Su Gibi Düşünelim!

Su, hayatın devamını sağlayan en önemli unsurdur. Suyun olduğu yerde canlılık vardır. Dünyamızın dörtte üçü suyla kaplıdır.

Su, hayatın devamını sağlayan en önemli unsurdur. Suyun olduğu yerde canlılık vardır. Dünyamızın dörtte üçü suyla kaplıdır. Tıpkı biz insanlarda olduğu gibi… Bu suyun sadece yüzde 3’e yakın bir kısmı tatlıdır. Yenilenebilir olmasına rağmen iklim değişimi, kirlilik, yapılaşma, endüstriyel üretim, tarımsal sulamaların artması ve enerji üretimi gibi nedenlerle her geçen gün su kaynaklarının kalitesi ve miktarı azalmaktadır. Suya erişimde sorunlar yaşanmaktadır.

Suya erişim konusunda yaşanan sıkıntıları oluşturan nedenlerin hepsi ayrı inceleme konusudur. Bu yazının amacı ise “suya erişimin ihtiyaç mı yoksa hak mı?” olduğunu düşünmek ve tartışmaktır.

1977’den bu yana bütün halkların temel ihtiyacını karşılayacak miktar ve kalitede suya ulaşma hakkı vardır. Özellikle 1980 yılında temiz ve yeterli içme suyuna erişimin bir insan hakkı olduğu sonucunda birleşilmiştir. Günümüzde hala 663 milyon kişinin güvenli suya erişemediği belirtilmektedir.1 1992 yılında suyun sınırlı bir kaynak olduğuna vurgu yapılarak suyun ekonomik bir değer olduğuna karar verilmiştir. Bu karar çok önemlidir. Çünkü böylece suda kamu hizmeti anlayışından uzaklaşılmaya başlanmış ve piyasa koşullarına bırakılmıştır. Su kaynakları yönetiminin bile özel mülkiyete devredilmesini sağlayan bir görüşün gelişmesine neden olmuştur. Dünya genelinde su kaynaklarının büyük bölümü halen kamu mülkiyetinde bulunmaktadır ve su hizmetlerinin ortalama olarak Asya ülkelerinde yüzde 99’u, Afrika’da yüzde 97’si Orta ve Doğu Avrupa ile Güney Amerika’da yüzde 96’sı, Kuzey Amerika’da yüzde 95’i, Batı Avrupa Ülkelerinde yüzde 80’i kamu kurumları tarafından yönetilmektedir. Ancak uygulanan politikalarla su kaynaklarının kamu mülkiyetinde olmasının anlamı değişmiştir. Anlamamız gereken; suya ilişkin kamu kurumlarının birer piyasa aktörüne, şirkete dönüştürülüyor olduğu ve dünya pazarlarında suyun bu şirketler eliyle pazarlanabilir hale getirildiğidir. Böyle bir durumda su kaynaklarının mülkiyeti kamuda yani devlet uhdesinde kalmakta, ama kaynaktaki sular devlet eliyle piyasalaştırılmaktadır.2

Su, küresel şirketler için 1990’lı yıllarda başlıca gündem maddelerinden biri olmuştur. Dünya genelinde su yönetimi kavramı, 1990 öncesinde suyun teknik olarak kaynaktan kullanıcıya ulaştırılma işlemi olarak tanımlanırken, bu tarihten sonra örgütlenme ve mali yapının yönetimini de içerecek şekilde genişletilmiştir.3 Su yönetiminin özelleştirilmesine ve fiyatlandırılmasına olanak tanıyan politikalar o günlerden bugünlere artık daha fazla uygulamaya geçirilmektedir. Artık suyun özelleştirilmesinin ötesinde su ve su hizmetlerinin ticarileştirilmesi söz konusudur.

