Yazmak Ulaşana mıdır?

Yazar : Sinem SANLI
Konu : Felsefe

Ne yazmak olduğu konusunda fikir sahibi olmak diye bir şey var değil mi?

Ne yazmak olduğu konusunda fikir sahibi olmak diye birşey var değil mi ? Hayır bazen olmamalı . Zaten yeteri kadar sınırlarımızı çizmiyor muyuz hayata karşı. Kıyımıza yanaşan yeşiller bazen coşkuyla baharı beklemeden yaz güneşini sunamaz mı  bize.

Oysa ilgim olan botanik, doğa ve bütün yeşiller iken, ruhumu bunlarla birleştiren ne varsa onları bir bütün tutmaktı duruşum hala. Yeşilin akışına kapılan ruhun soruları bitmek bilmezken, yaşadığımız doğada bitkiler ile örtüşen yanımızı aramaya koyuluyordum.

Biz mi bitkileri yetiştiriyoruz yoksa onlar mı bizi, ya da kendilerini dünyanın dört bir yanına yaymak için bizi kullananlar onlar mı? sorusu size de gerçekten zihin açıcı gelmiyor mu?

Ceviz yetiştiriyorum derken onlar mı beni  yetiştiriyordu hayata. Bir tohum ekip, bir fidan dikerken yaşadığım kısa anları hayatımın minik adımları sayarken, dibinden su verdiklerimin güneşe dönmüş yüzlerinin attığım adımlarda izlerini görmek belkide beni  buna daha çok bağlıyordu. 

Yaşadığı doğayı anlamlandırmaya çalışan insanla doğa arasında iki bağlantı noktası olduğunu söyleyen  Malinowski;  bunlardan ilki insanın dünyada belirli görünümlerine ait pratik ilgileri olduğunu, diğeri ise insanın belli olgular üzerinde rasyonel ve deneysel bir denetim kurma arzusunu büyüyle tamamlama ihtiyacı derken, belkide kişinin doğadaki kendine ait olduğunu düşündüğü sembolik kimliğini arama arzusuydu.

İnsan, tehlikeli dünyayı açıklamak için duyduğu korkuyu büyüye, ritüele, tabulara dönüştürerek; düşünceyle davranışlarını inanç ve büyülerle açıklamaya çalışıyordu.  Böylelikle insan, deneyimleri ve inançları doğrultusunda “sembolik dizgeleri ortaya çıkarmış” yani yaratıcı eylemde bulunmuş oldu.

İnsan, öncelikle doğanın kendisinden almaya çalıştığı yaşam karşısında bir öteki dünya inanışını yaratmış olup, bu inançla ilk mitini ortaya koymuştu belkide.

İnsanlığın deneyimleri ve inançları doğrultusunda ortaya çıkan sembolik dizgeler, zihni süreçlerinin görünümüyken;  dış dünyanın sunduğu gerçekler, evrenin anlamı bireysel ve kolektif bilinç dışında harmanlanır, yeni bir yorum kazanır. Bu yorum ve bu sembolik dil kurmaca bir yapıya sahiptir. İnsan, kurmaca yapıyı kullanarak korkularını ve kaygılarını dizginleyebilme, bilmediği nesnelere üstünlük sağlayabilme ve nihayetinde evren içindeki konumunu belirleyebilme yetisine sahip olma imkânı bulur. Üstelik bu sembolik dille sadece mitos yaratmakla kalmayıp bu dili yaşam alanına taşır; yaşamın önemli dönüm noktalarını oluşturan doğum, cinsellik, evlilik, ölüm gibi olaylarda ilk ve kutsal örneği tekrarlayan pek çok ritüel gerçekleştirir.  Bu ritüellerse insanın kültürlenme sürecinde ve sosyal yaşamını düzenlemede önemli rol oynamıştır.

Şamanlar sırra erebilmek için dünyanın merkezinde bulunduklarına inandıkları kutsal ağaca tırmanırlar, üç kozmik mekânda yolculuk yaparlar ve kozmogoniyi sembolik olarak gerçekleştirirlerdi.

