Biyoyakıt ve Gıda Güvenliği: Gıda mı Yakıt mı?

Tarımın esas amacı kuşkusuz “beslenme”dir. FAO’ya göre, 2006 yılına referansla, 9 milyara ulaşacak Dünya nüfusu, 2050 senesinde %60 daha fazla tarımsal ürüne ihtiyaç olacaktır.

Bozkurt Özserezli

 İstanbul Ticaret Borsası - Araştırma Proje ve İş Geliştirme Şubesi Müdürü b.ozserezli@istib.org.tr

Dünya’da biyoyakıt üretimi son 10 senede 5’e katlanarak, 20 milyar litreden, 100 milyar litreye ulaşmıştır. Petrol fiyatlarının yüksek olması ve rezervlerinin gittikçe azalması, biyoyakıtı her geçen gün daha cazip kılmaktadır. Gelecekte, biyoenerji, tarımsal hammaddelerin üzerindeki baskıyı artıracak, su ve toprak savaşlarını kaçınılmaz kılacaktır. 

Tarımın esas amacı kuşkusuz “beslenme”dir. FAO’ya göre, 2006 yılına referansla, 9 milyara ulaşacak Dünya nüfusu, 2050 senesinde %60 daha fazla tarımsal ürüne ihtiyaç olacaktır. Bu da daha fazla su, gübre ve toprak demektir.  

Gıda güvenliğinin (ya da güvencesinin) en büyük tehditlerinden biri tarımsal ürünlerin beslenme yerine enerji ihtiyaçlarını karşılama amacıyla üretilmesidir. Biyoyakıtlar, FAO tarafından 1996’da belirlenen, gıda güvenliği tanımının 4 temeline (bulunabilirilik, erişim, kullanım ve istikrar) doğrudan etki etmektedir. 

Bakanlığımızın tanımına göre, biyoyakıt iki şekilde sınıflandırılmaktadır. Biyoetanol, içerisinde etil alkol bulunan, hammaddesi şeker pancarı, mısır, buğday ve odunsular gibi şeker, nişasta veya selüloz özlü tarımsal ürünlerin fermantasyonu ile elde edilen ve benzinle belirli oranlarda harmanlanarak kullanılan alternatif bir yakıttır . Biyodizel, kolza (kanola), ayçiçek, soya, aspir gibi yağlı tohum bitkilerinden elde edilen yağların veya hayvansal yağların bir katalizatör eşliğinde kısa zincirli bir alkol ile (metanol ve ya etanol) reaksiyonu sonucunda açığa çıkan ve yakıt olarak kullanılan bir üründür.

70’li yıllarda fosil enerjiye alternatif olarak ortaya çıkan biyoyakıtlar, birkaç sene önceki petrol krizinden sonra tekrar ivme kazanmıştır. Artan biyoyakıt kullanımı, 2007-2008 gıda krizinin en önemli sebeplerinden biri olarak gösterilmiştir. HLPE, küresel biyoyakıt kullanım payı %1,5-2’den, 2020 yılında, gelişmiş olan ülkelerde %8’e, gelişmekte olan ülkelerde ise %6’ya çıkacağı tahmin etmektedir. FAO ve İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı’nın (OECD ya da OCDE) öngörülerine göre, biyoyakıt üretimi gelecek 10 senede ikiye katlanacaktır. Dünya Doğayı Koruma Vakfı’na (WWF) göre ise, 2050 yılında, Dünya’daki tarımsal arazilerin 1/6’sı yani yaklaşık 250 milyon hektar alan, biyoyakıt üretimine ayrılacaktır.   

ABD ile AB arasında iki farklı tarımsal yakıt stratejisi oluşmuştur. Avrupa ülkeleri Dünya’daki biyodizelin yaklaşık yarısını üretip tüketirken, ABD ise Dünya’daki biyoetanolün %60’ından fazlasını üretip tüketmektedir. 

