Müzik Gübrelemesi

Bu yazı gerçeklere biraz daha yakın olacağı için “duygusuz bitkiler” şeklinde sevimsiz bir başlık atmayı uygun bulmuştum ancak yazının sonunda kendi kendine çıkıveren “müzik gübrelemesi” ifadesi benim çok hoşuma gitti.

Mayıs ayındaki duygusal bitkiler yazısının sonunu hanımefendilere “Çiçeğinizle konuştuğunuzda yumuşak yumuşak, daha mı iyi gelişiyorlar?” gibi bir soru sorarak bağlamıştım. Bu soru sadece hanımlara gitmişti bilinçsizce ama diğer yandan şu da bir gerçek ki; bu soruda kastedilen “yumuşak ses tonu” erkeklerden pek de çıkamayacağı için sorunun direk olarak hanımefendilere yöneltilmesi de hoş görülmeli. Her erkek için geçerli olmayabilir ama mesela ben ne kadar yumuşak konuşursam konuşayım, bitkiyi kısa sürede solduracağımdan eminim boru gibi sesimle. Yazının devamında belki daha net anlaşılacak ama erkeklerin bu konuda pek de şansı yok gibi.

Bu yazı gerçeklere biraz daha yakın olacağı için “duygusuz bitkiler” şeklinde sevimsiz bir başlık atmayı uygun bulmuştum ancak yazının sonunda kendi kendine çıkıveren “müzik gübrelemesi” ifadesi benim çok hoşuma gitti. “Duygusuz bitkiler” gibi bir başlığın derin bir hayal kırıklığına sebep olabileceği de kesin gibi ama gerçeklerden çok da fazla uzaklaşmamakta yarar var çoğu durumda. Duygusal olma yada olmama gibi insana özgü kavramları şimdilik bir kenara bırakalım ve ne pahasına olursa olsun, duygularımızı yitirmeyelim yeter.

 

Osmanlıca yazılan ilk tarım kitabı olarak bilinen Revnak-ı Bostan, aynı zamanda bildiğim kadarıyla Cumhuriyet sonrasında Türkçeye çevrilip basılan ilk Türkçe tarım kitabı olarak da büyük önem taşıyor. En eski kopyası 1577 yılına ait. Oldukça eski olmasına rağmen, bahçe bitkileri yetiştiriciliği konusunda bence hala daha önemini koruyor. Okunduğu zaman ister istemez gülebiliyorsunuz ama mevcut teknik bilginizle birleştirdiğinizde anlamlandırabiliyorsunuz. Bana tarımın duayenlerinden rahmetli Dr. Atıf Atilla vermişti kitabın bir kopyasını, saygıyla hatırlatalım kendisini bu arada. İlk okuduğumda en çok dikkatimi çeken kısmı “meyve ağaçlarını korkutma” bölümü olmuştu. Hatırladığım kadarıyla, verimsiz meyve ağaçları için kitapta geçen öneri şöyle idi benim günümüz kelimelerimle:

Elinize bir balta alacaksınız; ağacın yanına gidip, önce kollarınızı sıvıyacaksınız, kızgın ve sert bir sesle ağacın üzerine yürüyüp, baltayı havada sallayacaksınız ve “bre verimsiz ağaç, sen iyice yoldan çıktın, eğer meyve vermezsen seni bu baltayla kesip atacağım!” diyeceksiniz bağırarak… bunu birkaç gün arayla birkaç kez yapacaksınız ağaç kendine gelene kadar… eğer kendine gelip, meyve vermeye başlamazsa, yani sözden anlamıyorsa, baltayla hafif hafif vurarak küçük yaralar açacaksınız.

 

Bu yöntemin doğru zamanda ve gerçekçi bir şekilde uygulandığında çok faydalı olduğu da belirtiliyordu kitapta. Gülünüp geçilebilir yada içinde barındırdığı birkaç detay bugünkü bilgimizle birleştirilip, değerlendirebilir. İkinci kısımdaki baltayla hafifçe yaralama kısmını bugün zaten bilinçli olarak modern meyvecilikte kullanmıyor muyuz? Geriye kalıyor “kızgın ve sert bir sesle ağacın üzerine yürüme” kısmı. Günümüzde bilim insanları işin bu kısmına ciddi bir şekilde eğilmiş durumdalar ve bir çok proje mevcut. “Korkan” bir meyve ağacında ne gibi olaylar cereyan ettiği bugün önemli ölçüde açıklanmış durumda, belki ileri de becerebilirsem yazarım.

