YENİLİKÇİ-MODERN YAKLAŞIMLI TEMEL EĞİTİM/ÖĞRETİM İÇİN EL ELE
Eğitim öğretim dünyanın en büyük zenginliği ve serveti. Geleceğimiz olan evlatlarımıza bırakabileceğimiz en büyük miraslarımızdan.
Merhabalar Sevgili Apelasyon Ailesi, Okurları ve Takipçileri,
Teknolojinin bizlere sağlamış olduğu en büyük imkanlardan biri olan internetten faydalanarak Apelasyon e-dergi platformundan sizlere seslenmenin bana çok büyük bir gurur ve onur verdiğini belirterek söyleşi tadındaki makaleme başlamak istiyorum.
Yazılarımda siz okuyucularıma AB (Avrupa Birliği) eğitim/öğrenim ve öğretim projelerinden, yurtdışında bizlere sağlanan eğitim imkanlarından, farklı ülke ve kültürlerdeki öğrenim ve eğitimle şekillenen yaşam tarzlarından bahsetmeyi planlıyorum. Umarım birlikteliğimizden sizler de benim kadar keyif alırsınız. Yazılarımla sizlerin yeni ufuklara yelken açmanızda bir nebze de olsa ilham kaynağı olabilirsem ne mutlu bana.
Eğitim öğretim dünyanın en büyük zenginliği ve serveti. Geleceğimiz olan evlatlarımıza bırakabileceğimiz en büyük miraslarımızdan. Sınırların bertaraf edilmeye çalışıldığı, küresellik esintileriyle nefes aldığımız yerküremizde bilgi bazlı toplumsallaşma, kültürel deformasyona yer vermeksizin gelenek ve göreneklerimizle yoğrulan sosyolojik yaşam standartlarının yükseltilmesinde ileriye yönelik atabileceğimiz her türde adımın da temel yapı taşlardan bir tanesi.
Eğitim/Öğretim projeleri dendiği zaman ilk aklımıza üniversite ya da yüksekokullar düzeyinde gerçekleştirilen uzun soluklu çalışmalar gelir. Aslında eğitim/öğretim bir ömür boyu süren faaliyetler zinciri olsa da mesleğimizi elimize almakta en son halka olan üniversite kapsamında yapılan eğitim öğretim projeleri elbetteki mesleki anlamda pek çok faydaları da beraberinde getirmekte. Uzmanlık alanım gereği bu konuyu eğitim/öğretim hayatımızın başlangıcı olan ilk halkadan yani temel eğitim/öğretim açısından ele almak istiyorum. Bu nedenle yazılarımda sizlere biraz kendimden ve AB projelerine başlama maceramdan bahsedip, sizlerle birlikte biraz geçmişe döneceğim ama akabinde de günümüz ve geleceğimiz için yapabiliceklerimizden, elde edebileceğimiz kazanımlardan da paylaşımlar yapacağım.
Gayet mütevazi, gelenek ve göreneklerine bağlı, ülkesini ve yaşamı seven bir ailede öğretmen çocuğu olarak yetişmem ve akabinde bu meslek dalını uzmanlık alanım olarak seçmem belki mesleğime derinden gönül vermemin sebeplerinden. Fakülte yıllarında öğrendiklerimle birlikte mesleğe atıldığımda gerçekleştirmek istediğim çalışmaları düşünerek sınavlarımda başarıya ulaşmak akabinde de diplomayı almanın verdiği heyecanla ara vermeksizin mesleğime başlamak kendime inanılmaz bir heves ve şevk, mesleğime karşı ise apayrı bir inanç, sevgi bağı ve saygı oluşturmuştu.
Büyük bir enerji ile başlamış olduğum mesleğimi icra ederken fakülte yıllarındaki hayallerimle beslediğim çalışma şevki ve arzusunun giderek yok olmaya başladığını, günlük koşuşturma içinde yaşadığımız olayların da etkisiyle uzmanlık alanımdaki “kreatif düşüncelerimin” gün be gün kaybolmaya başladığını hissettim. Okula gitmek için hazırlandığım bir günün sabahında aynaya baktığımda gördüğüm yüzden hiç memnun kalmamıştım. Aynada gördüğüm hüzünlü gözlerim ve bezgin duruşum açıkçası beni daha da mutsuz etmişti. Her daim pozitif düşünen, yapıcı bir karakterde, kendisiyle ve mesleğiyle oldukça barışık bir kişi olmama rağmen, aynada görmüş olduğum bu yüz ifadesi “bana” ve mesleğine derinden gönül vermiş, başarma hırsıyla çalışmalarını devam ettiren “öğretmen-bana” ait değildi ve olamazdı. Beni ben olarak, mesleki başarılarıyla kendisini kanıtlamış öğretmen-ben olan yüz ifademe tekrar kavuşabilmek için o gün kendi kendime söz verdim.