2007’deki petrol krizinden sonra, gelişmiş ülkelerde uygulanan kamu politikaları (vergi, kota, gümrük, belli oranda akaryakıta ikame zorunluluğu vb. uygulamalar), geri dönüşülebilir enerjileri özendirmektedir. Özellikle, AB’nin (2020 stratejisi) ve ABD’nin (farmbill) tarım politikaları biyoyakıtı teşvik etmektedir. ABD’de üretilen mısırın (ki bu Dünya’daki mısır üretiminin yaklaşık yarısıdır) %30’su, Brezilya’da üretilen şeker kamışının %50’si biyoetanol, AB’de ise başta kolza yağı olmak üzere, yağlı tohumların yaklaşık yarısı biyodizel üretimine harcanmaktadır. Örneğin, ABD’de 2001 yılında, 6,4 milyar litre olan biyoetanol üretimi, 2011 yılında 52,6 Milyara ulaşmıştır. AB, 2020 hedefindeki, enerjisinin %10’luk kısmını biyoyakıttan karşılama hedefini, 2012 yılındaki direktifle %5’e düşürdü; zira önceki hedefi tutturabilmesi için, 20 ila 30 milyon hektarlık araziye ihtiyacı olduğu tahmin edilmekteydi. Bu sayı Türkiye’deki ekilebilir araziye yaklaşık olarak tekabül etmektedir. AB bu ihtiyacı ancak kıtası dışında karşılayabilirdi.        

2008 senesindeki finansal kriz, yatırımcıları tarımsal emtialara yöneltmiş ve üçüncü Dünya ülkelerindeki tarımsal arazi kiralamaları ve satın almaları büyük bir ivme kazanmıştır. Gelişmiş olan ülkeler, yatırım fonları, çok uluslu şirketler Afrika, Asya ve Güney Amerika başta olmak üzere, uzun vadeli kiralamalar ya da satın almalar ile toprak gaspına [“land grabing” (ing.) “accaparement des terres” (fr.)] başlamıştır. Dünya Gıda Güvenliği Komitesi CFS’ye göre, bu alanların 2/3’ü biyoyakıt yatırımı için kullanılmaktadır.  Birçok sivil toplum örgütünün topladığı ortak verilere göre, 2000 yılından 2011 yılına kadar, 1217 anlaşma ile 83 milyon hektar tarımsal alan el değiştirmiştir. Bu alanların 52,6 milyon hektarı Afrika’dadır. Bu miktar, kıtadaki tarım arazilerinin yaklaşık %5’ne denk gelmektedir. Yani yaklaşık olarak Kenya’nın yüzölçümüne eşdeğerdir. Örneğin, FAO verilerine göre, halkının 1/3’ü açlık sınırının altında olan Sudan’da, 10 milyon hektar tarımsal alan uzun vadeli kiralanmış ya da satılmıştır. 

Son 5 senede, Brezilya’ya şekerkamışı üretimi için yapılan yabancı yatırımların 22 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir. 2006 yılında şekerkamışı arazilerinin %3’ü yabancı yatırımcılara ait iken, CFS’ye göre 2013 yılında, bu oran %33’e çıkmıştır. 

Malezya, Tayland, Endonezya ve Hindistan gibi ülkelerde ise, biyoyakıt için, palm yağı üretimi gittikçe artmaktadır. FAO ve OCDE tahminlerine göre, Arjantin’in, soya ile 2020 yılında, Dünya’daki biyodizel üretiminin %8’ini karşılayacağı öngörülmektedir.   

Dünya Bankasına göre, 2014 yılı sonunda, ABD’yi geçerek, Dünya’nın en büyük ekonomisi olacak olan Çin, petrol ihtiyacının %55’ini ithal etmektedir. 2030 yılında ise bu oran %75 olacaktır. Çin, 2020 yılında, enerji ihtiyacının %15’ini geri dönüşülebilir kaynaklardan elde etmeyi hedeflemektedir. Bu hedefler doğrultusunda, 2020 yılında 10 milyar litre biyoetanol ve 2 milyar litre biyodizel üretmeyi öngörmektedir. Bu amaçlar ülkenin mısır üretiminin %20’sine (32 milyon ton) toplam hububat üretiminin ise %6’sına eşdeğerdir.  

Tabloda görüldüğü üzere, biyoyakıt üretimi son 10 senede 5’e katlanarak, 20 milyar litreden, 100 milyar litreye ulaşmıştır. Petrol fiyatlarının yüksek olması ve rezervlerinin gittikçe azalması, biyoyakıtı her geçen gün daha cazip kılmaktadır. Gelecekte, biyoenerji, tarımsal hammaddelerin üzerindeki baskıyı artıracak, su ve toprak savaşlarını kaçınılmaz kılacaktır.  

Not: Yazıdaki veriler farklı raporlardan alınmıştır, konu hakkında tavsiye edeceğim en kapsamlı rapor, geçen sene Dünya Gıda Güvenliği Komitesi, CFS (ya da CSA) tarafından yayınlanan “Biyoyakıt ve Gıda Güvenliği” olacaktır.