 

Burada iki nokta çok önemli ve bitkiler bu iki durumu da aslında çok iyi algılayabiliyorlar. Birincisi “bir varlığın bitkiye yaklaşması”, ikincisi ise “sert ses tonu”. Yıllardır sürekli söylenen “klasik müzik dinletilen bitkiler daha hızlı gelişiyorlar” ve benzeri savlar bir söylenti mi? Yoksa gerçek olabilirler mi? Aşağıdaki fotoğraf günümüz tabiriyle bir photoshop mu? Yoksa gerçek mi? Dinleyiciler gerçek ve Londranın en seçkin bitkileri oluyorlar kendileri; Londra Kraliyet Filarmoni Orkestrası da gerçek; konser de gerçek… Mozart çalıyorlar Londranın elit bitkilerine. Tabii ki bu konser ve kayıt bilimsel bir çalışma değil ancak yola çıkışı sağlayan düşünce şu: “Mozartın müziği bebeklerin beyin gelişimini olumlu etkiliyorsa, bitkileri de etkiliyor olmalı”. Buradan çıkarılacak en önemli sonuç şu; artık karnındaki bebişe Mozart dinleten annelerle dalga geçemeyeceğiz çünkü o zaten çoktan kanıtlanmış!

 

Kaynak ve video için tıklayınız

 

Çiçeklerle ve hayvanlarla yumuşak ses tonuyla konuşulması, bebeklere belli bazı müziklerin dinletilmesi, bitkilerin belli bazı müziklerle yetiştirilmesi ve benzeri gibi bir çok yaklaşıma çoğu zaman gülünür hatta dalga geçilir çünkü ilk paragrafta bahsettiğim o gerçek duygusuzluğun üzerinde pek de durulmaz. Nedir bu bahsettiğim duygusuzluk?... cevap aslında çok basit; “fizik” ve “kimya”… cevap bu kadar basit aslında. Özellikle lise yıllarında ve üniversitenin ilk yılında korkulu rüyam olan fizik ve kimya!

Eğer yaklaşımlarımız “duygusal” olursa, bu konularla dalga geçebiliriz hatta şarlatanlık olarak tanımlayabiliriz ama o duygusallığı ortadan kaldırıp, bence çok fazla duygu dışı olan fizik, kimya ve hatta matematiğe (zannedersem bu derslerden ne kadar çektiğim çok belli oluyor) yer açarak yaklaşımda bulunursak asla dalga geçemeyiz. Öncelikle bizim “duygu” dediğimiz şeylerin de temelinde bahsettiğim bu temel bilimlerin yattığı gerçeğini kabul etmek durumundayız. Aşkın bile kimyası var ve bildiğimiz azotlu, karbonlu, oksijenli ve fosforlu kimya!

“Bebeklere, hayvanlara ve bitkilere müzik dinletmek” gibi bir yaklaşım her ne kadar bizde duygusal bir çağrışım yapsa da aslında bu olayların tamamı, içinde yaşadığımız ve pek de farkına varamadığımız basit fiziksel ortamın cilveleri hatta bugün yanlış anlaşılan “fizik ötesi” nin de bu cilvelerde etkili olabileceği bir gerçek!

 

“Ben bebeğimi Mozart ve caz dinleterek büyütüyorum” yada “bitkilerime Vivaldi dinletiyorum” dediğinizde gülen ve dalga geçen kişileri ikna edip, ciddiyete davet etmek aslında çok da zor değil. Denizaltılarda ve balıkçı teknelerinde kullanılan “sonar” cihazını ve şu çok bilinen “radar” ı filan bir kenara bırakalım çünkü çok demode kalacaklar; “ultrason” ile başlayalım. Aslı bilindiği üzere Ultrasound ve ses dalgalarıyla içimizde ne var ne yoksa görüntüye çeviriyor bu cihaz. Bebeğimizin cinsiyetini de gösteriyor. 2-15 MHz frekansa sahip, işitilemeyen seslere ultra ses deniyor ve duyamadığımız bu ses göremediğimiz ne varsa gözler önüne seriyor. Ultrasonografinin zararı var mı? Tabii var ve dikkatli olunması gerekiyor. Sadece uzmanlar kullanıyorlar çünkü dokularda mekanik zarar yanında termal zarar da verebiliyor. Burada işin çok derinlerine inip, uzun uzun anlatmaya gerek yok ama sadece ultrason cihazını bile düşündüğümüzde “ses” titreşimlerinin dokular üzerinde ne kadar etkili olabileceğini görüyoruz. Günümüzde işitilemeyen ultra ses enerjisinin böbrek taşı kırma operasyonlarında ve beyin cerrahisinde kullanılıyor olması, bize ses dalgalarının olağanüstü gücünü göstermesi açısından çok önemli. Mantık basit; taşı kıran, dokuları yakan, çığ felaketlerine sebep olan ses, neden bitkilerde önemli mekanizmaların başlangıcı olmasın? Bir yaprak bitinin emgi yapmaya başlamasıyla yada köklerin ufak bir engele takılmasıyla başlayabilen bir çok mekanizma ses dalgalarıyla neden başlamasın? Aslında bu kadar olağan bir uyarıcı nedense uzun süre göz ardı edilmiştir.

