Ölümünden Sonra Kıymete Binen; Charles Pierre Baudelaire

Yaşam birçoğumuz için bir kabulleniştir. Yaşadığımız yüzyılın, yaşadığımız toplumun, ailenin bize sunduğu ne varsa sorgusuz sualsiz bir kabullenişle yaşamlarımız sürer.

Yaşam birçoğumuz için bir kabulleniştir. Yaşadığımız yüzyılın, yaşadığımız toplumun,  ailenin bize sunduğu ne varsa sorgusuz sualsiz bir kabullenişle yaşamlarımız sürer. Ancak yaşamı sorularla ve bunlara aradığı yanıtlarla geçiren insanlar da vardır. Yaşamda sorularına yanıt arayanlar için yaşam bir kabul ediş olmaktan çıkar ve bir reddetmeye dönüşebilir. Kimilerinde daha keskin bir şekilde kimilerin de ise hüzünlü bir şekilde yaşamla ve kendimizle ilgili arayışlar devam eder. Böyle insanlar için yaşamın dayatmalarından kurtuluş yollarından biri yazmak ve anlatmaktır. 

 

Yaşamını,  yaşadığı toplumu,  insanları,  duygularını tanımlamaya çalışma çabası ile bir karşı duruş da belirir. Bazı edebiyatçılarda edebiyat bu karşı koyuşun en iyi anlatım şekli haline gelir. Sevdiklerini hiç zamansız bu yüzden kaybetmeye başlayan insan için eleştirel bakış açısı, zaman zaman öfkeye dönüşen duygular, satırlarda veya dizelerde yol bulmaya ve durulmaya bırakılır. İşte bu edebiyatçılardan birisi de Fransız şair Charles Pierre Baudalaire’dir.

 

19. yüzyılın en önemli Fransız şairlerinden Charles Baudelaire; 9 Nisan 1821’de, Paris'te dünyaya gelir. 1827'de babasının ölümü ve daha sonra annesinin evlendiği, Aupick adındaki üvey babasıyla anlaşamaması sebebiyle mutsuz bir çocukluk geçirmiştir.

 

1839'da, okuduğu okuldan disiplinsizlik sebebiyle atılan Baudelaire, ailesi tarafından hukuk öğrenimi görmeye zorlanması ve bu durumdan sıkılması üstüne başkaldırarak Quartier Latin'de bohem bir hayat yaşamaya başlar.

 

Sürdüğü çarpık hayatı ve Yahudi bir hayat kadınıyla ilişkiye girip, frengiye yakalanması sebebiyle Baudelaire, ailesi tarafından tamamen dışlanmasının ardından 20 yaşında Hindistan'a gönderilir ama aslında oraya hiç gitmez. 1842’de Fransa’ya dönen Baudelaire, sonradan en uzun süreli sevgilisi olan Jeanne Duval'le tanışır.

 

Reşit olunca babasının mirasını alan ancak bu parayı hesapsızca harcadığı için ailesinin miras hakkını geri çekmesiyle parasız kalan Baudelaire, ailesi tarafından velayet altına alınır. Bu durum da Baudelaire’in ömür boyu olgunlaşamamasına sebep olur.

 

Hayatını boş ve manasız gören Baudelaire, 1845’te intihar girişiminde bulunur ve o sene ikinci kez frengi hastalığına yakalanır.

 

1846'da, Les Fleurs du Mal (Kötülük Çiçekleri) adlı kitabına girecek şiirlerini yazmaya başlayan Baudelaire, 1847'de Edgar Allan Poe'yı keşfederek, çocukluğunda öğrendiği İngilizce bilgisiyle, Poe’nun eserlerini Fransızca’ya çevirmeye başlar.

 

1848'de devrimcilerin yanında yer alan, ancak hayal kırıklığıyla sonuçlanan bir deneyim yaşayan Baudelaire’in, 1857'de, Théophile Gautier’e adadığı Kötülük Çiçekleri adlı kitabının Normandiya, Alençon’daki yayıncı olan arkadaşı Auguste Poulet-Malassis tarafından yayınlanmasının ardından eserin içindeki altı şiir kamu ahlakına aykırı bulunduğu için, Baudelaire hakkında dava açılır.

