Bilim-Felsefe-Tarih Üzerine Gıda Katkılı Aforizmalar

Yazar : Ayhan CÖNER

Evren’in ve dolayısıyla doğa’nın kurallarını eski çağlardan beri öğrenmeye ve gizemini çözmeye çalışan insanoğlu, yaşama tutunabilmek için ezelden beri hep güçlü ve kuvvetli olmaya çalışmıştır.

Evren’in ve dolayısıyla doğa’nın kurallarını eski çağlardan beri öğrenmeye ve gizemini çözmeye çalışan insanoğlu, yaşama tutunabilmek için ezelden beri hep güçlü ve kuvvetli olmaya çalışmıştır. Zaman içerisinde değer yargıları değişen insanoğlu için materyalizmin diyalektik süreci, Marx’ın maddeciliği ile üretici güçlerin toplumsal hayata yansımaları sonucunda çeşitli ideolojik formlar ve değerler doğmuştur. Hangi form ve değer olursa olsun, Materyalist icin büyüme içeriden dışarıya doğru bir hareket, bir tür genişlemedir ve suret bu süreçle varlığa gelir.  Filozofa göreyse büyüme dışarıdan içeriye  doğru bir harekettir; bir çelişme degil, bilincin varlığın merkezine dogru yönelmesidir. Felsefe, gizli yeteneklerini ortaya çıkarabilen bütün insanların, eninde sonunda ilahi alemlerde bilinçle var olacağını ileri sürer. 

Ağaç felsefi büyümenin sembollerinden biridir. Ruh ağacı kendi tohumunun kaynağına doğru, içe büyür ve sonunda iki alemi birbirine bağlar. Kadim bilgilere sahip olan eski uygarlıklar tüm yaşamları boyunca doğa’ya son derece saygılı bir duruş göstermiş, kendilerini doğa’ya adapte etmiş ve doğa’daki tüm canlılar ile birlikte 4 temel element olan ateş, hava, toprak ve su’yun birbirleri ile olan ilişkisini belli ritüeller eşliğinde kullanarak yeryüzünü gökyüzü ile ilişkilendirmeye gayret etmiş, bedenlerini terk edecekleri ve ruhlarına gerçektan sahip olacakları güne olan inançları temel edinerek yaşamışlardır. 

Dört elementin birbiri ile olan zıtlıkları yaşam sürecinde kendisini değişik şartlarda belli eder. Örneğin alev odundan beslenerek havayı yiyip bitirir. Hava ağaçlarının büyümesi için tek koşuldur. Odun havanın ateş tarafından bitirilmesine yol açarken, kendi kendisine karşı, kendi kaynağı ile savaşır. Fakat yine de havada oksijen kalır, ağaçlar da mevsim döngülerine göre yeşillenir ya da yaprak döker durur. Ögeler kendi kendilerine karşı kullanılsa da bununla genel doğa yasasi yine de bozulmuş olmaz. Hegel’e göre İnsanin tarihselligi onu doğadan ayırır. Bireyin farklılaştırıcı özgürlüğü ile toplumların aynılaştırıcı birleştiriciliğinin uzlaştırılması hakkında yorumlar konumuzun dışındadır. Bireyin tini mevcut durumu yansıtır ancak büyük insanlar bunun ötesine geçerler ve varolanı kavradıktan sonra önceden varolmayan bir düşünce geliştirirler. Bu bilinç kertesinde alt bilinç ve üst bilinç meselesi ile karşı karşıya olduğunu idrak edebilen insanoğlu için bir çok şey; doğduğunda öğrenme henüz gerçekleşmediğinden belirsizdir. Zaman içinde en yakınlarından ve çevresinden görerek öğrenen insanoğlu bir takım alışkanlıklar kazanır. Bir çoğumuzun özellikle sabah kahvaltılarında vazgeçilmezi halinde olan tost ekmeğinin kızartılması da bu alışkanlıklardan sadece biridir. 

