Ülkemizde Bulunan Bazı Zararlı Bitkiler

Konu : Tarım

Doğanın dengesinin bozulmaması için, bitki ve hayvan genetik kaynaklarımızın bir parçası olan zararlı bitki popülasyonları korunmalıdır.

Bitkiler, fotosentez yaparak kendi besinini üreten, toprağa kökleri ile tutunarak tohumlarıyla yayılan,  kuruduğu zaman bile toprağın organik maddece zenginleşmesine ve atmosferdeki karbondioksit dengesinin korunmasına katkı sağlayan en önemli canlı gruplarından biridir. Besin zincirinin olmazsa olmazıdır. Bazılarının yararlı kullanım alanları olduğu gibi, zararlı özellikleri de olabilir. Doğanın dengesinin bozulmaması için, bitki ve hayvan genetik kaynaklarımızın bir parçası olan zararlı bitki popülasyonları korunmalıdır. İnsanoğlunun doğal kaynaklarımızı koruyarak tüketme alışkanlığını kazanması artık zorunluluk haline gelmeye başlamıştır.

 

8500 bitki türü ile Avrupa'nın en zengin bitki florasına sahip ülkelerinden biri olan Türkiye'de insan ve hayvan sağlığını tehdit edebilecek düzeyde 200 kadar kayıtlı zehirli bitki türü bulunmaktadır (Akman ve Ozan, 1972; Bakırel, 2002). Geçmişten günümüze insanoğlu doğada bulunan bitkileri toplayarak besin ve tedavi amaçlı kullanmıştır. Bu süreçte her bitkinin yararlı olup olmadığı veya yararlı etkilerinin yanında bir takım zararlı etkilerinin de olduğu yaşanan olumsuz tecrübeler ile görülmektedir. Özellikle kırsal bölgelerimizde gıda veya şifa bulma amaçlı kullanılan bitkilere benzetilerek, farklı türlerin meyve, yaprak, çiçek, kök gibi kısımlarının değişik şekillerde kullanılması, ölümle sonuçlanabilecek ciddi zehirlenmelere neden olabilmektedir. Bunun yanı sıra bu bitkilerin geneli de zehirli olabilmektedir. Bileşenlerin miktarı bitkinin bulunduğu coğrafya, ekolojik şartlara, yaşına ve fizyolojik yapısına göre değişim göstermektedir (Özçelik ve Sağmanlıgil, 1993; Muca vd., 2012; Gül ve Topcu, 2017).  Zehirli bitkiler; içerdikleri glikozit, alkaloit, saponin, kristaller ve tanen gibi maddeler nedeniyle tüketildiklerinde bünyede biyokimyasal yada fizyolojik değişikliklere neden olarak hastalanmalara ve hatta ölümlere yol açan bitki türleri olarak tanımlanmaktadır (Tükel ve Hatipoğlu, 2001; Muca vd., 2012; Gül ve Topcu, 2017). Bitkilerin zehir etkisi bitkinin çeşidi, sahip olduğu toksik madde miktarı, etki ettiği canlının türü, yaşı, cinsiyeti, vücut direnci gibi birtakım özelliklere göre farklılık göstermektedir. Canlılarda zehirlenme belirtileri kusma, baş dönmesi, kalp çarpıntısı, kulak çınlaması, solunum ve nabız düşmesi, terleme, kasılma, bilinç kaybı ishal ve felç olma gibi belirtilerle kendini göstererek canlının ölümüne neden olabilmektedir (Güley ve Vural, 1978; Gül ve Topcu, 2017).  

Hayvancılık sektörünü olumsuz yönde etkileyen zehirli bitkiler, yüksek hayvan potansiyeline sahip birçok bölgemizin güncel problemleri arasındadır. Bitkisel kaynaklı zehirlenmelerde bitki türlerinin bilinmesinin yanısıra içerdikleri etken maddelerin tanı ve karekterizasyonunun teşhis ve sağaltım açısından oldukça önemli olduğu bildirilmektedir. Hayvan yetiştiriciliğinde zehirli bitkilerden kaynaklanan sorunların, geçmişte olduğu gibi günümüzde yaygınlık göstermesi bu tür bitkilerin detaylı olarak incelenmesini öncelikli hale getirmiştir. Yapılan araştırmalarda, hayvanlarda bitkisel kaynaklı zehirlenmelerin {türlere göre değişmekle birlikte) çoğunlukla akut tipte gelişerek büyük çapta hayvan ölümlerine ve aynı zamanda canlı ağırlık artışında azalma, yaşam süresinde kısalma, yün ve süt kalitesinde bozulma gibi üretim kayıplarına da neden olduğu bildirilmiştir. Hayvancılık potansiyelinin yüksek olduğu ülkemizde veteriner toksikoloji yönünden önemli bitki türlerinin tanınmasının ve sistematik olarak incelenmesinin zehirli bitkilere bağlı kayıpların en aza indirilmesinde faydalı olabileceği düşünülmektedir.  (Jamies vd., 1992; Pfister and Provenza,1992; Bakırel, 2002).

