İklim Değişikliği, Tarım-Gıdaya Erişim ve Enflasyon İlişkisi

Yazar : Ali ÇANDIR

Üç milyar yaşını aşan gezegenimiz, insanlığın kontrolü altına girmeye başladığı bu dönemde ciddi bir biçimde varlığını sürdürebilme darboğazlarıyla karşı karşıya bulunmaktadır.

Üç milyar yaşını aşan gezegenimiz, insanlığın kontrolü altına girmeye başladığı bu dönemde ciddi bir biçimde varlığını sürdürebilme darboğazlarıyla karşı karşıya bulunmaktadır. Bazı görüşlere göre, 150-200 bin yıllık, bazı görüşlere göre ise 50-60 bin yıllık tarihe sahip insanlık hiçbir döneminde olmadığı kadar gezegene hükmetme gücüne sahiptir. Bu gücünü de gün geçtikçe artırmakta ve büyük değişikliği hızlandırmaktadır. Gezegenimizin kendi doğal ekolojik döngülerinde yaşadığı iklim değişikliği dalgaları, bu kez insanlığın güdümüyle yaşanmaktadır. Önceki döngülerin ve değişikliklerin dünya üzerindeki etkilerini ölçümlendirebiliyoruz. Ancak insanlık eliyle başlatılan bu yeni değişikliğin dünya üzerindeki etkileri konusunda pek çok senaryoya tanık oluyoruz.

Bu senaryoların ortak özelliği, pek çok belirtisi ve örneğiyle, yaşamaya başladığımız kuraklık olgusudur. Bu olgunun tarımsal boyutlu olanı bizler açısından hayati öneme sahiptir. Çünkü bir taraftan verim artışı uğruna tarımsal üretime yaptığımız müdahaleler, diğer taraftan da kuraklık olgusu, betonlaşma başta olmak üzere birçok nedenle tarımdan çıkarttığımız topraklar, insanlığın sürdürülebilirliğinin temel dengesini oluşturmaktadır.

 

İklim değişikliğinin gıda üretimi ve gıdaya erişime etkisi çok sık gündeme gelen bir konu. 2017 yılı ülkemizde meteorolojik açıdan sıkıntılı geçmiş olsa da tarımsal kuraklıktan bahsedebilmemiz için henüz çok erken. Tarımsal kuraklık için en az 5 yıllık sürede meteorolojik sıkıntının yaşanması gerekmektedir. Ülkemizde yaşanan kuraklığın tarıma etkisi henüz hissedilir durumda değildir. Bu nedenle kuraklık bahanesiyle gıda fiyatları üzerinden manipülasyon yapılması başta üretici ve tüketici olmak üzere tüm tarafları olumsuz etkileyecek tehlikeli bir durumdur.  

 

Ülkemiz gündeminde sık sık tarımın tüketici enflasyonunu yükselttiği konusu tartışılmaktadır. Oysaki bu tamamen doğru bir yaklaşım değildir. Aylardır, enflasyonun tek sorumlusunun tarım olmadığını, TÜİK rakamlarıyla açıklıyoruz. 2003 ve 2010 baz yılı hesaplamalarıyla tüketici ve üretici enflasyonlarının sektörel eğilimlerini ve bunların enflasyon üzerindeki etkileri analiz edildiğinde açıkça görülecektir ki, tarımın üretici ve tüketici tarafında enflasyon üzerindeki etkisi yükseltici olmaktan çok daha fazla frenleyici ve düşürücü niteliktedir.

 

Gerçek bu iken hala tarımın, enflasyon üzerinde yükseltici etkisi vardır demek, tarımı en hafif ifadeyle günah keçisi ilan etmektir. Eğer gerçek bir enflasyon yükselticisi aranıyorsa, yurtdışı üretici endeksine (YD_ÜFE) bakılmasını tavsiye ederiz. Tarımsal üretim ve ticaret işiyle uğraşan bizler; bir taraftan son yıllarda şiddeti giderek artan ölçüde küçülmek zorunda kalırken, diğer taraftan da haksız kazançlarla enflasyonu azdıran kesim olarak gösterilme çabalarından gerçekten rahatsızız. Çünkü ne yaptığımızı ve yaşadığımızı biliyoruz. Bir somut örnekle açıklayayım; devletin resmi rakamlarıyla özellikle son 8 yıldır tarım kesiminin reel kazancı yaklaşık %70 oranında erimiştir. Yani hem küçülmek zorunda kalmışız, hem reel kazancımız erimiş hem de gerçek dışı olarak enflasyonun baş sorumlusu gösteriliyoruz.

“Parçalanan Dünyada Ortak Gelecek Oluşturmak” temasıyla Davos’ta düzenlenen 48. Dünya Ekonomik Forumu, insanlığın yakın gelecekte karşı karşıya kalabileceği varlık sorununa, iş dünyasının odaklanmasını hedeflemiştir. Çünkü küreselleşme rüzgarıyla geçen 15 yılın sonunda dünya ekonomisi büyümüş, zenginliği artmış ve refah yükselmiştir. Ancak bu büyüme ve artışların insanlığa dağılımında hiç olmadık kadar bozulmalar söz konusu olmuştur. Örneğin dünya gelirinin yüzde 85’i dünya nüfusunun yüzde 1’inin elinde toplanmış bulunmaktadır. Aynı dönemde bir taraftan yükselen kuraklık, diğer taraftan artan gelir sonucunda tarım ve gıda ürünlerinin fiyatlarının yükselme beklentisi tam tersine bir gerçekleşme yaratmıştır. Çünkü artan dünya gelirinin dağılımındaki bozukluk; yeni zenginlerin oluşmasını engelleyen ve mevcut zenginlerin ise daha da zenginleşmesini sağlayan bir yapıdadır.

 

Dünya Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) rakamlarına göre, dünya üzerinde herkese yetecek kadar besin bulmasına karşın; yaklaşık 3 milyar insan yetersiz beslenmekte, 2.1 milyar insan yoksullukla mücadele etmekte ve 800 milyondan fazla insan ise açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Açlık, yetersiz beslenme ve yoksullukla ilk karşılaşan kesimse kırsalda yaşayanlar olmaktadır. Maddi direnci zayıf olan kırsal kesimin kentlere göç etmesi sonrasında ise sorunlar yumağı her geçen gün biraz daha büyümektedir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında kentsel nüfusta hızlı bir artış, kırsal nüfusta ise hızlı bir azalma yaşanmıştır. Kırsal nüfusun azalmasıyla zaman içerisinde düşük gelirlilerin gıdaya erişimi zorlaşmış ve hanehalkının gıda harcamalarındaki payı artmıştır. Gelir farkının her geçen gün biraz daha açılmasıyla önümüzdeki 15 yılın en tehlikeli problemi “gıdaya erişim” olarak görülmektedir. 

Görseller:

  1. http://bit.ly/2E2jfF2
  2. http://bit.ly/2nnZDSl