Bu kararla birlikte hayatımda pek çok şeyi değiştirmeye ve yenilemeye başladım, en önemlisi de sizlere anlatacağım “AB projelerindeki macerama” da dolaylı bir başlangıç vermiş oldum. Artık durmaksızın öğrencilerim, öğretmen arkadaşlarım, okulum ve en önemlisi de kendi gelişimim için neler yapabileceğimle ilgili araştırmalar yapıyordum. Bu araştırmaların akabinde okulum için yapabileceğim pek çok proje olduğunu ve bu projelerin öğrencilerin ve öğretmenlerin hayatında inanılmaz derecede olumlu katkılar sağladığını öğrendim. Tabiki öncelikle küçükten başlayarak gözümü korkutmadan böyle projeleri becerebilir miyim merakıyla yerel projelerden işe başladım.
‘Farklı ırk, din, diller ve toplumlardan olmak hiç farketmez’ yabancı dil eğitim ve öğretiminde en temel kıstas ‘Öğrencilerin herşeyden önce ilk başta kendi ana dillerini güzel ve kurallı konuşuyor, tarihlerini ve kültür zenginliklerini bilip, tanıyor ve toplumsal gelenek, görenek, örf ve adetlerini bilinçli olarak yaşıyor olmaları gerektiğidir’.
Bu temel noktadan hareketle İstanbul ve onun uçsuz bucaksız güzelliklerinden de esinlenerek, bir gün fotoğraf çekmeye meraklı öğrenci, öğretmen ve velilerimi attım bir tekneye ‘ver elini İstanbul boğazı’ diyerek hep birlikte boğazdaki o muhteşem tarihi güzelliklerimize ‘görsel-inceleme ziyareti’ gerçekleştirdik.
Bu gezi süresince öğrencilerimin keyfine diyecek yoktu. ‘Motivasyon destekli grup halinde yerinde ve görsel eğitim/öğretim’ tekniklerinden faydalandığımız bu tekne gezimizde bir yanda İstanbul’un eşsiz boğazı diğer yanda ise inanılmaz güzellikteki tarihi yapılarımız öğrencilerimizin belleklerinde mevcut ülkemiz sevgisini kat be kat artırmakla kalmayıp, muhteşem tarihimizin tarihi eserlerle görselleştiği o büyülü duruşları öğrencilerimize ömürleri boyunca unutamayacakları anılar ve hayranlıklar da yaşattı.
Öğrencilerimiz bütün gün hem eğlendiler hem de çekmiş oldukları fotoğraflarla sadece fotoğraf çekim tekniklerini, beceri, yetenek ve bilgilerini ilerletmekle kalmayıp, İstanbulumuzun o inanılmaz tarihi yapılarını da en güzel şekilde görüntüleyerek kendi perspektiflerinden tarihi zenginliğimiz ve kültürel varlıklarımızı da ölümsüzleştirdiler.
Okula döndüğümüzde öğrencilerimin hepsi çok mutluydular. Biz öğretmenleri de öyle elbette. Öğrencilerim gezi sırasında ‘en güzel fotoğraf karesini’ yakalamak için harcamış oldukları tüm emek ve gayretler sonunda, çektikleri fotoğrafların daha tam olarak bir adım sonrasında ne işe yaracaklarından da habersizdiler.
Öğretmenler olarak öğrencilerimizin çektiği tüm fotoğrafları bastırdık, öğrencilerimizle ve fotoğraf sanatına gönül vermiş arkadaşlarımızdan da destek alarak her fotoğrafın içeriğine ve ana temasına uygun renklerde seçimler yaparak fotoğrafları çerçevelettik. Okulumuzun düzenlemiş olduğu pek çok kişinin katılımıyla desteklenen bir etkinlikle eğitim/öğretim yuvamızda çok güzel bir ‘Fotoğraf Sergisi’ açtık. Sergi süresince kendi çekmiş olduğu fotoğrafı, kendi beğendiği renkte çerçeveletip yine kendi seçimiyle sergi salonuna yerleştiren öğrencilerimizdeki başarma mutluluğu ile velilerindeki heyecan ve gurur öğretmenleri olarak bizleri çok memnun etmişti. Memnuniyetimizin bir başka sebebi ise öğrencilerimize sadece fotoğraf sanatı ile sınırlı kalmayan ayrıca ülkemizde yeni yeşermekte olan ‘Kuratörlük’ meslek ve sanatının ilk temel bilgilerini elimizden geldiğince verebilmekti.
