Şimdi Yeniden Tarım Zamanı

Son zamanlarda herkes tarım alanında gittikçe ağırlaşan sıkıntıları konuşuyor. Gündem genellikle siyasi ağırlıklı eleştirilerden oluşuyor. Ben geçen yazımda olduğu gibi bu sefer de sizlerle birlikte konuyu siyasetten uzak sadece ekonomi bilimi çerçevesinde değerlendirmeye devam edeceğim. 

Yazar: Dr. M. Erhan Ekmen
 
Son zamanlarda herkes tarım alanında gittikçe ağırlaşan sıkıntıları konuşuyor. Gündem genellikle siyasi ağırlıklı eleştirilerden oluşuyor. Ben geçen yazımda olduğu gibi bu sefer de sizlerle birlikte konuyu siyasetten uzak sadece ekonomi bilimi çerçevesinde değerlendirmeye devam edeceğim. 

Ekonomi biliminin en basit şekilde tarifini; insanların hiç bitmeyen sonsuz ihtiyaçlarını, yeryüzünün kısıtlı olanakları ile karşılayabilmek olarak yapabiliriz. Bu ihtiyaçlar içinde en vazgeçilmez olan hava, su ve gıdadır. İlk ikisi günümüze kadar neredeyse bedava olmuştur. Orhan Veli’nin 1940’lı yıllarda yazdığı Hava bedava, bulut bedava, Peynir ekmek değil ama acı su bedava şiirinde hava ve suyun o dönemde bedava olduğunu görürüz. Ama gıda için durum tam tersidir. Gıdanın karşılanamaması ile ilgili durum her zaman bir tehdit olmuştur. Bu durum iktisat bilimine de yansımış ve temel bir teorem olarak kitaplarda yerini almıştır. Bunlar içinde en bilinen tehdit, ünlü İngiliz iktisatçı Malthus tarafından yaklaşık 225 yıl önce ileri sürülmüştür. Teoriye göre; Dünya nüfusu geometrik olarak artarken, gıda üretimi aritmetik olarak artacak ve Dünya büyük bir krize sürüklenecektir.

Gerçekten Dünya nüfusu birçok salgın hastalık ve büyük savaşlara rağmen 1800’lü yıllarda 700 milyon, 1900’lü yıllarda 1,5 milyar ve 2000’li yıllarda 7 milyara yakın bir sayıya ulaşmıştır. Bu sayının 2050 yılında 12 milyar olması beklenmektedir. Buna karşın; Malthus’un öngörüsü tam olarak gerçekleşmemiştir. Teknolojideki gelişmelere bağlı olarak 20. Yüzyılın başında tarımda mekanizasyon büyük bir ivme kazanmış ve 1980’li yıllarda gıda dağları oluşmuştur. Fakat aynı teknoloji, kullanım sınırına geldiğimiz tarımsal üretim kaynaklarını tehdit etmektedir. Bir yandan bilinçsiz kullanım, diğer yandan yaratılan kirlilik ile doğal alanlar giderek azalmaktadır. Bu azalma aynı zamanda sera gazları emisyonlarında artışa ve dolayısıyla ciddi bir küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine sebep olmaktadır. Bu durum yeni tehditleri tetiklemektedir. Sel, taşkın, şiddetli fırtınalar gibi ekstrem meteorolojik olaylarda artışlar yaşanmakta, daha sıcak ve az yağışlı iklim koşulları Dünyayı sarmaktadır. Daha önemlisi su kaynaklarındaki azalma ve kuraklık artışı, su ve toprak kalitesinin bozulmasına, hayvan hastalıkları ve zararlılarda artışa, eko sistemin bozulmasına ve biyolojik çeşitliliğin azalmasına sebep olmaktadır. Bütün bunlar bir araya gelince tarımsal üretim doğrudan olumsuz etkilenmektedir. Eğer bu gidişata müdahale edilmez ve kıt kaynaklarımızı sürdürülebilir olarak kullanılmazsa; bunca teknolojik gelişmeye rağmen, 7 milyar nüfusun gıda ihtiyacının sorunsuz sağlayabileceği söylenemez. 

Aslında ileri uzay çağı yaşadığımızı, modern medeniyet seviyesine ulaştığımızı sandığımız dünyamızda her gün 25 bin kişi, en açısı her beş saniyede bir çocuk açlıkla ilgili nedenlerden ölmektedir. Başka bir ifadeyle her 8 kişiden 1’i yeryüzündeki en kötü ölüm şekli olan açlıktan ölmektedir. Atalarımız “Allah kimseyi açlıkla imtihan etmesin” sözünü boşa söylemişlerdir. Yine her 8 kişiden 3’ü ise dengeli beslenebileceği kadar yeterli gıdaya ulaşamamaktadır. İşin en acı yani ise; aslında herkese yetecek kadar gıdanın olduğu Dünyamızda her 8 kişiden 1’i de obezite sorunu ile uğraşmaktadır. 