Yüksek frekanslı ses titreşimlerinin dokular üzerindeki bilinen etkileri yanında, büyüme düzenleyici madde sentezi ve benzeri gibi bitkilerdeki tüm biyokimyasal ve fizyolojik olaylar üzerindeki olası ve henüz tam olarak bilinmeyen etkileri düşünüldüğünde; bitkilere müzik dinletmenin gerçekte ne derece etkili olabileceği özellikle konu uzmanları için zannederim artık oldukça olağan bir duygusuzluk olacaktır. 

Bitkilerimize müzik dinletirken yada onlarla sohbet ederken bize gülen olduğunda yada “köpeğim çin depremini hissetti” dediğimizde bizimle dalga geçildiğinde; onları olabildiğince yüksek frekanslı sesimizle rahatça susturabileceğimizi artık biliyoruz.

Peki bu bitkiler neden özellikle klasik müzik seviyorlar? Hatta klasik müzik de değil; resmen özellikle Mozart, Vivaldi, Chopin seviyorlar!... bitkilerde besteci ayrımı var mı bilmiyorum ama bitkiler aslında titreşimleri seviyorlar yada nefret ediyorlar. Müziğin tarzı başta olmak üzere, melodinin sertliği ve yumuşaklığı, kullanılan enstrümanlar, çalan kişinin tarzı, tuşesi, yorumu ve hatta psikolojisi etkili oluyor bu konuda çünkü daha önce bahsettiğim gibi konu duygusal değil, sadece fiziksel ve örneğin Ravel’in Bolerosunun başında mest olan bitkiler, olasılıkla sonlarına doğru çıldırıyorlardır. Bitki dokularına çarpan sesin özellikle frekansı önemli bu konuda; bestecisi yada yorumcusu değil! Bu sebeple; benim dinlemeden uyuyamadığım rock müzik bitkileri delirtiyor! Hatta 1973 yılında yapılan denemede bitkilerin tamamı rock müziğin etkisiyle kısa sürede çok hızlı büyüyorlar ancak kısa sürede ölüyorlar!... elektro gitardan nefret ediyorlar ama yaylı çalgılara bayılıyorlar… davul ve perküsyondan pek haz etmiyorlar! eğer çalan iyi ise, flüte ve piyanoya da bayılıyorlar… özellikle piyanoda rezonans olarak bilinen genliğe bağlı olarak bitkilerin davranışlarında önemli değişimler gözlenebiliyor çünkü piyano tuşlarının çekiç etkisi tuşlara basış kuvvetine bağlı olarak çok farklı rezonanslara sahip olabiliyor. Farklı frekans ve rezonanslara sahip seslerin bitkilerde önemli değişimlere sebep oldukları artık bugün net biçimde biliniyor. Örneğin 3000 – 5000 kHz lik frekanstaki seslerin bitkilerde stoma geçirgenliğini artırdığı ve buna bağlı olarak besin maddesi alımının arttığı belirlenmiştir ve ticari olarak da değerlendirilmektedir bu bulgu. Örnekler çok çeşitlendirilebilir çünkü 70 li yıllardan itibaren bu çalışmalarda önemli bulgular elde edilmiş ve bir kısmı pratiğe de aktarılmış. Bir çok farklı freakans ve rezonansta sesler denemeye alınmış, farklı enstrümanlar farklı türde müziklerle denenmiştir.

 

Bizler ortam koşulları dendiğinde ışık, su, nem, rüzgar, karbondioksit ve sıcaklık gibi konular üzerinde çok düşünürüz ama nedense ortamdaki sesleri göz ardı ederiz. Üst kat komşumuz gürültü yapmadığı sürece sesler pek önem taşımaz bizim için ama işin gerçeği ortamdaki duyulabilir ve duyulamaz sesler bizi ve tüm canlıları oldukça fazla etkiler, farkına varmayız pek. Ses dendiğinde de nedense sadece konuşma ve müzik aklımıza gelir. Rüzgarda birbirine sürten dalların, yağmurun, kuşların ve böceklerin sesini aklımıza getirmeyiz. “Belki de bitkilerimiz için çevrede yaşayan diğer canlıların sesleri büyük önem taşıyordur? Ama biz modern tarım yaparken onlara pek de dostça davranmıyoruz değil mi?” gibi bir soru işareti bırakayım akıllarda…

“Müzik gübrelemesi” organik tarım yönetmeliğine ne zaman girer bilmiyorum ama yakın bir gelecekte laboratuvarlardan çıkıp, pratiğe aktarılacağı neredeyse kesin gibi. Bizim şimdilik bilinçli olarak yapabileceğimiz şey Mozartın tüm eserlerini; Vivaldi, Chopin, Beethoven, Bach gibi bestecilerin bazı eserlerini; Yaylı çalgılarla çalınan hafif oda orkestrası eserlerini; günümüzde popüler olan ve rahatlama müziği (relaxing music) olarak bilinen müzikleri; bazı hafif caz parçalarını bitkilerimize dinletmek ve çayımızı demleyip, onlarla sinirlenmeden sohbet etmek. Belki de en önemlisi; bitkilerle dost diğer canlıları yok etmemek…

kim bilir! ağustos böceği bitkilerimiz için çalıyordur durmadan?