Sümer mitolojisinde Tammuz, bitki ve ağaçları temsil etmektedir. Hayvancılıkla geçinen toplumlarda ise çoban tanrı olarak bilinir. İsa’nın ölüleri diriltme, Musa’nın bir ağaç dalından yapılma asasıyla gittiği her yeri yeşillendirme mucizeleri akıllara Tammuz’u getirir.

İyileştiren, hayat veren, topraklara bereket getiren bu tanrı, mevsimlerin döngüsünü de sembolize etmektedir.

Yılbaşı ağacı süsleme, Hıdırellez’de gül ağacına dilek asma, Nevruz’da yeşil alanlara gitme ve Paskalya’da yumurta boyama geleneklerinin kaynağı olarak Tammuz gösterilebilir. Bunlara mezarlıklara selvi ağacının dikilmesi de eklenebilir. Diriliş, yeni yaşam, bereket hayat ağacının dallarında gizlidir.

Mitosların kurmaca yapısı, kişisel ve kolektif bilinç dışının yansımasıdır. Modern edebiyatta ise kurmaca yapı oluşturulurken mitoslar ya da mitik unsurlar bilinçli olarak sanatçının kaleminden geçer.

Bu unsurlar, anlatılarda bazen bir benzetme ögesi olarak bazense doğrudan yer alarak karşımıza çıkar. Sanatçı, bu unsurları yeniden yazma ya da metinler arası ilişki kurma tekniklerini kullanarak da yazın dünyasına taşıyabilmektedir. Böylece mitoslara getirilen farklı yorumlar anlatıları zenginleştirir.

Romanlarının merkezine insanı, insan-doğa ilişkisini, feodal düzen karşıtı temleri koyan Yaşar

Kemal, kolektif bilinç dışının ürünleri olan arketipleri, mitik imge ve simgeleri kullanarak kurmaca

yapıyı zenginleştirme yoluna gider. İnsanın, insanlığın gerçeğini ince bir nakış gibi işler. Bunu

yaparken de insan-doğa ilişkisini gözler önüne serer.

 ’’Dağın Öte Yüzü-1’’ üçlemesinin ilk kitabı olan Ortadirek adlı romandaki merkez simgeciliğinin önemli unsurlarından olan kozmik ağaç imgesinin kullanımı ve roman kahramanlarının hayatındaki işlevi belirlenmeye çalışmıştır.

Kemal, beş kişinin hayatta kalabilme serüveni, doğayla mücadelesi, korkuları, kaygıları ve ümitlerini ele alırken mitik unsurlara başvurmaktadır. Bu unsurlardan en dikkate değeri de kozmogoni mitlerinde yer alan kozmik ağaç imgesidir.

Kozmik ağaç imgesi, Orta Direk’te “Ziyaret Cevizi” adıyla karşımıza çıkarken, bu ağaç farklı uygarlıkların mitlerinde olduğu gibi tüm göğü tutmuş, bir ışıkla donanmış ve nihayetinde toprağa kadar inmiştir. Gök, yer ve yer altı arasında bağlantı kurmaktadır. 

Yaşar Kemal, anlatıcı olarak Meryemce’yi seçer ve bu ağaç hakkında şu şekilde bilgi verir:

