Tohum ve Toprak: Asmalarımız

Yazar : Toprak Cadısı

Bahçemizi ilk aldığımızda birçok asma sahibi olmak istedik ve semt pazarları dâhil pek çok pazarlamacıdan asma alıp diktik.

 

YAZAN: Toprak Cadısı

Bahçemizi ilk aldığımızda birçok asma sahibi olmak istedik ve semt pazarları dâhil pek çok pazarlamacıdan asma alıp diktik. Belki o yılların peş peşe kurak gitmesi, belki de bizim bilgisizliğimizden asmaları bir mevsim bile yaşatamadık. Bilenlere danıştık, kitapları taradık, hep aynı sonuç. Sonunda Manisa Muradiye'deki büyük bir fidanlığa gittik ve yirmi tane daha asma fidanı aldık. Tavsiye üzerine de bahçeyi çevreleyen çitin önüne diktik, sarıp tırmanmaları için.

Yeni asmalar da kurudu gitti. Bütün Kemalpaşa ovasında, gölgede güneşte, derede tepede, düzde yamaçta kol ata ata büyüyen asmalar ne hikmetse bizim bahçemizde kök salıp büyüyemedi. Komşuların arsız arsız yayılan asmalarına özlemle baktık durduk. Ve neyi yanlış yaptığımızı da bir türlü anlayamadık.

Razı olduk sonunda kadere: üzümü manavdan alacaktık. Evin önündeki sundurmaya sarsın ve gölge yapsın diye de başka bir sarmaşık türü dikmeliydik. Tepemizden hevenk hevenk misketler, papazkaraları, razakılar sallanması rüyalarımızda bile gerçekleşmeyecekti. Meyvelerin en tatlısı, en eskisi, en kutsalı olan üzüm bizim toprağımıza uygun değildi demek ki. Ne hikmetse.

Öyle olur ya; bir şeyin yoksunluğuna razı olursunuz, onsuz yaşamayı yüreğinize kör bıçakla kazırsınız...kabullenirsiniz "kısmet değilmiş" demenin çaresizliğini...kader tam da o zaman oyun oynar insana işte. Daha öğrenecek bilgileriniz, alınacak dersleriniz vardır demek ki.

Arka bahçede maydanoz tarhının içinden parlak yeşil ve bordo rengi bir bitki çıktı. Evet, tanıdık hemen, bu bir asmaydı. Toprağı delip çıkmasıyla deli gibi büyümeye başladı. Bazı günler otuz santim büyüdüğü oldu. Gözlerimize inanamıyorduk; asma masallardaki büyülü asmalar gibi hızla gökyüzüne hamle ediyordu. Sağından solundan yan dallar fışkırıyor, yandaki zeytin ağacını sarmalayıp boğmak üzere her yana kol atıyordu. Ana gövdeyi tutup diğer dalları budayarak çılgın asmaya zorla şekil vermeye çalıştık. Çok fazla budarsak yerden, kökünden yeni fışkınlar çıkarıyor, onlarla her yanı sarmalamaya çalışıyordu. Asmanın genlerinde müthiş bir istila komutu vardı sanki. İki ay içinde evin tepesine çıktı; terası çepeçevre dolaştı ve neredeyse tamamen örttü. Bunca yıldır ağaç, çiçek, bitki, sarmaşık gözlemlemiş ama böyle hızla ve iştahla yayılan bir yaratık görmemiştik. Evet, masallarda gökyüzüne tırmanan, oğlan çocuğunun da tepesine tırmanıp devler diyarına gittiği tılsımlı asma bu olmalıydı.

Sanki yukarıdaki Büyük Bahçıvan bizim yıllar süren beceriksizliğimizi görmüş, halimize acımış, "öyle değil, böyle olur o işler" dercesine bu asmayı yollamıştı. Belki de ders alalım diye. Belki de nisbet yapmak, alay etmek için. Yerden ilk fışkırdığı yıl bize kilolarca üzüm verdi asmamız. Evet, o yabani bir üzümdü ama meyvesi çok tatlı, kokulu ve boldu. Hüdaverdi koyduk ismini. Ve yıllardır kilolarca üzüm veriyor bize yaz sonunda. Bu işlerden anlayan arkadaşlarımız “yahu, şu asmaya aşı yapalım da doğru dürüst üzüm olsun; bu yabani üzüme talim etmeyin” derler arada ama hep reddederiz. Hüdaverdi bize verilen bir ders, bir lütuf. Gelen armağanı beğenmeyip değiştirmeye çalışmak olur mu?

Hüdaverdi geldikten sonra asma lanetimiz ortadan kalktı. Başka asmalarımız da oldu. Sundurmaya sarılıp gölge de verdi. Hele bir misketimiz oldu ki yemelere doyulmaz. Onun da çubuğunu oğlumuz gittiği Bozcaada tatilinden getirdi. Orada oturduğu bir kır kahvesinde mekân sahibi Barba Yanni tepeden sarkan salkımlardan ikram etmiş. Oğlumuz üzümü çok beğenince asmadan bir çubuk kesip hediye etmiş Yanni Amca. Şimdi aynı misket bizim bahçemizde büyüyor ve hem şarabı, hem de sirkesi enfes oluyor. Bozcaada'dan İzmir'e uzanan bir dostluk köprüsü asmamız. Biz de ondan çubuk kesip yetiştirdik ve dostlara verdik. Dostluk paylaşılınca mayalanıp çoğalıyor. Dostluk öyküleri de öyle.

Zaten bahçesi olanın öyküsü çok olur.