 

Yazdığı şiirlerdeki üslubu nedeniyle ahlaksızlıkla suçlanan Baudelaire, aynı yıl üvey babasının da ölmesi üzerine annesine tekrar yaklaşmaya çalışır.

 

İçine kapanık ve kasvetli bir ruh haline sahip olan sanatçının sağlığı, 1851’de esrar ve şaraba yönelmesiyle iyice bozulur.

 

1860’da yayınlanan Yapay Cennetler adlı eserde de uçlarda gezinen bir kişilik sergileyen Baudelaire, bir tür otobiyografi olan Çırılçıplak Soyulan Yüreğim üzerine çalıştığı ve 1862’de Le Spleen de Paris (Paris Sıkıntısı) adıyla düzyazı şiirlerini yayımladığı sırada frenginin yan etkilerini gittikçe daha fazla hissetmeye başlar..

 

İki yıl kaldığı Belçika’dan dönüşünde felç olan sanatçı 31 Ağustos 1867’de Paris’te ölür ve Paris Cimetière du Montparnasse'a gömülür.

 

Hayatta olduğu sırada kurulmakta olan modern Paris'in metropol yaşantısı üzerine inşa ettiği edebiyatı ve eleştiri yazıları ile yenilikçi estetiğin başlangıcı sayılan Baudelaire, Rimbaud'dan Mallarme'ye, Yahya Kemal’den Cahit Sıtkı Tarancı'ya, sayısız şairi baştan çıkaran 20. yüzyıl edebiyatının en etkili öncülerinden olur.

 

Klasik geleneğe ve egemen modernizme karşı asi ve realizme baş kaldıran bir görüntü çizen Baudelaire’in bu tutumu, yaşadığı dönemde şiirlerinin yasaklanmasına kadar varan düşmanlıklar uyandırdıysa da, ölümünden sonra bu sorgulayan ve kabullenmeyen üslubu avangart sanat ve edebiyatın temelini oluşturdu.

 

Şarapla şiirin yoldaşlığı çok eskilere dayanır. Şarabın başlangıç tarihine uzanır. Rolü çağdan çağa, ülkeden ülkeye farklılıklar gösterse de şarap şiirde yerini hep bulmuştur. Şarap, içkilerin içinde hakkında en çok kalem oynatılanı ve metaforlarla taçlandırılanıdır. Yukarıda hayat hikâyesini okuduğunuz Charles Pierre Baudelaire de öldükten sonra kıymeti anlaşılan şairlerdendir. Baudelaire’nin “Yalnızın Şarabı”nda dizeler şöyledir;

 

Seven kadının o garip bakışı var ya,
Sere serpe yıkansın diye güzelliği
Dalgalı ayın titrek göle gönderdiği
Beyaz ışın gibi bize doğru kayar ya;

Bir kumarbazın sonuncu para kesesi;
Çapkıca bir öpücüğü sıska Adeline’in;
Tıpkı uzak sesi gibi insan derdinin,
Sinirlendirici, tatlı bir müzik sesi,

Bütün bunlar değmez, derin şişe, senin
Dindar ozanın susamış yüreği için
Bağrında tuttuğun etkili balsılara;

Umut, gençlik, yaşam boşaltısın içlere,
- Ve onur, hazine bütün dilencilere,
Ki bizi yengin ve eş kılar Tanrılara!

 

Charles Baudelaire’nin 2006 yılında İş Bankası yayınlarından çıkan “Paris Sıkıntısı” kitabında; şarap, şiir ve erdemi birleştirdiği kelimeleri ise şöyle;

Her zaman sarhoş olmalı. Her şey bunda: tek sorun bu.

Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız.

Ama neyle? ...

 

Şarapla, 

şiirle 

ya da erdemle, 

nasıl isterseniz. 

Ama sarhoş olun...

Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun; “Saat kaç?” deyin. Yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: “Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına!.. Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz...”

Cem KARAGÖZLÜ, 08 Ocak 2014