Başlangıçta herkes fotoğraf sergimizin sadece bir etkinlikle sınırlı kalacağını sanıyordu. Ancak öğrencilerimin yüzlerindeki mutluluğun ve bir etap sonrasında da görsellik-faaliyeti geliştirme bazlı eğitim/öğretimlerinin devam etmesi için İstanbul’un en tanınmış ve kalabalık alışveriş merkezlerinden birinin sergi salonunda daha büyük ve görkemli bir sergi daha açtık. Böylelikle öğrencilerimin gözünden görünen İstanbul Boğazının tüm güzellik ve bir inci tanesi asilliğindeki kültürel zenginliğimizin, daha geniş bir kitleyle buluşmasını sağladık. Sergimizin açıldığı gün hepimizin mutluluğu gözlerimizden okunmaktaydı. Sonrasında ise sergimiz görsel medyadan da övgü dolu yankılar alarak, sergi başarımız pek çok yerel dergi ve gazetede yayınlandı. Öğrencilerimizin fotoğraflarından oluşan bu sergimiz başka okullara da ilham kaynağı olmuştu. Farklı okullarda da benzer faaliyetler düzenlenerek pek çok öğrencinin böylesi bir etkinlikle kendilerini ifade etme şansları da doğmuştu.
Ögrencilerimin eğitim hayatlarına vermiş olduğumuz desteğin yanısıra böyle bir sergi düzenlemenin bana verdiği mutluluk öğrencileriminkinden daha fazlaydı demek doğru olacak. Çünkü aylar öncesinde aynaya baktığımda farkettiğim hüzünlü gözlerimde artık başarı ışıltıları oluşmuş ve kendi kendime vermiş olduğum sözü tutmanın da gururu tüm duruşuma yansımıştı. Herkesin el ele verip gönül gönüle yürüttüğü bu küçük çaptaki projemizden elde ettiğimiz büyük başarımız başka büyük projelere de katılarak başarıya ulaşabileceğimizin de bir kanıtı ve en önemli bir göstergesiydi. Böylelikle yerel bazda başlayan proje maceramı uluslararası boyutlara da taşıyıp faaliyetlerimi büyük bir özveriyle devam ettirmeye karar verdim. Birkaç yerel proje daha yaparak bu konularda bilgi, görgü, beceri, yetenek, tecrübe ve deneyimlerimi artırdıktan sonra, ver elini Avrupa diyerek AB Projelerinde de yeralmaya başladım.
Pekçoğumuzun çevresinden edindiği bilgilerle veya çocukları vasıtasıyla deneyimleme şansı elde ettiği AB projelerini: Comenius, Leonarda, Grundtvig, Jean Monet veya Erasmus adı altında duymuşsunuzdur. Bu projelerin temel amaçları okul eğitimi alanına özel olarak,
- - eğitim/öğretimde kaliteyi artırmak,
- - program ülkelerindeki okullar ve eğitim personeli arasında işbirliğini güçlendirmek ve
- - toplumların birbirlerine yakınlaşma ve anlamalarına yardımcı olmaktır.
Bu istek ve arzuyla başladığım AB projesi macerasının pek te kolay olmadığını fark etmem çok zamanımı almadı. Yaşadığım en büyük zorluk ve karşılaştığım en büyük engel bazı ülkelerdeki bazı meslektaşlarımın ‘önyargılarıydı’. Ancak insanlar arası iletişimin ‘konuşa konuşa’ daha üst bir seviyeye çekilerek, ‘eğitim/öğretim için el ele verelim’ içerikli ‘dostluk ve kardeşlik niyetli’ e-postalara duyarsız kalmanın pek de mümkün olamayacağı fikriyle vazgeçmeden AB proje macerama devam ettim. Tabiki azimli arayışlarımın sonunda çok güzel bir teklifle 9 ülkeden oluşan AB projesine ortak olmayı başardım. Portekiz, İngiltere, İspanya, İtalya, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya ve çok sevgili ülkemiz Türkiye; ‘Our Past Shapes Our Future’ yani “Geçmişimiz geleceğimizi şekillendirir” başlıklı projemizin ortaklarıydı.
