Rodos Heykeli İki Ayaklı

Konu : Felsefe

Dünya gezegeninin bu zaman diliminde dünyaya gelmiş olup çok keskin geçişler yapıyor olmanın mutlaka bir nedeni var!

Dünya gezegeninin bu zaman diliminde dünyaya gelmiş olup çok keskin geçişler yapıyor olmanın mutlaka bir nedeni var! 

Son derece tuhaf, aykırı ve bildiğimiz bütün zamanların çeşnili çorbası gibi bir çağ bu.  

Bizler iki dünya arasında bacaklarını açıp dik durmaya çalışan kocaman birer Rodos Heykeli gibiyiz. Pek çoğumuz 20. yüzyılın ikinci yarısında doğup büyüdük, bilgi ve teknoloji çağını yaşıyor olmamıza rağmen tarım toplumunun yokluk düsturuna da aşinayız. Eğer 21. yüzyıl cepleri olan biri olsaydı, o cepler sorulmayı bekleyen sınırsız sorularla dolardı. Soru sormayı tetikleyen bir yüzyıla gelip dayandık. 21. yüzyılın sonsuz olasılıklarla dolu veritabanına adapte olmaya çalışmadığımızı kim söyleyebilir!

Her iki yüzyılın insana sunduğu olanaklar arasında tepe sersemi olan bizim nesil, neyi nasıl algılayacağı konuşunda çok ciddi kafa karışıklığı yaşıyor. Yaşıyoruz. Bir ayağımız 20. yüzyıla takılı kaldı diğeri yirmi birinci yüzyıla alışmaya çalışıyor.  

Özellikle beslenme konusundaki değişimi kabul etmekle etmemek arasında gidip geliyoruz. Bir ayağımız eski geleneksel mutfak tatlarına ısrarla tutunmaya çalışırken diğer ayağımız fast food paketi ve de patenli hazır yiyeceklere doğru kayıyor. Gün geçmiyor ki gıda sektörü ve sağlık otoriteleri biri diğerinin tersi açıklamalarda bulunmasın. Bizi en derinden vuran ise sanırım “güvenli” sözcüğü. Tedirgin yaradılışlı kentli insanı can evinden vuran güven beklentisi,  ister istemez paketli gıdanın el değmemiş mahremiyetine gönül düşürmemize çanak tutuyor.  

Diğer tarafta nine dedelerimizin yadigarı geçmiş zaman tatlarını arıyor olsak da, elde kağıt bardak latte ile dolaşan trend plaza şahsiyetleri arasına katılmakta bir bahis görmüyoruz. Eleştiri mi? Asla değil. Yaşam kutsal ve çok kişisel; her birey kendi saltanatının efendisi, başkalarına zarar vermedikçe herkes tek ayak üzerinde istediği kadar durabilir! Bence bir sakınca yok. 

Bir ayağımız çavdar tarlalarında diğer ayağımız sanal mikroçip mezarlığındaymış gibi hissetmemizi sağlayan hızlı değişim, damak-lezzet belleğimize ihanetin ta kendisi. Belki bu yüzden aklımıza Antik çağlara uzanan yok olup gitmiş bir deniz feneri geliyor. Rodos Heykeli (Colossus of Rhodes) bir simge, fakat Akdeniz’in ortasında sadece 50 küsur yıllık kısacık ömrünün heybetiyle dünyanın yedi harikasından biri olmuş ise görevini de yerine getirmiş demektir. 

Oysa, 20. yüzyıl ile 21. yüzyıl arasındaki kısacık sürece sığan sanal dünya teknolojileri ve hazır gıda devrimi insanlığı inanılmaz bir hıza zorluyorlar. Öyle bir hız ki, soru sorma misyonu da at başı beraberinde koşuyor. 

Diğer canlılar gibi günün birinde yok olmaya mahkûm insan varlıklarız, devasa heykeller yapsak deve aynalarını çatlatsak da ölümlüyüz. Her ölümlü gibi kısıtlı ömrümüzün her anından fazlasıyla sorumluyuz. 

Sonsuz sorular yüzyılına hoş geldik! Bunun ötesi masal. Geçmişe ve geleceğe yolculuğu yiyeceklerimiz üzerinden de okumanın dijital çağın gereği olduğunu anlamak için, Rodos heykelinin bacakları arasından geçmemize hacet yok. 

İnsan kızı ve insan oğlu her daim arafta.  

Bakalım tarhana çorbasının zeytine aşkı, cipslerin dip soslara aşkına daha ne kadar dayanabilecek!