ARGE ile Ürün Geliştirme ve Günlük Yaşamın İçinden

ARGE ile geliştirilen işlenmiş meyveleri düşündüğümde ilk aklıma gelen hazır marmelatlar, reçeller oldu.

Sevgili okurlar, 

Tarım ürünleri yaşam kaynağımız. Olmazsa olmazımız. Tüketicisi olduğumuz alışılagelmiş  ürünlerin ARGE ile geliştirilmesi ve sonuçta tam istediğimiz, arzu ettiğimiz niteliklerde, kalitede ve özelliklerde market rafımızda uygun fiyata kolayca bulabilmemiz müşteri memnuniyetimizi dile getirmemizde kelimeleri bile kifayetsiz bırakacak nitelikte. 

 

ARGE ile geliştirilen işlenmiş meyveleri düşündüğümde ilk aklıma gelen hazır marmelatlar, reçeller oldu. Çocukluğumda mahalle bakkalımızda sadece kayısı, vişne ve çilek reçelleriyle marmelatları satılırdı. Annemiz evde kendisi yapardı ama nihayetinde çocukluk var, dışardan alınanın aroması, lezzeti, görüntüsü, janjanlı paketi daha çok hoşumuza giderdi. Marketler zincirlerinin kurulmasıyla hem ticarette kapasiteler artırıldı hem de tüketiciye ulaşım yolu genişletilmiş oldu. Ortaokul çağlarında mahalle bakkalı yerine süpermarkete gidip alışveriş yapmak bir ayrıcalıktı hatta ve hatta sosyal statünün de bir göstergesi olarak ta algılanırdı. Bakkalımızdaki marmelat ve reçel çeşitlerine kıyasla süpermarket raflarında envai çeşit meyveden hazırlanmış, envai çeşit şekerleme, tatlı, reçel vb ürünlerle farklı reklam, promosyon, cazibeyi artırıcı indirim imkanları ve sunum şekilleriyle de tanıştırıldık. O yıllarda ki bu ürünler normal şekerle hazırlanmakta ve piyasaya sunulmaktaydı. Halen de öyle ve bu türde ürün dizininin bir temel taşını oluşturmakta.  Ama bir nokta var ki bu noktada tarım ürünü işleme sanayimiz kendisini ARGE ile güçlendirerek yeni, yepyeni açılımlar yaptı. Bu gelişim rüzgarlarıyla market raflarında diyabetik rahatsızlığı ya da obezite problemi olanlar için yani özel tüketici grubuna hitap eder nitelikte sentetik şekerle üretilmiş reçeller, tatlılar ve marmelatlar görmeye başladık. Şimdi ise meyveler yine aynı, aynı ama bu kez rafları süsleyen ürünlerde yine yenilenmeler var. Bir grupta anılan sentetik şekerlerin yüksek dozlarda ve sıklıkla alınması nedeniyle insan sağlığına zarar verdiğini belirten bulgular ve eleştirisel yaklaşımlar neticesinde tüketicinin bu grupta yer alan ürünlere gösterdiği ilgi ve tercihin giderek azalmasına neden oldu. Peki bu durumda tarım ürünü işleme sanayi eli kolu bağlı bekleme tarafında mıydı? Elbetteki hayır! Bilimsel bulgularla ortaya çıkan tüketici hassasiyetinin tam ve net tanımlanması akabinde üründen beklentiler ya da istekler sorgulandıktan sonra diyabetik ve obezite rahatsızlığına sahip bu grup tüketici için yeni, yepyeni bir şeker bizlerle tanıştırıldı. Şeker kamışından üretilen şeker yerine bitkisel bazlı Stevia ‘şeker bitkisi ya da şeker otu’ adıyla anılan şekerden üretilen hazır marmelatlar, reçeller, kalorisiz içecekler de artık market raflarında yerini almış durumda.  Stevia bizlere Latin Amerika’dan ve Japonya’dan esen rüzgarlar neticesinde ulaştı. Peki biz ARGE ile ürün geliştirerek ya da coğrafya ve iklimimizde mevcut farklı bitkilerin gıda ve beslenme yönüyle araştırılıp sofralarımıza farklı tadlar olarak gelmesinde yeterli emek ve çabayı harcamakta mıyız? Bence bu konularda biraz yetersiz kalıyoruz.     