Projenin yazımı sürecinde güzel paylaşımlarda bulunuldu ve her partnerin ayrı ayrı katkısıyla şekillenen projemiz tamamlandığında, umutlu bir bekleyişimiz başladı. Projemizin kabul edildiği haberini aldığımızda mutluluktan havalara uçtuk ve ilk proje toplantımızın gerçekleşeceği yurtdışı çalışma ziyaretimiz için gün saymaya başladık.
Derken beklenen gün geldi ve projemiz ‘Kick-off’ yani faaliyet başlangıç toplantımız için Portekiz’e doğru yolculuğumuza başladık. Oraya vardığımızda projeye partner olmadan önceki yaşadığım önyargıların tam tersine denebilecek tarzda çok sıcak ve sevecen bir yaklaşımla karşılandık. Portekizin simgesel pek çok tarihi ve doğal güzelliklerini görme, eğitim sistemlerini yakından gözlemleme ve yemek kültürlerini tanıma imkanı da yakalamış olduk.
Proje ortaklarımızla ilk kez yüz yüze tanıştığımız bu toplantıda bize göre pek çok farklılıklar olsa da birbirlerine bu kadar uzak toplumlar arasında pek çok benzerlikler olduğunu da görmek bizi sevindirdi.
Yeni yerler görmek yeni insanlar tanımak ve farklı kültürle etkileşim her zaman insan dimağında yeni ufukların açılmasını sağlar, ancak bu tür ziyaretler yalnızca bunları sağlamakla kalmayıp insan hayatında kalıcı izler bırakarak, insanın kişiliğinde büyük bir değişimi sağladığını bizzat deneyimlemiş olduk. Nedenine gelince herhangi bir yere turistik amaçla gittiğinizde belki oranın yerel halkıyla bu kadar zaman geçirme şansınız olmuyor. Ancak bu ziyaretler esnasında o ülkedeki ve başka ülkelerden gelen meslektaşlarınızla belli bir süre geçirince, oradaki kültüre çok farklı kültürlerden insanlarla birlikte tanıma fırsatınız olduğu gibi çok farklı objektiflerden bakma ve değerlendirme şansınız da oluyor.
Bizim zengin kültürümüzde de çok güzel bir söz vardır ‘bir insanı tanımak istersen ya birlikte yemek ye ya da seyehate çık’ diye. Bu gerçekten çok doğru bir söz.
Proje faaliyetlerimiz ve toplantılarımız süresince gittiğimiz ülkelerde gerek meslektaşlarımızın gerekse yerel insanların sadece günlük rutini, dil, dini, kültürel yaşantısını incelemedik, ayrıca bizi en çok ilgilendiren ve hatta bir toplumu başlı başına özetleme şansı yakalayacağınız kısmı olan eğitim/öğretim sisteminin de en ince detaylarına dek irdeledik.
Proje ortağı olan ülkelerde gözlemlediğimiz eğitim teknikleri ile bizim eğitim sistemimiz arasındaki farklardan en önemlisi bizimkine göre daha ‘informal bir eğitim’ anlayışları olmasıydı. Çok daha katılımcı, yaparak yaşayarak öğretici ve daha disiplinli bir eğitim sistemleri vardı. Çocuklar sorumluluk almayı genç yaşta öğreniyor ve böylelikle hayatlarında her türlü sorumluluğun kendilerinde olduğu bilinciyle toplumlarına ve kendilerine çok daha faydalı bireyler olarak yetiştiriliyorlardı.
Kültürel yaşantılarındaki en önemli farksa tarihlerine inanılmaz sahip çıkmış olmalarıydı. Tarihin modernizm ve klasikle iç içe geçerek yeni bir sentezle tekrar yaşatılmaya çalışılması, gözleri okşayan tarihi şehirlerin de toplumsal dokusuna yeni bir boyut kazandırmış olması deneyimleyebildiğimiz bir başka gözlemimizdi.
Proje ziyaretlerimiz sona erip evimize her dönüşümüzde yaşadıklarımızın aslında farklı bir olay olup geniş çaplı bir oluşumun içinde olduğumuzu ve bu projenin sonundaki kazanımlarımızın bir ömür boyu bizleri desteklemeye devam edeceğini de fark etmiştik.
İlk proje toplantımız faaliyetleri başlatma amaçlı olduğu için öğrencilerimize bu ziyarette yer vermemiştik. İlk toplantı sonrasında proje ziyaretlerinin öğrencilerimiz üzerine ne gibi artıları olacağını, ne türde bir farkındalık yaratacağını da tahmin edip öngörüler yaptıktan sonra öğrencilerimizin de proje faaliyetlerinde aktif olarak yeralmasını sağladık. Öğrencilerimizle partner ülkelere yapmış olduğumuz ziyaretlerde öğrencilerimizle ne kadar büyük bir kültürel etkinliğin içinde olduğumuzu anladık.