 

Aşırı ve kontrolsüz otlatma, meralarda çok iyi durumdaki (klimaks) bitki türlerinin azalmasına ve bitki örtülerinin orijinal kompozisyonlarından uzaklaşmalarına neden olmaktadır. Meralarda hızla çoğalan ve pek çoğu istilacı türlerden oluşan bitki topluluklarının büyük bir bölümü hayvanların severek ve isteyerek yemedikleri, yemekte zorlandıkları ve hatta bazen toksik maddeler içeren bitkilerden oluşmaktadır. Zehirli bitkilerin büyük çoğunluğu içerdikleri çeşitli alkaloidler ve diğer organik kimyasal bileşikler nedeni ile otlayan hayvanlar için önemli sorunlar yaratmakta, az tüketildiğinde hayvanlarda iştahsızlık ve buna bağlı olarak verim düşüklüğü görülmekte, aşırı tüketildiğinde ise zehirlenen hayvanların kurtarılması güçleşmekte, çoğu kez olay ölümle sonuçlanmaktadır. Hayvan sağlığı ve hayvansal üretim açısından zehirli bitki zararının en düşük düzeye indirilmesi için toksik madde içeren bitkilerin tanınması, biyolojilerinin ve özelliklerinin bilinmesi ve meralardan yararlanan üreticilere tanıtılması gerekir (Balabanlı vd., 2006).

 

Hayvanlar tarafından tüketildiğinde hayvanların bünyelerinde biyokimyasal ya da fizyolojik değişikliklere neden olan bu tür bitkilere “zehirli bitki” adı verilmektedir (Tükel ve Hatipoğlu, 2001; Balabanlı vd., 2006). Zehirli bitkilerin, hayvanlar üzerindeki toksik etkileri mevsimler, hatta aylara göre değişebilmektedir. Örneğin; Hezaren (Delphinium spp.) ilkbahar sonu ve yaz başlangıcında, Baldıran (Conium maculatum) bol güneşli yaz aylarında, kuzukıran (Hypericum perforatum) vejetasyon süresince her dönem hayvanların zehirlenmesine sebep olmaktadır. Hayvanların yaşı ve ırkı da zehirlenme hadiselerinde önemli rol oynamaktadır. Genellikle yaşlı hayvanlar zehirli bitkileri tanıdıklarından kolay kolay yememekte, ancak genç hayvanlarda aynı hassasiyet bulunmamaktadır. Ayrıca yerli ırklar zehirlenmelere karşı kültür ırklarından daha dayanıklıdırlar. Yörede yıllardır yaşayan hayvan ırkları zaman içerisinde bazı zehirli maddelere karşı bağışıklık kazanırken, aynı özelliği kültür ırklarında görmek mümkün değildir (Gökkuş,1999; Balabanlı vd., 2006). Hayvan cinsleri arasında da dayanıklılık yönünden farklılık bulunmakta, zehirlenmelerde koyunlar genellikle meradan yararlanan diğer evcil hayvanlardan daha fazla dayanıklılık göstermektedirler. Bazen de hayvanlar mecbur kaldıkları için zehirli bitkileri yemektedirler. Meraların kar örtüsü altında bulunduğu veya mevsimin çok kurak gittiği dönemlerde yiyecek bulamayan bazı hayvanlar, normal şartlarda tercih etmedikleri bitkileri yiyerek zehirlenmektedirler. Meralardaki kimi bitkiler yaşken hayvanlar tarafından tüketildiğinde toksik etki gösterirken, aynı bitkiler kurutulduğunda bünyesinde bulunan etken madde parçalanarak zararsız bileşiklere dönüşmekte ve zehir etkisi ortadan kalkmaktadır (Baytop,1989; Balabanlı vd., 2006)