 

Tarım ürünlerimizi tarladan alıp Avrupa’nın herhangibir ülkesindeki herhangibir şehrinde ve herhangibir marketin rafında yeralıp Avrupalı ya da Avrupa’da yaşayan farklı milliyetlerdeki tüketici tarafından en çok tercih edilen ürün olması için bence tarımsal ürünlerimizin ve işleme sanayimizin şimdiye dek yapmış olduğu atılımlara bir yenisini daha ilave edip ARGE ile ürün geliştirme yönünde çalışmalarına daha da hız vermesi gerekmekte. Bence bir Avrupalı’nın ve Avrupa’da yerleşik farklı milliyet ve kültüre tabi insanların Türk Malını tercih etmesi, sofrasına koyması ve günlük beslenmesinde alışık bir tad olarak yer vermesi için tarım ürünlerimizin kalitesi ile  işleme sanayimizin başarısı kadar paketleme sanayimizin de günün koşul ve talepleri paralelinde kendini geliştirecek atılımlar yapması gerekmekte. 

 

Bu yüzden bu ayki yazımda ARGE ile ürün geliştirme konusuna deyinmek istiyorum.  Bu konuya başlangıç yaptığım noktayı biraz garip karşılayabilirsiniz ancak tarım ve gıda ürünlerinin paketleme sanayi ile kol kola yürüyerek çevre temizlik vergisinin itici bir güç oluşturup tüketici talep, istek ve tercihlerini yönlendirdiği Avrupa’yı biraz tersine bir mühendislik bakışıyla ele almak istiyorum. Kısacası tarım ürünlerimizde ARGE yoluyla geliştirme yapacak isek önce dış paketine sonra içinde neyin nasıl olduğunu değerlendirmemiz gerektiğini anlatmak istiyorum. 

      

Paketleme sanayinin tüketiciyi nasıl etkilediği ile konuya girelim. Avrupa’nın pek çok ülkesinde işlenmiş gıda, tarım ve hayvansal ürünlerin tüketicilerce tercih edilmesinde paketleme tüketici tercihinin ve ürün seçiminin yapılmasında çok büyük önemde şu günlerde. İster dondurucuda, ister normal oda sıcaklığında ister soğutucuda nerde ne koşulda olursa olsun, bilgili ve bilinçli tüketici olma yolunda ciddi adımlar atılan özellikle Almanya’da insanlar albenisi çok olan koskocaman paketlerde satılan ürünler yerine artık en az paket malzemesinin içerisine konmuş işlenmiş ürünleri tercih etmekte. Neden derseniz çok çeşitli sebepleri var ki en önemlisi yüklü miktarda ödenen çevre temizlik vergisi ile dolaylı yoldan artan tüketici sorumlulukları. 

 

‘Beşikten mezara kadar’ bizim kültürümüzde haklı yeri olan bir söz. Bu söze Avrupa yeni bir anlayış daha ekledi ve ‘ya mezardan sonrası’ dedi. Beşikten mezara ve sonrası konseptinin arkasında yatan mantık ise ister tarım ister sanayi üretimi olsun, her türde ürünün üretiminden tutun da tüketiciye ulaşması, tüketiciye ulaştıktan sonraki etapta bu ürünlerden kalan çöplerin yolculuğu, toprak altına gömüleni, yakılarak yok edilmeye çalışılanı ya da geri kazanım proseslerinden geçirilerek tekrar ürün olarak karşımıza çıkan ikincil mamüller ve bu birlikteliğin insan, hayvan, çevre ve yerküremize zarar vermemesi.  