Kızarmış ekmek tüketimi esnasında farkında olmadığımız belirsizliklerden birisi Akrilamid‘dir. Akrilamid ısıl işlem gören yiyeceklerde pişirme sonucunda doğal biçimde oluşan kimyasal bir bileşendir. Akrilamid; ekmek, patates gibi nişasta içeren gıda ürünlerinin 120 C derecenin üzerinde kızartıldığında veya fırınlandığında glikoz gibi basit şekerlerin, protein oluşturan 20 amino asitten biri olan asparajin ile reaksiyona girmesi sonucunda oluşur. Asparajin nişastalı besinlerde doğal olarak bulunan bir amino asittir. Eğer ısıl işlem gereğinden uzun sürerse, altın sarısı olan bu renk, önce kahverengine döner ve nihayetinde simsiyah hale gelerek kararır. Bu aşamada fazla miktarda akrilamid oluşması ve tüketilmesi ise FDA  ve FSA (Flexible Spending Account) ‘nın da belirttiği gibi kansere yakalanma riskini artırmaktadır. (Resimde kızarmış tost ekmeklerinde ısıl işlemin süre ile orantılı olarak tesiri görülmektedir) Bunun yanında kapkara hale gelmiş yanık bir tost ekmeğinin büyük bir kayıp olmadığı durumlarda vardır! Amerika Kimya Kurumu ACS’e bağlı çalışan Applied Material Interfaces’e göre eğer bir ekmek özel bir fırında 18 saat boyunca 80 C’de (176 F) argon gazına tabi tutularak pişirildiğinde karbon köpüğüne dönüşmektedir. Bu oluşan karbon köpüğünün diğer karbon köpükleri ile aynı karakteristik özelliklere sahip olduğu tespit edilmiştir. Kuvvetli, ısı yalıtkanlığı iyi olan, hafif, aynı zamanda elektromanyetik dalgalara karşı korumalı oluşan köpüğün; uçaklar, uzay mekikleri hatta evlerde kullanılan aleve dayanıklı köpüklere göre daha dayanıklı olduğu da gözlemlerde belirtilmiştir. Bu prosesin maliyetinin de düşük olmasının yanısıra, daha da ilginç olan bir durum da ekmek üretiminde maya ve su oranları ile oynandığında karbon köpüğünün içindeki gözeneklerin büyüklüklerinin de değiştiği gözlemlenmiştir. Bu da karbon köpününün mukavemetinin ayarlanabilir olduğuna, diğer bir deyişle değişik ihtiyaçlara göre değişik boy ve sıklıkta karbon köpüğü yapılabileceğine işaret etmektedir.   Bu bilgiyi edindiğinde insanoğlunun tost ekmeğini kızartıp kızartmama kararını vermesi de ayrı bir belirsizlik olarak kalmaya devam edecektir.

İnsanoğlu’nu yaşamda en rahatsız eden şeylerden biri belirsizliktir. Deneysel bilimin belirsizlikleri azalttığı ama bir o kadar daha yeni belirsizlikler yarattığı da aşikardır.  Bu yüzden insanoğlu ölçümleyerek belirsizlikleri azaltma yoluna giderken hedefi hem doğruluk hem de kesinliğe ulaşmaktır. Mühendislik, endüstri ve istatistikte bir ölçüm sisteminin doğruluğu bir niceliğin asıl ölçüm değerine olan yakınlık derecesidir. Bir ölçüm sisteminin kesinliği aynı şartlardaki ölçümlerin aynı sonucu verme derecesidir. Bir ölçüm sistemi doğru olup kesin olmayabilir, kesin olup da doğru olmayabilir, ikisi de olmayabilir veya her ikisi de olabilir. Bir ölçüm sistemi hem doğru hem de kesin ise buna geçerli denir.  Ünlü Fransız filozof ve yazar Voltaire “Belirsizlik (ya da şüphe) nahoş bir durumdur, fakat kesinlik de absurd bir şeydir” der. Buna karşılık Fransız matematikçi fizikçi düşünür Blaise Pascal “İnsanoğlunun başına gelen her türlü kötülük, bir odada sessizce oturmamasından kaynaklanır” der. Neden ile sonuç ilişkisi, “determinizm” denilen kesin ve kestirilebilir evren algısını açıklarken “rastlantı ve kaos” belirsiz olasılıklarla kurulu evren anlayışını gündeme getirmektedir. Heisenberg’in belirsizlik ilkesine göre Belirsiz evren algısında nedenler istatistiksel verilere dayanır. Sonuçlar ise rastlantı ve kaos olarak ikiye ayrışır. Determinizm tam bir kesinliği ve hesaplanabilirliği savunurken kuantum mekaniği ile olasılıklar devreye girmiştir. Evrenin kontrolsüz ilerleyişii bizlere göre hesapsız hareketi sadece Einstein için değil bir çok bilim adamı için son derece rahatsızlık verici kabulu zor bir durumdur. Kestirilemeyen belirlenemeyen her olasılık kaotik bir durumu anlatır. Determinizm için ilk durum çok önemlidir. Bir bilardocu masada topları açarken yaptığı ilk vuruşu defalarca çalışarak düşünce ile el uyumunu geliştirdiği anda usta olur. Olayların başlangıç koşullarına bağlılığı, determinizm ile olasılık arasındaki köprüdür. Üzerinde defalarca çalışılmış hareketlerin bile gerçekleşmediği durumlar vardır.  