Suyun hak yerine ihtiyaç olarak tanımlanması metalaşmasını ve özelleştirilmesini kolaylaştırmaktadır. Kamuya düşen ise denetimdir. Denetim görevinin ise olması gerektiği gibi yerine getirilmesi olanaksız görünmektedir. Dünya sularının henüz yüzde 5’inin özelleştirildiğini düşünülürse, sermaye için ne denli büyük bir kar potansiyeli olduğu da anlaşılabilir. Su endüstrisinin yıllık karı (yaklaşık 1 trilyon ABD doları) petrol sanayinin karının yüzde 40’ına ulaşmış ve ilaç sektörünün karını geçmiştir.4

Su, bugün insanları daha çok çaresiz duruma düşürmektedir ve suya erişimde en çaresiz olanlar ise yoksullardır. Yapılan birçok araştırma, suyun özelleştirilmesi ve fiyatlandırılmasını içeren su yönetimi politikalarının; su fiyatlarını arttırdığını, yoksulların suya erişimini engellendiğini, suyun yönetiminin yabancıların eline geçtiğini ve tekeller oluşturduğunu ortaya koymaktadır.

Son yıllarda çeşitli nedenlerle daha çok yok eden, büyük yıkımlara yol açan, çaresizliğe düşüren yüzü ile karşılaşsak da suyun yaşatan ve canlılık veren olduğunu tekrar hatırlayalım ve su gibi düşünelim!

Su kaynaklarının son damlasına kadar tüketilmesine, kirletilmesine neden olacak hedefleri ve politikaları değiştirmemiz gerekmektedir. Suyun akılcı bir şekilde kullanılmasına olanak tanıyacak, kurallar koymayı unutmadan, suyu kıt yapmaktan ve öyle görmekten vazgeçmeliyiz. Çünkü bu kıtlık düşüncesi onun metalaşmasına neden olmaktadır. Sudan kar etme düşüncesini değiştirmeliyiz. Kullanan ve kirleten öder ilkesinden ziyade kirlenmesine, kirletilmesine ve çok tüketilmesine engel olacak uygulamaları hayata geçirmeliyiz. Teşvik ve desteklemeleri bu yönde daha çok kullanmalıyız. Suyun kullanımında dayanışma ve işbirliğinin geliştirildiği, kadim su hakkının kuvvetlendirildiği ve en kötü durumda olanların durumunun iyileştirildiği politikalar oluşturmalıyız.

Son olarak yazımızı, 1900 yıllık olan ve suyun kirletilmesi, suyoluna zarar verilmesi gibi durumlarda ağır cezaların verileceğine dair maddelerin de yer aldığı dönemin su yasasını içeren yazıtın başlangıç cümleleriyle tamamlayalım!

“Emrediyorum, bana ait olan bu ferman uyarınca, hiç kimse kent çeşmelerindeki veya borularındaki suyu herhangi bir bahane ile uzaklaştıramaz veya dağıtamaz. (Bu yazıt) Kente gelen suyun alıkonulması veya yolunun değiştirilmesinin yasaklanması ve suyun kamu yararına kullanımının tahsisi içindir.”

 

1UNICEF/WHO, 2015. Progress on Sanitation and Drinking Water–2015 update and MDG assessment. http://www.who.int. (Erişim:19 Nisan 2017).

2Üstün, B., 2009. Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu Açılış Konuşması, İktisat Dergisi.

2Güzelsarı, S. ve Tuluay, F.N., 2011. Küresel Su Yönetimi ve Suyun Ticarileştirilmesi. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt: 2011-1 Sayı: 22. http://sbedergi.ibu.edu.tr. (Erişim:07 Nisan 2017).

3Güler, B.A., 1999. Su Hizmetlerinin Yönetimi Genel Yapı. Birgül Ayman Güler (ed.), Baran, E.A., Boztaş, N., Karabıyık, T., Kartal, F., Mutlu, G., Örge, A., Sayın, D., Tulumtaş, S., TODAIE No: 298, YYAEM No: 9, Ankara.

4Barlow, M. and Clarke, T., 2002. Who Owns the Water? The Nation. https://www.ratical.org. (17 Nisan 2017).