Hazır dondurulmuş şekilde satılan bir pizza düşünün günlük koşuşturmalı yaşamda hazır gıdalar bizlere sunulan nimet gibi. Böyle bir nimetin avantajı olduğu kadar dezavantajı da var elbette ki. Pizzanın paketlendiği dış karton kutu, içindeki plastik poşet, poşetin içinde pizzanın formunu kaybetmemesi için oturtulduğu kaba karton, bunun üzerine konan fırında pişmesi için gerekli yağlı kağıt ve sonunda masamıza fırından çıktıktan sonra konacak 20-25 cm çaplı pizza. 300 ya da 400gr lık hazır bir pizza için pizzanın ağırlığından daha fazla paket malzemesi de satın alınmakta. Eskiden paket malzemesi ne kadar büyükse tüketicinin o kadar çok dikkatini çekermiş. Ama şimdi tam tersi. Paket ne kadar hafif, ne kadar küçükse, o kadar tüketicinin beğeni ve takdirini alıyor raftaki ürün. Neden derseniz fırından çıkan mis gibi pizzayı afiyetle yedikten sonra pizzanızın verdiği hazım keyfini bir tarafa bırakıp çıkan paket malzemelerini üşenmeksizin çöpe atmak için bir güzel ayrıştırmanız gerekli. Ayrıştırırken de çöpe atacağınız malzemeleri katlayıp büküp gerektiğinde parçalayıp en küçük boyuta getirerek çöpe göndermek şart çünkü bir aile için hesaplanan yıllık çöp hacmini de aşmamanız gerekli. Koşuşturmalı bir günün tam yorgunluğunu atacağınız hele hele akşam yemeğinizi de yedikten sonra TV nin karşısına geçip ayakları uzatıp tam dinlenilecek zamanda kalkıp çöp ayrıştırmaya başlamak, bunun için zaman harcamak kadar insanı bezdirecek bir başka konu olamaz herhalde. Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın belli başlı ülkelerinde evlerden yaklaşık 9 farklı çöp çıkartılmak zorunda ki çöpler ayrıştırılmadığında adresinize Belediyeniz tarafından her an ceza gelme ihtimali de mevcut. Evsel çöpler kategorilerine göre:   

 

 

 

 

 

 

Tekrar pişen pizzamıza geri dönersek, marketten taşıma işinden başlayıp, pizzamızı hazırlamak, yedikten sonra karton paketini ve kaba form verici kartonunu katlayarak ya da parçalayarak kağıt çöpüne, poşetini plastik çöpüne, yağlı kağıdını genel ev çöpüne arta kalan  kenarları yenmemiş pizza parçasını da biyolojik çöpe atmak olmazsa olmazın bir kuralı. Ve bu türde çöp ayrıştırma işini her gün düzenli ve sistemli olarak yapmak ta gerekli. Bu yüzden tüketiciler artık marketten taşırken bile en küçük ebatta ve en az çöp çıkartacak, çöp çıkarsa da vergi ödeyeceği çöp kategorisine girmeyen ürünleri seçme, satın alma ve tüketme tercihindeler. Bir de tüm bunlara ‘Çevre, İnsan ve Hayvan Dostu’, ‘Save the planet’, ‘Unsere Grüne Erde’, ‘Biosphere’ vb çalışmalar ile benzer yaşam akımları eklendiğinde bilinçli bir tüketicinin en basit bir market alışverişinde bile ne kadar dikkatli ve hassas olduğunu bize göstermekte. 

 

Biz Türk insanı olarak çoğul yaşamayı seviyoruz ama Avrupalı bireysel yaşamı daha çok tercih etmekte. Ben kişi olarak çoğul yaşamayı seven bir insanım ve Avrupalı’nın bu kadar kendi içine dönük bireysel yaşamının da pek çok avantajlarını görmeme rağmen, çok fazla da tasvip etmiyorum. Ancak burada çok önemli bir nokta var ki Avrupalı ne kadar bireysel yaşarsa yaşasın toplumsal sinerjisi çok yüksek. Devleti mümkün olduğunca az çöp çıkacak, kaçınılması mümkün olmayan çöpler ayrılarak çöpe gönderilecek dendiğinde toplum büyük bir sinerji ve ahenk içerisinde devletinin kendisine vermiş olduğu bu görev evde her işi bırakıp çöp ayırmak olsa bile birebir yerine getirmekte, bunu büyük bir disiplinle, özveriyle gerçekleştirmekte ve ülkenin doğusundan batısına güneyinden kuzeyine yaşayan herkes bu görevi büyük bir hassasiyetle üstlenmiş durumda. 

