Lefkoşa

Konu : Turizm

Önde oturuyorum; sağ tarafımda şoför, sol yanımda genç zayıf bir kadın var.

Kombosdayım.  Önde  oturuyorum; sağ tarafımda şoför, sol yanımda genç zayıf bir kadın var.  Yok yanlış yazmadım, burada trafik soldan işliyor. Ada'ya İngilizlerden kalan bir armağan...

Evet, Kıbrıs'tayım. Girne'den Lefkoşa'ya gidiyoruz.  Kombos sanırım dolmuş demek. Şoförümüz hiperaktif. Sağ elinde cep telefonu, sol eli direksiyonda; sürekli mesaj çekiyor. Yaşadığım Bodrum'da olsam kaç can taşıyorsun, yapma derim ama burada misafiriz, susuyorum. Yüz yirmi kilometre hızla gidiyoruz ve durmadan kornaya basıyor. Onu biraz yavaşlatmak adına, Adalı mısın diye soruyorum. Doğma büyüme, dedelerden diyor. Basıyor gaza! Adı Cengiz. Cengiz kırklı yaşlarının sonlarında. 

 Bodrum'da körek dediğimiz, sarı çiçek açan, boyu iki metreyi bulan bitki yolun iki yanında çiçek açmış, çok güzel görünüyorlar.  Bodrum'da henüz açmadılar. Burada bütün bitkiler bizden an az bir ay önde gidiyor. Yanımda oturan kadına bu bitkilere ne isim verdiklerini soruyorum. Şaşırıyor. Sanırım iş-güç düşünürken çevresine bakmayı unutmuş. Sonra heyecanla Gavcar bunlar, altlarında beyaz büyük mantarlar olur, Gavcar mantarı deriz diyor. Biz de körek mantarı deriz diyorum. Çok lezzetli olduğu konusunda hem fikiriz. Adı Ayşegül. Mersinli.  Üniversiteyi burada okuyup, bir Ada'lıyla evlenmiş. 

Soldan akan trafik, soldan dönen meydanlar, soldan açılan minibüs kapıları; sağda oturan şoförler garip geliyor. Zihnimde burada araba kullanmaya çalışıyorum: Zor.

Cengiz'e görmek istediğim Büyük Han'ı soruyorum, son durağa yakın diyor. Bizi son durağa dönmeden anayolda indiriyor. Hem Büyük han'ı hem de dönüş için son durağı gösteriyor. Ada'da kaldığım sürece bu hep böyle oldu. Yol sorduğumuz Kıbrıslılar kimi zaman bizi gideceğimiz yere kadar götürdüler.  Rauf Denktaş aksanlı konuşmaları, konukseverlikleri Adalıları hemen ayırmanızı sağlıyor.

Büyükhan'a doğru yürürken dükkan tabelaları dikkatimizi çekiyor. Dükkan isimlerinde soy isimler değil de çift isimler kullanılmış,  Erdal Mahmut gibi. Ayrıca tabelalarda eski ifadelere de çok sık rastladık. Tastik memuru (noter), öğle vakti börek olur gibi...