Bu durumda, Malthus’un iddia ettiği kaosun Dünya için hala bir tehdit oluşturmaya devam ettiğini düşünebiliriz. Dünyamızda, Her gece 800 milyon insanın yatağa aç yatıyor, 3 milyardan fazla insan yeterli beslenemiyor. Yani Dünya nüfusunun neredeyse yarısı aç insanlardan oluşuyor ve öyle ya da böyle Malthus’un bahsettiği yokluğu yaşıyor. Aç olduğu için kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış insanlar nedeniyle huzur ve barıştan bahsetmenin giderek zorlaştığı bir Dünyada gelişmiş ülkeler ise; terör korkusuyla sınırlarını kapatmış, büyük güvenlik tedbirleri ile yaşıyorlar.

Sonuç olarak; 21. Yüzyılın bütün imkanlarına rağmen dünyanın önemli kısmı bir açlıktan, biri diğer kısmı ise korkudan geceleri uyuyamıyor. Yeni bir milenyum yani üçüncü bin yılın ilk % 2’lik kısmını çoktan tamamladık. Milenyum hedefleri belirlemiştik ama insani temel hedeflere hala ulaşabilmenin çok ötesindeyiz. Hem de bu hedefleri kolaylıkla yakalayabilecek imkana ve kaynaklara sahip olmamıza rağmen….

İşte tam böyle bir Dünya’da yaşarken; sanki İlahi bir şamar gibi salgın hastalık ile yüzleştik. Salgının ilk günlerinde 2 önemli konumuz vardı. Virüsten nasıl kaçacaktık. Kaçtığımız yerde gıdaya nasıl ulaşacaktık. Sağlıklı ve temiz gıdayı sürekli temin edebilecek miydik? İlk birkaç günde insanların hastalığa rağmen birbirleriyle yarışarak marketleri yağmalarcasına gıda stokladıklarını gördük. Bir anda en önemli gündem konusu hastalıktan bile önce gıda ve tarım oldu. Sonra salgının geçeceği ve gıdanın tedarikinde sorun olmayacağı anlaşılınca tarıma verilen önem tekrar azaldı. Ama beklenmedik başka bir durum gelişti. Yıllardır bilim insanlarının uyardıkları küresel ısınma ve iklim değişikliği sorunu bir anda bütün insanlığın endişesi haline geldi. Yaklaşan felaketin sadece kutup ayılarının sorunu olmadığı, birkaç yıl sonra salgın hastalıktan bile ciddi sorunlara neden olacağı kaygısı bütün Dünyayı sardı. 

Artık herkes biliyor ki; iklimin değişmesi en fazla tarımı yanı gıda tedarikini etkileyecek. Bu durum karşısında bütün ülkeler gıda stoklarını arttırmaya başladı. Uluslararası piyasalarda gıda ve tarım ürünlerinin fiyatları arttı. Alternatif enerji kaynakları hızla gelişmesine rağmen petrol fiyatları arttı. Bir de komşularımız arasında yaşanan savaş eklenince ülkelerin ekonomilerinde enflasyon artışı en büyük sorun haline geldi. 

Genel ekonomik bir kural olarak; küresel sorunların getirdiği baskılar arttıkça Dünya üzerinde öncelikle gelişmekte olan ülkeler ve dar gelirli halklar zorlanıyor. Özellikle düşük ücret alan dar gelirlilerin bütçeleri içinde gıdaya ayrılan pay gittikçe artıyor. Gıda enflasyonunun artması bu yükü daha da arttırıyor. Sonuçta Dünya çapında yaygınlaşan bir fakirlik görülmeye başlıyor. Günde 2 dolara çalışan insanların sayısı artıyor. 2 Dolarlık bu ücret utanç vericidir. Sanki 19. yüzyılda pamuk tarlalarında çalışan köleler misali insanları karın tokluğuna çalışan robotlara dönüştürmektedir. Ülkemizde asgari ücretin 4.250 TL yani yaklaşık 280 Dolar olduğu düşünülürse, günlük 9 dolara çalışıldığı görülmektedir. Bu ücret ABD’de saatlik en az 15 Dolar civarındadır. Bizde eşi çalışmayan iki küçük çocuğu olan bir ailenin kişi başına düşen geliri maalesef 2 Dolara yaklaşmaktadır. Ülkemiz insani bu durumu hak etmemektedir. 