 

Görüldüğü üzere Avrupa’da özellikle merkezinde son yönelimler ne kadar az çöp, o kadar az iş, o kadar kurtulmak için az emek, az zaman harcamak, az vergi ödemek ve bir o kadar da yerküremiz ve evrene yapılmış en büyük hizmet olarak değerlendirilmekte.  Özellikle bu hizmetin en büyük odak noktası ise kullanılan paketleme kağıtları, karton vb tümüyle ihtiyacı karşılayacak ve aşırıya kaçmayacak şekilde ayarlandığında ve buna paralel kesilen ağaç miktarında da bir düşüş yaşanmasıyla ortaya çıkmakta. İşte tam bu noktada da tarımsal ürünümüzü mükemmel şekilde ARGE ile geliştirmiş olsak bile paketleme sanayimize bu değişim rüzgarlarından etkilenmesini sağlamalı, genel kurallar yanında bilinçli tüketicinin tam istediği formlarda  paketleme yaptırmalı ve ürünlerimizi de bu konseptlerde market raflarına taşımalıyız. Evsel atıklarla paketleme sanayinin yakın dostluklarından bahsettikten sonra evimize getirdiğimiz paketin içinden çıkan gıda ürünü için ARGE konusuna nasıl yaklaşılmalı sorusuyla sözlerime devam etmek istiyorum. 

 

Şanslıyız ki ülkemiz bir akdeniz ülkesi, verimli ve tarıma elverişli arazisi bol, nehirlerimizin kıvrım kıvrım dolaşmasıyla sulanabilir arazimiz fazla ve suyumuz yeterli, iklimimizde de dört mevsimi ardı ardına yaşayabiliyoruz, sıcak olduğunda terleyip ah keşke serin olsa diyor, güneşi göremediğimiz günlerde de içimiz kapanıveriyor, daralıyoruz, hüsranlı durup güneşin tekrar bizlere gülümsemesini istiyoruz. 

Ülkemiz tarım ülkesi, tarım ve tarım ürünleri ekonomimizin bel kemiğini oluşturuyor ve  bunu 7 den 77 ye herkes biliyor. Tarım çalışanlarımız, bölgesi, kültürü, eğitim düzeyi, yaşam şekli, gelenek ve görenekleri ne olursa olsun tarımsal uğraşıları zamanı geldiğinde para etmesini istemekte yani emeklerinin karşılığını almak, kendilerine en iyi kazanç sağlamasını arzu etmekte. Tarım ürünlerinin ise üreticiye en yüksek değerde kazancı sağlaması çeşitli politikaların çerçevesinde şekillenmekteyse de iş gelip gelip pazarlamaya ve satışa dayanmakta. Peki pazarlama ve satışta en önemli doneler ne dersek pazarlamada pazar taktiğinizin, reklam, tanıtım ve promosyonların satışta ise malınızın kalite, hijyen vb özellikleri yanında hitap edilen müşteri kitlesinin malınızı hangi koşullara dayalı satın alabileceği konusunu gündeme getirmekte. 

Yetiştireninden tutun da tüketiciye ulaşana dek oluşan zincirde tarım ürünlerimizin en iyi kazanç sağlanması için yurt içi olduğu kadar özellikle yurt dışı pazarlarda haklı bir yer elde etmekten geçeceği hiç şüphesiz. Neden ürün geliştirmek zorundayız diye bir soru sorarsak, bence bilinçli tüketicinin istediği genel talepleri doğrultusunda yenilikler, satış ve pazarlamada her daim bize yeni fırsatlar sunacaktır.  Giderek kapitalleşen günümüz dünyasında ürünle üretimini yenilemeyen, kendisini güncelleştirmeyen, rakiplerinden önce malını tüketicisine ulaştırmayan, müşterilerinin sesine ve taleplerine başlangıçta hayalcilikle yaklaşmayan, kendisine yeni pazar fırsatları yaratamayan kuruluşlara hiç te yaşam şansı yok gibi. 

