Sonbaharda Orhaniye’de Olmak

Bir süredir Marmaris, Orhaniye’deyim. Üzerinde çalıştığım ve artık son dokunuşlarıyla haşır neşir olduğum antik yemekler konulu kitabımı tamamlamak üzere böylesi bir çalışma kampı içine girdim

Yazar: Aşçı Fok Nurdan Çakır Tezgin
 
Sonbaharın dinginliğinde doğayı koklayıp sakince okuyup yazabilmenin tam zamanı… 
 
Bir süredir Marmaris, Orhaniye’deyim. Üzerinde çalıştığım ve artık son dokunuşlarıyla haşır neşir olduğum antik yemekler konulu kitabımı tamamlamak üzere böylesi bir çalışma kampı içine girdim. Burada ağaçtan şirin bir bungalov evim var. Kocaman ahşap verandasından şu mitolojik hikayesi olan Kız Kumu’nu seyrediyorum. Günün her saati farklı ışık oyunlarıyla beni şaşırtan bu deniz, bu orman ve gökyüzünün serkeşliğine kapılmamak için kendimi adeta zorluyorum. Her an yoldan çıkıp çalışma masamdan uzak düşebilirim! Bereket ki benim yakışıklı polisim elindeki kahve fincanını uzatıp kolay gele diyerek hayallere dalmamı engelliyor.   
Güneyde yerleşik halk bütün yaz turizm çorbası karıştırdığı için, düğün dernek gibi cemiyetler harman bitimi gibi sonbahar dönemine bırakılıyor. Malûm yaz dönemi para kazanma zamanı buralar için! Kış gelip havalar fazla soğumadan düğün keşkek kazanları Ekim Kasım gibi kuruluyor. Ah bir de düğünlerde silah atılmasa ne iyi olacak! Nedir bu silah atma merakı anlamak güç. İşte hayallere dalmamı engelleyen bir neden daha. Üç gün üç gece süren düğünler, silah sesleri, düğün yemeğine davet edilmeler filan derken dağların fısıltısına kulak veriyorum. Dağların önü yeşilse ardı yamalı bohça. Her yan yangınlarla boğuşmaktan yorgun düşmüş; kararmış alanların aralarından küçük yeşillikler baş vermiş, izin verilirse orman toparlayacak kendini çok açıkça görünüyor. 
 
Orhaniye’nin, tepelerde orman içlerine kurulmuş Bybassios Antik Kenti uzantısı bir yerleşim olduğunu düşünürsek, antik yazarların metinlerinden kafayı kaldırmadan hayallere dalasım var. Bybassios’un antik çağda Rodos Adası’na bağlı olduğunu okuyunca daha bir iştahım kabarıyor. Aha işte akraba çıkacağız bu Bybassoslularla diyorum! Beş kuşak geriden Rodoslu büyük büyük ninemin Rodos’tan gelin geldiği düşüveriyor yüreğime… 
Herodot babayı ve Plinius’u biraz daha okuyayım, bakalım o dönemden hangi kumlar dökülecek eteklerime! Kız Kumu öyküleri de çok çeşitli. Şu mitolojik masalsı öyküler de birbirine öyle çok benziyor ki; Yok efendim iki aşık geceleri buluşuyormuş, ada ile kara arasından fenerle işaretleşiyormuş da bunu fark eden kötü kral tarafı feneri yanlış yere yönlendirmiş, ya erkek ya da kız boğulup ya da okçularca vurulup ölüyormuş, kumlar o yüzden kırmızıymış, kızın kaçarken yürüdüğü yol çakıl ve kumlarla dolmuş filan… 
 
Son derece mantıklı bir doğa olayı sonucu oluşan kumların kumluk özelliği kalmamış bu arada. Dağlardan akıp gelen derenin orman yangınlarıyla kirlenmesi, insan faktörünün azgınca çoğalıp etrafa çöp saçması Orhaniye kızıl Kız Kumu’nu çakıl kumu yapmış, eski temizliğinden de eser bırakmamış. İki adım ötedeki Turgut Şelâlesi ve deresinin suyu çekilmiş, dere akmaz olmuş! Dağlar dolusu ormanlar simsiyah ve halâ is kokuyor. Arı kovanlarının çoğu yanmış, sahi ballar da is kokuyor mudur? Doğa ananın güzelliğinden sonbaharın dinginliğinden söz ederken niye birdenbire olumsuzluklara değinir oldum ki!?!
 
Suçluyu buldum; silah sesleri iyilik kanatlarıma isabet etmiş olmalı! Düğün yemeğine davetliydik ya, durun şimdi yemeği anlatayım. Her zaman ki gibi sofralar en iyi yatıştırıcı ve paylaşımcı unsurlardır. Orhaniye Muhtarlığının önündeki geniş alana yemek kazanları daha sabahtan kurulmuştu. Gün boyu pişen yemeklerin ikram saati belli; Akşam 17.00 ile 20.00 arası. Yemekten sonra da kulaklara şenlik bir coşku seli düğün faslı... Tabi biz o düğün eğlencesi faslına kalmadık, silah sesleri başlamadan ortamdan uzaklaşmak en akılcı iş! 
Düğün yemeğine tanıdık tanımadık bütün köy davetli. Doğal olarak biz de o davetliler arasındayız! Yemek kazanlarının bulunduğu alanı ikiye bölmüşler; bir bölümüne masalar sandalyeler konmuş yemek yeme alanı burası, diğer tarafta orkestra ve eğlence alanı kurulu. Düğün sahipleri her yanı açık olan alanın yola yakın bölümüne dizilmiş gelenleri karşılıyor. Her gelen davetli üzerlerine beyaz kağıt örtüler serilmiş su ve ekmeklerin dizildiği masalara buyur ediliyor. Biz de oturduk etrafımıza bakınıyoruz ama, diğer yandan kazanları merak ediyorum içlerinde ne var! Ortalarda omuzlarında birer havlu ellerinde de servis tepsileri ile oradan oraya koşturan köy delikanlıları var. Her gelen misafirin masasına yemek servis ediyorlar. Tatlıları başka bir delikanlı dolaştırıyor. Düğünlerde delikanlıların hizmet etmesine alışkınız, çoğu bölgede buna benzer şekilde uygulanıyor. Yemekler etli nohut, pilav, keşkek, yoğurtlu kızartma ve karanfilli zerde. Çeşit gayet yeterli, israf yok. Kuzey Ege’de ve Marmara’dan epeyce farklı. Oralarda buradakilere ilaveten musakka, makarna, sarma, etli patates, düğün çorbası, helva filan da olur. Hatta ayran ve ızgara köfte de ikram edilir. 
 
Farklı yörelerin farklı adetlerini gözlemlemek insanı yaşadığı süreklilikten anlık da olsa uzaklaştırıyor. Ki zaten bunları gözleyip kaydetmek gibi de bir merakım var. Unutmadan söyleyeyim; malûm zerdeyi herkes bilir. Kimi safranlı gül suyu ile yapar, kimi sade. Buradaki karanfil ve yenibahar kokularının öne çıktığı su şeker ve pirinçten yapılmış sade zerde idi. Bir suçu var insanı kabız yapıyor aman dikkat! 
 
Sonbaharın değişken havasını bungalovda solumak bambaşka. Ahşabın reçine kokusuyla uyuyup uyanmanın hazzı her şeye rağmen insana kendini iyi hissettiriyor! Orhaniye’den sevgiler… 

Görseller:
Yazara aittir, izinsiz kullanılamaz.