olarak salınabilirler. Yağmur,çiğ gibi atmosfer çökelekleri etkisiyle bitki yapısındaki toksinler çözülerek bu kimyasalları oluşturabilirler. Toprağa dökülen kimyasal bileşikler toprağın üst katmanlarında filtre edilerek bu kimyasalları oluşturabilirler. Ölü bitki dokularından atılan ve suda çözünebilen çevredeki bitkilere salınabilir ve bu bitkilere zarar verebilirler (Güncan, 2009).

Yazının devamı