 

Rakip ürünleri gözlem altına alıp direk ve/veya reverse (tersine) mühendislik yaparak avantaj ve dezavantajlarıyla bu üründe farklılaşacak yenilikler için ise gerçek parametrelere dayalı biraz hayal etmenin hiçbir mahsuru olamaz bence. Hayal etmeye başlamadan önce ise müşterileri anketlerle sorgulamak, gerçekten hayal edilecek bir ürünü çıkartmak gerekiyor mu sorularına cevap aramak en güvenilir yollardan birisi yeni ürün geliştirmede. Tabiki hayallerin gerçeklerle yüzleştiği noktada ürünlerin maliyeti, fiyatlandırma politikası, pazara sunum taktikleri vb kriterlerin çok iyi masaya yatırılması gerekmekte. Ürün geliştirmek sadece müşteri isteklerinin karşılanmasında hayallere dayalı yenilikçilik hareketi olmamalı, bunlara ilaveten bilinçli bir yatırım, bilinçli malzeme tedariği ve insan kaynaklarından maksimum faydalanma, üretici yönetimi, bilinçli üretim kapasitesi ile birlikte en az hatalı üretim, doğru ürün/üretim planlama ve sonuçta yüksek verimlilik ve karlılık artı bilinçli bir finansman yönetimi bir de tüm bu faktörleri özel hayatımızdaki bilgi görgü ve deneyimlerimizle de yoğurmamız gerekmekte. 

 

ARGE ile ürün geliştirmede hayalciliğin, heves ve azimle buluştuğu noktada kişisel bilgi görgü yaşam deneyimlerimizle entegre olmalı konusunu biraz açmak istiyorum. Almanlar normal ya da çeşme suyu yerine maden suyu içmekteler. Piyasada da bol, az ve orta derecede gaz içerikli maden suyu mevcut. Biz Türkler olarak ayranı çok severiz ve ayran yaparken de yoğurdu su ile karıştırırız. Biraz da tuz eklediğimizde dünyanın en sağlıklı içeceğini çok kolaylıkla üretmiş oluruz. Yine ARGE ile ürün geliştirme konularına daldığım bir günde Alman-Türk ortak aile birliğimi düşünerek biraz da hayalciliğimle Almanların su yerine içtikleri maden suyunu yoğurtla karıştırdım. Harika bir tadı olacağını hayal ettiğim, çok büyük yatırımlara girmeksizin yerel marketlerde ‘Türk-Alman Şart’ markasıyla satışa sunmayı düşüncelerimde şekillendirdiğim bir anda mutfağımda hazırladığım bu ayranın tadı bana hiç te güzel gelmedi. Beklediğim sonucu alamayıp düş kırıklığına uğradığım, kendimce de demek ki ‘Keçinin yemediği ot, insanın başını ağrıtır’ sözünü söylediğim günün akabinde Apelasyon Dergisi Kurucularından Ziraat Mühendisi Sayın Bilge Keykubat ile görüştüm ve ayranda hayalciliğim sonunda geldiğim noktayı anlattım. Bilge Bey durumu biraz şaşkınlıkla dinledikten sonra ülkemizde özellikle Ege Bölgesinde bazı köylerde yoğurt ve maden suyunun birlikte masaya getirilip ikisinin karışımıyla ayran yapıldığını, kendisinin de bu ayranı beğeni ile içtiğini içerken de çok ayrı bir tat aldığını belirtti. Ben de ilk kez bu duyduklarım karşısında şaşkınlığımı gizleyemedim. Şaşırmamdaki sebep ise bizim yörel insanımız kendi bilgi ve görgüsüyle hayalciliğini çoktan biraraya getirmiş, ürününü geliştirmiş ve sodalı ayranın tadını halkımıza sevdirmiş. İkincisi ise eğer yöre halkımız sodalı ayranı beğeni ile içiyorsa ve içilmesini sağlıyorsa, kendi denememdeki hayal kırıklığına uğradığım sonucu da düşünerek sodalı ayran lezzetini tutturmakta muhakkak surette ülkemizin yoğurdu, suyu ve tuzuyla bu türde ayran üretmemiz gerekli. Eğer bunu yapıp hele hele sodalı ayranımızı ‘Türk-Alman-Şart’ markasıyla Almanya’ya getirip Alman toplumuna geleneksel tat ve lezzetimizi kendi ağız tadlarına uygun satabiliyorsak, işte yöre halkımızın çoktan ARGE ile katetmiş olduğu yolu ticaretle birleştirip amacımıza ulaşmış olacağız demek. 