Büyük Han'ı ararken, Kumarbazlar Han'ını buluyoruz. Bir İngiliz kadına rehberlik yapan Adalı gence neden kumarbazlar hanı denmiş diye sorunca, bilmem hiç sorgulamadım diyor. Bize Büyük Han'ı gösteriyor. Büyük Han'ın sağ köşesinde; vitrini ahşap kepenkli, sandalyelerinin oturma yerleri hasır,  koyu renk ahşap masaları olan, camlarında  "Usta'nın Yeri - Tarihi Sulu Muhallebi-Sütlaç" yazan dükkanı görünce heyecanlanıyorum. Görünürde kimseler yok. Hemen karşısındaki dükkana ne zaman açılır diye soruyorum. İpi çek gir içeri,açık diyorlar. Kapısında bir ipin ucuna ahşap bağlanmış, çekilmeyi bekliyor. Çekmiyorum. Ben önce han kapısından hana gireceğim, hanı gezdikten sonra da buraya gelip oturacağım. Han kapısının diğer yanında bir eskici var.  İkisinin ortasındaki ana kapıdan giriyoruz. Han iyi bir restorasyon geçirmiş, önce üst kata çıkıyoruz.  Küçük her bir odacığında geleneksel  bir el sanatı sergileniyor. Üst katın terasında bir kadın, kasnağa gerili bir kumaşa işleme yapıyor. Kasnağın ucuna tutturulmuş bir büyüteç var.  Bu nakışın ismi Kıbrıs Lefkara  el işi. Hanın alt katında Şenay Ekingen ve oğlundan bu nakışla ilgili pek çok bilgi alıyorum. Rivayete göre Venedik döneminde Venedik asilzadeleri,  denize yakın olmasına rağmen Larnaka ile Limasol arasındaki dağlar arasına gizlenmiş  Lefkara köyüne sık sık gelirler. Buradaki yerli halkın işlediği nakış ile Venedik dantelinin etkileşiminden Lefkara Nakışı doğar. Bu nakışta geometrik desenler hakimdir. Sadece iki renk kullanılır: beyaz ve kahveye çalan yeşil. Bu renkler keten ile buluşur. Keten İrlanda'dan, ipleri Fransa'dan gelir. Bu nakışta yalnızca işleme değil, kofti (kesme-açma) denilen ketendeki ilmeklerin kesilmesi ve işlenmesi ile delikli ve nakışlı bir iş çıkar. Değişik desenleri, bu desenlerin de isimleri vardır.  Yıldız, hurmalı, dere motifi gibi. Dere motifinin ayrı bir önemi var. 15. yüzyılda Ada'yı ziyaret eden Leonardo Da Vinci Lefkara köyünden dere motifli büyük bir masa örtüsü satın alır. Milan Katedraline sunulmak üzere Papa'ya hediye eder. Ve ünlü Son Akşam Yemeği (The Last Supper) isimli yağlı boya freskte bu örtüyü resmeder. Osmanlının Ada'yı  almasından sonra da, Kıbrıslı Türklerle, Kıbrıslı Rumların birlikte yaşadıkları Lefkara köyünde,  Lefkara Nakışı  temel geçim kaynaklarından biri olur. Bugün Lefkara bölgesindeki  her köyde farklı bir Lefkara işi motif işlenir. Bunun nedeni, zor olan bu nakışın hep aynı deseni işleyerek daha seri üretilmesi içinmiş. İlginç doğrusu, bu endüstri mühendisliğinin tarihine de dikkat çekiyor!  Lefkara Nakışı UNESCO tarafından, korunması gereken dünya soyut kültür mirası listesine alınmış.

Handan çıkamadım.  Her adımda bir detay alıkoydu beni. Su kabaklarına dikilen bitkiler, duvarlara asılmış resimler, Kıbrıs'a özgü sepetler... Alt kattaki kahveye oturup, bir sade kahve ısmarladım. Menüye baktığımda anladım ki han iç avlusundaki bu kahve, hanın girişinde gördüğüm muhallebicinin arka kısmı. İpi çekip girseydim  eğer, bu kahveye ve hanın iç avlusuna geçecekmişim meğer! Kahvenin yanına bir de sütlaç istedim. Eşimin istediği ayran, üstü kuru nane serpili olarak geldi. 

Karnımız acıktı, hanın diğer köşesinde Kıbrıs yemekleri  yapan bir lokanta var ama biz Müze Dostları isimli lokantada öğle yemeği yiyeceğiz. Burası,  St.Sophia Kadetrali (Selimiye Camii) bahçesi içerisinde. Lokantanın ismi değişmiş. Bahçe mistik, lokanta telaşlı.  Yemekler bu telaştan nasibini almışsa da, güzel. Kıbrıs köftesi, zeytinyağlı yaprak sarma ve yeşil salatalı bir tabak seçiyorum. Ayranlar gene üstü naneli geliyor. Biz yemek yerken elinde meyve poşetleriyle iki çocuk masaların arasında geçti, sanırım yakında bir pazar var. Yemek sonrası çocukların geldiği yöne yürüyünce boş arazi bizi Bandabuliya'ya ( (belediye pazarı) getirdi. Restore edilmiş, üstü kapalı bu sebze pazarında Kıbrıs el sanatları ürünleri de var. Çarşının diğer kapısı sizi arastaya çıkarıyor. Arastanın dar sokaklarında tipik kafe ve lokantalar var. 

Arastadan çıkıp Girne kombos durağına doğru yürürken az ilerideki;  Lefkoşa'yı bağrından ikiye bölen, adı yeşil hat olsa da dikenli olan sınırı görmeyi yüreğimiz kaldırmıyor. İlerliyoruz ve sol kolda bitişik düzen,  tek katlı evleri olan sokaklar ilgimi çekiyor. Burası 1900 yılların başlarında Osmanlı tarafından yapılmış ilk sosyal konut projesi olan Samanbahçe Evleri. Evlerin önünde bahçe yok ama trafiğe kapalı sokaklar saksı çiçekleriyle dolu. Kapı önlerinde sandalyeler var. Kimi kapı pencereleri ve kapılar açık. İçerilerine bakmadan geçemiyorum. Son derece yalın, işlevsel evlerin girişleri küçük objelerle dolu.  Bu evlerde hayat var!

Kombosdayım. Girne'ye gidiyorum. Radyoda bir müzik çalıyor. Şarkılarında, yollarında, binalarında, bitkilerinde;  Ada'yı tarih boyunca istila eden toplumların izlerini taşıyor Lefkoşa.

Biraz yorgun,  biraz karışık,  biraz dağınık...