Bir Dünya Kupası, Ahlat Ağacı ve Anthony Bourdain

Konu : Felsefe

Yaşanılan ülkenin herhangi bir toprak parçasının, ülkenin kaderinden ayrı olabileceğini düşünmek ne kadar mümkün?

“Yıllar önceydi çok da güzeldi şimdi düşününce!”

 

1994 Dünya Kupası ABD’de düzenlendi. Tüm çocuk hastalıklarını savan ben, 6.yaşımın başlarında kabakulak sınavımı veriyordum. Özal daha yeni rahmetli olmuştu ama ben şişen yanaklarımla O’nun anısını yaşatıyordum politikadan bağımsız olarak. Tüm gün evde olan benim için maçların saatlerinin çok önemi yoktu, çünkü televizyonda gün boyu Amerika 94’ün golleri ve özetleri dönüyordu. Aklımda kalan; derin futbol bilgisi ya da ayrıntıları ile maçlar değildi elbet ama futbol denilen merete sıkı sıkıya beni bağlayan belki de “kabakulak” olmuştu.

Zaman geçtikçe 94’ün silüeti daha da ete kemiğe büründü bu bağlılıkla. Bir kere hayatımdan Gheorghe Hagi geçti canlı canlı… O’nunla birlikte anladım 94’ün bizlere tattırdığı Valderrama, Dahlin, Romario, Salenko, Stoichkov, Baggio ve adını buraya sığdıramadıklarımın ne manaya geldiğini ve güzellik kattıkları bu oyunun ifade ettiği kocaman dünyayı. 

 

Güzel olan, çocuklukla başlayan bu saf sevgi miydi yoksa her yaştan futbol tutkunu bünyeler için o zamanki futbol muydu? Bu sorunun net bir cevabı yok; lakin oldukça sübjektif olan yanıtımı soracak olursanız bugünden bakarak da olsa Euro 2000’e kadar futbolun lezzetinin katlandığını ve Euro 2000’deki zirvesinden sonra benim için bir daha asla aynı tadı vermediğini söyleyebilirim. Bu yaz da vereceğine dair ümidim pek bir az.

 

“Kapıları çalmıştım cevapsız savrulmaya

Hiç atmayan kalpleriyle insanlara”

 

Yaşanılan ülkenin herhangi bir toprak parçasının, ülkenin kaderinden ayrı olabileceğini düşünmek ne kadar mümkün? Kader dediğime takılınmasın, kastettiğim kaderi çizen ulu bir varlık değil, insanların ve toplumların kendisi bana kalırsa. Eser yaratıcılar bu kaderi yaşayan, gözlemleyen ve de yansıtan olabildikleri ölçüde iz bırakır bünyemde nedense. Lümpenliğin Altın Çağı’nda yaşayan bizler için Nuri Bilge Ceylan gibi beyinler, soğuk esprileri ya da tedirginliği aynı habitatta ifade ediyor olabilir. Bunun suçunu ülkenin kaderinde mi yoksa o kaderi çizen toplum ve insanlarda mı aramalı sorusuna cevap arayanlar için enfes bir düşün ve görüntü şöleni Ahlat Ağacı !

 

Sinema üzerine iki satır karalasam gülersiniz. Benim derdim “sadece kendimizin tecrübe ettiğini düşündüğümüz olayları ve hisleri, perdeden bize izleten ustalığı” satırlara dökmek. Keyif aldım ve keyif aldığım kadar da irkildim bu şölenden … Biraz kuytuda bekleyen ağırlıkların yükü ve biraz da aynı yükü coğrafyanın cilvesi ile daha ağır hissedenlerin varlığını anımsama ile.

 

“Ama sen farklısın dedim, dedim ki sense …”  

 

Ülkede ve dünyada her haltın bolluğunda, yokluğundan dudaklarımızı kurutan ve uyuduğumuz uykuları dahi nafile kılan nedir? Bu soruyu tutarken hep aklımda; izlerken ya da O’na dair bir şeyler okurken tüm o yokluğu unutturanlardan biri idi Anthony Bourdain. 

Meta fetişizminden ve ilgi ile şöhret bağımlılığından kırılan dünyada “Tony Abi” deyip yanına oturup “kendine söylediğinden bana da bir tane” diye mevzuya girebileceğimizi hissettiren, mala mülke aşıklardan gayrı yerkürenin bir yerlerinde volta atıp insanları ve lezzetleri tanımaya vurgun bünyeleri uzaktan bile olsa özgürlüklerine kavuşturan şövalye ruhlu bir “unutulmaz” oldu artık.

 

“Sarhoş olsak ya

Tek vücut olsak ya

Yüksek doz aşk alıp

Burada mutlu ölsek ya

 

Yıllar önceydi

Çok da güzeldi şimdi düşününce

Benimsin demiştim, ben de senin

Renkli rüyalar otelinde”