Şık bir kadehte kokteylinizi yudumlarken bardağın içine göz yaşı damlası gibi süzülen likiti ve etil alkolün uçuşan buharını farkeder ve durumun derinliklerine inmek isterseniz, enerji dolu moleküllerin çarpışmasını ve çok enerjili olanların bardaktan kaçmasını düşünürken kaçan su moleküllerinin acaba odanın içinde nasıl yayılacağını hayal ederseniz, bir kelebeğin kanatlarının çırpışının bile atmosfere olan katkısının olduğunu ve içtiğiniz kokteylin etkisi yok mu diyerek küçükler dünyasından büyükler dünyasında geçtiğiniz anda; içtiğiniz kokteylin adı “Kaos” olur.  Hesienberg’in belirsizlik ilkesi hakkında belki de en net tarifi şöyledir : “Bir parçacığın konumunu ne kadar hassas belirlerseniz, momentumu hakkındaki bilgileriniz o kadar azalır ve tersine; bir parçacığın momentumunu ne kadar kesin ölçerseniz konumu hakkında da o kadar az bilgiye sahip olursunuz”.  Yaklaşım determinist ya da indeterminist olsa da insanoğlunun büyükler dünyasına geçisinde, geçmiş çağlardan ezoterik tradisyonlarla bugüne gelen ve doğa-evren, insan-evren ilişkilerini ve tesirlerini inceleyen derin bilgiler bütünü olarak tanımlanan “Okultizm” vardır.

İngiliz okültist’lerden ünlü Alastair Crowley belirsizlikten kesinliğe varmak için doğu ve batı mistisizmini harmanlayarak sihirin adımlarını atmayı öğrenmek gerekir der ve sihir’i (Magick) şöyle açıklar: “Bilim ve sanatın tetiklediği değişimin, irade ile uyumlu şekilde meydana gelişi”.

Tarihte bir çok mucizevi olay kayda geçmiştir. Bunlardan Yuhanna İncil’ine göre biri, Hz. İsa’nın bir düğünde şarap bitince küplere su doldurtarak suyu şaraba çevirmesidir. Günümüzde bu tip olaylara pek rastlanmasa da, doğa’da küçükler dünyasında anlam veremediğimiz bir çok olay bizlere sihirli gözükür. İnsanoğlu’nun normal şartlarda sağlıklı yaşaması kendi elinde olmasına ragmen, bugün dünyadaki büyük gıda üreticilerinin piyasalara sürdükleri ve çoğunun sağlığa faydadan çok zarar veren gıda katkı ve koruyucu maddeleri ile bezenmiş ürünlere neredeyse mecburen bağlı hale gelmiş ezbere beslenme alışkanlıkları geliştirmiş olmaları, bir başka anlam veremediğimiz durum yaratarak insanoğlunu kendi eliyle teptiği sağlığını tekrar geri kazanmak için tıp dünyasında ilaç sektörüne dayalı sihirli eller arayışına sokmaktadır. Sağlığını bu gibi yanlış beslenmeden dolayı kaybetmiş kimselerin sağlıklarına tekrar kavuşmak için taşıdıkları ümit, meditasyon teknikleri ile DNA’larına kazıdıkları inanç, vücutları üzerinde kurmayı becerdikleri hakimiyet ve kontrol, bu sayede geliştirdikleri irade, göstermiş oldukları azim ve kararlılık, başvurdukları akıl, her gün dağarcıklarına kattıkları bilgi, bu sihiri başkalarında değil kişinin kendisinde bulmanın yöntemlerini içerir. Doğada bulunan tüm şifalı besinleri keşfederek doğru tüketme yöntemlerini kullanarak kendi sihir ve mucizelerimizi yaratabiliriz. 

Mitolojide de destanlar tarihi olaylara ışık tutan edebi eserlerdir. Küçük dünya’dan büyük dünya’ya nasıl geçeceğimizi bilmediğimizde; tarih sayfalarını gözlerimizin önüne seren edebiyat eserlerine bakmak belki de en doğru yöntemlerden biridir.

Homeros'un ünlü İlyada Destan’ı da Truva Savaşı’nın dokuzuncu yılında 51 günlük bir dönemi anlatmaktadır. Destan, Akhileus’un öfkesi ile açılır ve Hektor’un cenazesi ile sona erer. Bugün dünyamızda benzer şekilde öfke ile başlayan ve cenazelerle biten savaşlar arasında İlyada’nın

18. Bölüm; 560-572 satırlarının biraz olsun umut saçtığını düşünerek paylaşıyorum:

"Tanrı, kalkana koca salkımlar yüklü bir bağ koydu, 
altından güzel bir bağdı bu, 
kara kara üzümler sarkıyordu,
salkımlar gümüş sırıklara yaslıydı boydan boya. 
Göktaşından bir hendek çizilmişti, 
kalaydan bir Çit çizilmişti çepeçevre. 
Bir tek dar yol vardı bağın içinde, 
bağbozumunda oradan geçilir yürünürdü, 
kızlar, delikanlılar, çocuklar gibi şen, 
bal gibi tatlı yemişler taşıyorlardı sepet sepet. 
Ortada bir çocuk, telleri çınlayan bir saz elinde, 
sesler çıkarıyordu sazdan tatlı tatlı, 
güzel bir türkü çağırıyordu ince sesiyle, 
Ötekiler ayaklarını yere vurup uyuyorlar ona, 
sıçrıyor, bağırıyor, oynuyorlardı
...."

Dünyamızda sağlık, sevgi, saygı ekerek; mutluluk, bilgi ve barış biçme dileklerimle.