Öğrencilerimizi diğer ülkelere ziyaretlere götürdüğümüzde veya başka ülkelerden öğrencileri ülkemizde ağırladığımızda onları ziyaret ettiğimiz okulun öğrencilerinde konuk olma imkanı verdik ve bunun sonucunda gördüğümüz şey inanılmaz keyif verici bir tecrübe oldu. Öğrencilerimiz konuk olmaları ya da misafir ağırlamaları sırasında çok hoş ve bir ömür boyu sürecek dostluklar, arkadaşlıklar ve kültür köprüleri kurmayı başardılar. Ülkemiz ve vatandaşlarımızla ilgili önyargıların iyi yönde değişmesine de ön ayak oldular. Bir haftalık ziyaretlerinin sonunda hem evlerinde konuk oldukları arkadaşları, hem de aileleri, misafirlerini havaalanında gözyaşları içinde uğurladıklarına tanıklık etmek hala gözlerimin nemlenmesine neden olan hoş anılarımdan biridir.
Birbirinden çok farklı ve mesafe olarak ta çok uzak toplumlardaki insanların birbirlerine bu derece yakınlaşmalarını, aradaki duvarların ve ön yargıların yıkılmalarını sağlamaları açısından bu tür çok uluslu projelerin desteklenmesi gerekliliğine inananlardanım. Çünkü insanlar arası karşılıklı etkileşimin pek çok önyargıyı yok etmekle kalmayıp, ulusların birbirlerine farklı perspektiflerden bakmalarını sağlamada pek çok başka şeyden daha faydalı olduğunu bizzat yakından gözlemleme şansı bulanlardanım.
Öğrenciler açısından proje faaliyetlerimiz çerçevesinde elde edilen kazanımlardan bahsedersek; ailesinden hiç ayrılmamış öğrencileri alıp bir süreliğine başka ülkelerdeki başka ailelerin yanlarında bıraktığınızda öğrencilerimizde gözlemlediğimiz en büyük değişim kendilerine olan özgüven duygularının daha da geliştiği ve bağımsız bireyler olduklarının farkına varmalarıydı. En önemli gözlemlerimizden bir diğeri ise başka toplumlardaki hayatlarla kendi hayatları arasındaki kurdukları sevgi ve dostluk köprüleri ve farklılıkların veya benzerliklerin üzerlerinde bıraktığı pozitif ve olumlu etkiyle yeni bir kişiliğe bürünmeleriydi. Dünyanın globalleştiği şu günlerde bu proje; öğrencilerimizin dünya vatandaşları olarak yetişmelerinde attığımız ilk adımlardan biriydi. Bu sayede belki de ileride ki mesleki yaşantıları için çok gerekli olacak bilgi ve tecrübeleri erken yaşlarda edinmek için gerekli adımları atmalarını sağlamış olduk. Çok dillilik, farklılıklara saygı, ‘değer yargılarına oldukça bağlı ama önyargısız yaklaşımların’ uluslararası ilişkiler ve mesleklerde altın kural olduğu gerçeğini erken yaşta fark etme ve içselleştirme yönünde ilk adımları atmalarına ön ayak olduk.
Mesleki amaçlarım ve uzmanlık alanım gereğince söylemek istediğim: Eğitim/öğretimde sınırları tümüyle aşmamız gerekli. İşte bu noktada en etkin aracımız uluslararası başarılı projeler gerçekleştirmek ya da bu projelerde başarıyla yeralmamız olacaktır. Ülkemizin geleceği olan öğrencilerimizle farklı ülkelerdeki öğrencilerin koşulsuz şartsız sevgi, saygı, barış ve toplumsal değerlerle çerçevelenen gönül birlikteliğine ‘daha çok küçük yaştan çok büyük bir başlangıç’ yapmaları tüm dünya toplumları arasında önyargıların yıkılarak yerini barış, hoşgörü ve dostane yakınlaşmalara bırakmasında en büyük katkılar sağlayacağına hiç şüphe yoktur. Bu gerçekler doğrultusunda biz değerli büyüklerin küçük dimağların gelişimi ve yeni ufuklara açılmaları için elimizden geleni yaparak, hem kendimizi hem de çocuklarımızı geliştirici kapılar açmamız dileğiyle,
Sevgiyle sıhhatle ve hoşçakalın
Müjde Eroğlu Örter