 

Sözlerime konumuzun teorik kısmını anlatmakla devam edersek, ürün geliştirmek ya da yenilikçi bir ürünle tabir-i caiz ise piyasayı sarsmak istiyor ve pazar payının büyük bir miktarını ele geçirmek istiyorsak öncelikle strateji belirleyip planlama yapılması gerekmekte, pazar eğilimleri, tüketici yönelimleri tesbit edilip yaratıcılık ve innovasyon ile çok güzel entegre edilmeli. 

Her ürünün muhakkak bir müşterisi vardır diyerek yola çıkmak artık çok geçmişte kaldı. Şimdi ‘butik ürün/üretim’ düşünce sistemiyle hareket ederek ‘her ürün müşterisi için üretilir’ kuralı geçerli. Bunun için tüketici ya da müşteri beklentisi içinde olduğu tüm özellikleri üründe görmek istemekte. Müşteri olsun tüketici olsun herkes öncelikle satın alacağı malın güvenli, hijyenik, sağlıklı, ekonomik ve dayanıklı olmasını istemekte. ARGE ile ürün geliştirmek istediğimizde atmamız gereken adımları da aşağıdaki şekilde kısaca özetlemekteyim. 

  

Butik ürün konseptini kendi ARGE çalışmalarımla da çok destekliyorum. Özellikle belli bir müşteri grubuna hitap edecek bahçe bitkileri üzerinde de çalışmalar yapmaktayız. Araştırma konseptimiz ise mide, sindirim sistemi vb rahatsızlığı olup ta hayatta acı yemekten sakınması ancak acı yemeği çok isteyen ve özleyen, sağlığına da zarar gelmesini istemeyen tüketici grubumuza ilişkin. Ek grubumuz ise orta acıdan tutun en acı yemekten hoşlanan tüketici temsilcilerini de içermekte. Hazırlamış olduğumuz küçük çaplı deneme leğenlerinde 2 farklı türde biber yetiştirdik. 

 

Bu biberlerin yetiştirilmesi sırasında farklı faktör ve parametrelerde değişiklik yaparak biberlerin acı içeriklerinin kontrol altında tutmaya çalıştık.  Amacımız ise hedef tüketici grubumuzun başı çektiği noktada piyasaya değişik acı seviyelerinde biber sosları hazırlamak. Farklı acı derecelerinde biber soslarından birkaçı piyasada mevcut. Ancak acı içeriği farklı katkı maddelerinin yardımıyla düzenlenmiş. Bizim çalışmamızda ise katkı maddesine gerek duymaksızın biber soslarında sadece biberden gelen acılığı tüketicimize ulaştırmak. 

 

Öküz kalbi ve sarı domates yetiştirme üzerinde de değişik ARGE çalışmalarımız var. Bu yıl Almanya yeterince güneş görebilirse domates türleri üzerindeki çalışmalarımızdan olumlu sonuçlar almayı planlamaktayız. 

 

Makalemi bitirirken söylemek istediğim: bilim ışığında ARGE ile tarımsal ürün geliştirmek gökyüzünde özgürce, limitsizce ve sınırsızca uçmaya benziyor. Hayalciliğin desteklenmesi, hayalin realiteye geçirilmesinde hemen yüklü yatırımlar yerine küçük denemeler yaparak işe başlamak, ARGE ile geliştirdiğiniz bir ürüne hem üretim hem de ticari anlamlar katarak gerek sosyo-ekonomik fayda sağlamak gerekse de bireysel kazançlara yeni bir çizgi getirmek, bir bilimadamının ya da ARGE uzmanının mesleğinde tümüyle olgunlaştığı, işinin de zevkine ve hazzına ulaştığı dönüm noktası değil midir sizce? Cevabı siz okuyanlarıma bırakıyorum.