 

Karacadağ,  Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde sönmüş bir yanardağ olup,  Diyarbakır ilinin güneybatısında yer alır.   Kuzey-güney doğrultusunda uzanarak Diyarbakır Havzası ile Şanlıurfa Platosunu birbirinden ayırır. Karacadağ’da bazalt kayalıklarla kaplı açık alanlarda, özellikle 1300-1400 metrelerden itibaren, birçok bitki yerini, genellikle yastık oluşturan Astragalus gumnifer (geven) ve Acantholimon acerosum var. acerosum (pisik geveni) gibi dikenli bitkilere bırakmıştır. Bu alanlarda hâkim bitki topluluklarını bu türler oluşturur. Bunlar arasında Crocus (safran), Gagea gibi erken çiçek açan soğanlı bitkilere, Ranunculus kochii (düğün çiçeği), Ceratocephalus falcatus ve Senecio vernalis gibi zehirli bitkilere rastlanır. Geven türlerinin yer yer aşırı tahrip edilmesiyle, Picnomon acarna ve Echinops,  Eryngium türleri gibi dikenli bitkiler bulunur. Aşırı otlatmanın etkisiyle daha aşağı kesimlerde de otsu türler yok denecek kadar azalmış ve yerlerini dikenli ve sert yapraklı olan, Gundelia tournefortii‘ye (kenger) terketmiştir. Yine aynı şekilde birçok dikenli bitki büyük alanları işgal eder. Notobasis syriaca, Centaurea iberica, C. solsitialis, Echinops, Eryngium türleri yaygın dikenli bitkilerdir. İlkbahar aylarında zehirli ve yumrulu olan Eminium raufwolfii (yılan yastığı) ve zehirli olan Ranunculus arvensis (düğün çiçeği) tarlalar halinde steplere yayılmıştır. Bu bitkilerin yanısıra Triplospermum parviflorum (papatya), Adonis aleppica (kan damlası), Sinapis arvensis (hardal) çok geniş alanlarda görülür. Euphorbia’nın (sütleğen) birçok türü ise yaz aylarında geniş olarak yayılan zehirli bitkilerdir (Ertekin, 2002).

Günden güne artan insan faaliyetleri sonucunda azalan çayır ve mera alanlarında yıllarca süregelen hayvancılık zengin otsu türlerin populasyonlarının zayıflamasına birçok alanda tükenmesine ve doğal yaşam alanının çölleşmesine neden olmuştur. Elbetteki daha iyi araştırılması durumunda geven içinde ve geven yastıkları arasında birçok bitkinin yetişmesi ve korunması mümkündür. Değişik gruplardan birçok bitki taksonu aşırı otlatma baskısından bu şekilde korunabilmektedirler. Bu bitkilerden bazıları hayvanlar tarafından yenmeyen, zehirli bitkiler olduklarından dolayı korunabilmişlerdir. Yüksek kesimlerde yetişen ve erken ilkbaharda çiçek açan bazı soğanlı bitkiler, bu mevsimde otlatma yapılmadığı için korunabilmektedirler (Ertekin, 2002).

 

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaygın olarak sürdürülen hayvancılık, hemen hemen tümüyle doğal kaynakların kullanımına dayalıdır. Özellikle otsu bitkilerin gelişimlerinin erken evrelerinde başlayan otlatma, çiçeklenme ve tohum oluşturma evrelerinde de devam etmekte ve bitkilerin yeni nesil vermelerini azaltmakta veya engellemektedir. Aynı zamanda, alçak yerlerden yüksek dağlık bölgelere doğru yapılan otlatma süreç içerisinde ovalıkların tamamen tarıma açılmasıyla dağlık alanların en ücra kesimlerine kadar yaygınlaştırılmıştır. Bu süreç aynı zamanda hayvancılığın yoğun olduğu bölgelerde dağlık alanların daha çok kullanılmasına neden olmuştur. Bu baskılar, otsu ve tür zenginliğinin fazla olduğu dağlık alanlarda bulunan nadir ve endemik bitkilerin populasyonlarının azalmasına hatta yok olmasına neden olmaktadır. Aşırı otlatmadan dolayı zamanla, hayvanların severek yediği bitki türleri kaybolmuş ve yerini hayvanların sevmediği dikenli, zehirli ve soğanlı, yumrulu bitkilere terk etmişlerdir (Ertekin, 2002).

Yazının devamı