İleriyi görebilen gelişmiş ülkeler uzun süredir ekonomik önlemler almaktalar. Tarımlarını koruyucu ve geliştirici tedbirleri hayata geçiriyorlar. Mevcut kıt kaynaklarını bir yandan korumak, diğer yandan en akılcı şekilde sürdürülebilir kullanmak için teknolojinin ve bilimin bütün imkanlarından faydalanmaktalar. Bütçelerinin önemli bir kısmını tarıma yatırmaktalar. 

Geleceğin ne getireceği şimdiden aşikardır. Artık buna göre planlamalar yapmak gerekmektedir. Her ülke elimde ne var, neye ihtiyacım olacak ve bunu nasıl karşılarım diye şimdiden kararlar almalıdır. Sürdürülebilir Politikalar yani ekonomik önceliklerin ötesinde, sosyal koşullara uygun, doğa ile uyumlu hedefleri olan politikalar uygulanmalıdır. Döngüsel bir üretim modeli içinde tarım, orman, toprak, su, bitki, hayvan ve karbon, azot, oksijen arasında çevrimi ve dengeyi çok iyi kurgulanmalıdır.

Aslında hepimiz çok iyi biliyoruz ki; Türkiye tarım açısından büyük bir avantaja sahiptir. Ülkemiz, iklimi ve 24,5 milyon hektar tarıma uygun işlenebilir arazi varlığı ile Dünyada tarımsal üretimde 12.ci, AB ise 1.nci sırada yer almaktadır. Tarımsal ekonomi büyüklüğü bakımından ise Dünya’da 7.nci büyüklüktedir. Bu durumu muhafaza etmek ve daha ileri seviyelere çıkartmakla sorumluyuz. Fakat önümüzde bizleri bekleyen ciddi sorunlar bulunuyor. Dünyada toprak rezervi kalmayan 19 ülkeden biri olan ülkemizde nüfus artışı, çarpık sanayileşme, plansız kentleşme, küresel iklim değişiklikleri ülkemizde toprak, su ve orman gibi doğal kaynaklarımızı her geçen gün daha fazla tehdit etmeye devam etmektedir. Diğer yandan ise, küresel krizlerin olumsuz etkileri tarımda bir yandan dış pazarı küçültürken, diğer yandan girdi maliyetlerini arttırmaktadır. Bunlar dikkate alındığı zaman, 2 milyondan fazla işletme sayısıyla ülkemiz tarımında aile tarım işletmelerinin önemi daha ön plana çıkıyor. Bunların ayakta kalmalarının, nesilden nesile mevcudiyetlerinin sürdürülebilmesinin sağlanması gerekmektedir. Küçük aile çiftçisinin hayatta kalabilmesinin tek yolu, girdi, finansman, teknoloji temin ederek ürününü hak ettiği fiyattan satabilme gücüne ulaşabilmesidir. Yani piyasada rekabet gücüne sahip olabilmelidir. Tek başlarına zayıf olan çiftçi aileleri bunu ancak güç birliği yaparak başarabilirler. Sürdürülebilir bir güç birliğinin bilinen en ideal şekli ise; kooperatifler şeklinde örgütlenmektir. Ülkemiz bu bakımdan da ciddi bir birikime sahiptir. Bakanlığımız ülke tarımını yönlendirmek, yapısal sorunlara çözümler getirmek, üretim ve pazar planlaması yapabilmek, serbest piyasa ekonomisi içinde gerektiğinde müdahalede bulunabilmek, değer zinciri içinde tarladan sofraya her bir vatandaşımıza hizmet verebilmek, destek ve teşviklerin etkin bir şekilde kullanılabilmek ve izlemek gibi görevlerin yerine getirilmek için gerekli taşra teşkilatına, liyakatli personelden oluşan bilgi birikimine ve tecrübesine sahiptir. Ama uzun süredir bu gücü kullanamamaktadır. Tarımda gelişmiş ülkelerde olduğu gibi sahada en önemli politika uygulama aracı ve ortağı olan kooperatiflerin farkında bile değildir. Tarımda bir dev, üretimde birçok üründe lider olan bir ülke olarak mevcut yapısal sorunların çözümü ANCAK gelişmiş ülkelerdeki emsalleri gibi güçlü kooperatifler ile sağlanacaktır. Sonuç olarak, “Daha güçlü bir Türkiye için daha güçlü bir Tarıma, daha güçlü bir Tarım için ise; daha güçlü kooperatiflere ihtiyaç vardır.” Zaman tarımda birlik ve beraberlik zamanıdır. 

Bir ülkenin tam bağımsızlığı açısından silahtan daha önemli hale gelen Gıda Güvencesini sağlamak ve Güvenilir Gıda temin etmek için bugünlerde tarım tekrar önemli hale gelmiştir. Ülke bekası açısından şimdi tarım zamanıdır. Tarım siyaset üstü milli bir mesele durumuna gelmiştir. Tarım alanında milli mutabakat sağlanmalıdır.
 
Görseller:
Arşiv