Bu Ziyaret cevizinin altından geçiyordum bir gece, karanlık, kurşun geçirmez bir gece. Dalları uğulduyordu. Dalları karanlık bir su gibiydi. Tüm göğü tutmuştu ceviz. Birden bir şey çat etti. Döndüm baktım, topraktan bir top ışık cevize doğru ağıyor, o ağdıkça cevizin dalları ışıklanıyor, ışığa batıyor, ışığa kesiyor. Ben orada donmuş kalmışım. Ağzımda dua, oku bire oku ediyorum. Az sonra, cevizin dalları, yaprakları gövdesi, tüm ceviz, karanlığın içine oyulmuş gibi ışığa kesti. Sonra dallarıyla, gövdesiyle ceviz göğe doğru uzadı, şu karşı dağlara doğru genişledi. Tüm dünya, gün doğmuş gibi apaydınlık oldu. Dağların karanlığı durdu, gecenin karanlığı durdu. Siz ışıktan kocaman, karanlığa oyulmuş gibi kocaman, dünya kadar bir ağaç gördünüz mü ? Aman Allah, hikmetine kurban olduğum Allah! Işıktan koskocaman bir ağaç. Güneşin doğduğu yere, yıldızların oraya doğru uzanır. Gece karanlık mı karanlık. Vallahi billahi tek bir yıldız bile yok. Ağaç büyüyor ha büyüyor. Göğe yukarı dallı yapraklı bir ağaç seli, ışıktan bir ağaç seli ağıyor. Şafağa kadar Ziyaret cevizi ışıktan oldu. Şafak atıncaya kadar durdum seyreyledim. Gözlerim kamaştı, bende de hâl kalmadı. Altımdaki at da, o kutlu hayvan da kulaklarını dikmiş bakıyordu. Şu dağın ardından şafak belirip gelince, ceviz de küçüldü , küçüldü , gittikçe ışığını attı üstünden, toprağa indi.”(Kemal, 1960: 112)

Kozmik ağaç imgesinin Meryemce aracılığıyla sunulması bir anlam taşır. Metinde inatçı, gururlu ve kindar olarak görünen Meryemce aynı zamanda dayanıklılığın, savaşçı ruhun ve direncin de sembolüdür.

Bereketli topraklara uzanan zahmetli bir yolculuk beklerken, sıkıntılara direnen kocamış kadın, hayatlarının devamı için canlanma ümidini taşır. Bu sebepledir ki ışıklar içindeki kozmik ağaç yani Ziyaret  Cevizi, Meryemce’nin gözünden verilir.

Mitoslarda ışığın yer alması mitik düşünmenin bir getirisidir. Aydınlık ve karanlık, gün ve gece önemli bir motif olarak yer almaktadır. Gece karanlıkta ışık seline boğulan Ziyaret Cevizi de bu motifin bir örneğidir.  Meryemce’nin karanlık bir zaman diliminde bu ağaçla karşılaşması umutsuzluğun, açlığın; ışık ise ümidin, canlanmanın sembolüdür. Işıklar içindeki bu ağaç inanışa göre geceleri görünmez olur, birkaç ay ortadan kaybolduktan sonra birden normal bir ceviz ağacı gibi yerine gelir.

İnsan, doğada bulunan varlıkların bir ruhu olduğuna inanır ve bu doğa unsurlarına kutsal bir anlam yükler. Ağaçların da bir ruhu olduğuyla ilgili inanışlar oldukça yaygındır. Hayat ağacı imgesi, çoğu uygarlıkta bulunmaktadır. Türk mitolojisinde ağaç kültü sık sık kullanılır. Yunan mitolojisindeki Dryadlar, bunun en dikkat çeken örnekleridir. 

Öyle ki  cevizi “kutlu ceviz” olarak anar Yaşar Kemal.  Ağaçların ruhu olduğuna dair inanış Ziyaret Cevizi aracılığıyla verilmez sadece. Meryemce yol kenarında gördüğü otuz yıllık bir çam ağacını uçmaya hazırlanmış ulu bir kuşa benzetir ve ağaçların da bir ruhu olduğunu şu şekilde dile getirir:

“ Kim bilir, belki de uçuyordur, dedi Meryemce. Ağaçların da insanlar gibi tatlı canları var.”

Soruyorum tekrar:  ‘Yazmak ulaşana mıdır?’ 

Yeşilit yaklaşımımı; doğa-insan ilişkisiyle harmanlayan, felsefeden, mitolojiden tutun edebiyata Yaşar Kemal’e kadar dokunduran ben değildim ki sadece. 

Farklı ruhların bir araya geldiği zamanlarda arka fonda ‘Green Grass’ çalsın istiyor, ayaklarım çimlere uzansın istiyorum. Mümkün olmadığı zamanlarda Meryamceden dinlerken ceviz ağacını, sevgi arsızlığımla bolca su verdiğim kaktüsleri çürütüyordum. 

Tabi her zaman herşey mükemmel olmuyordu değil mi ? Sonra mı ? Anti-green birinin eline bakması için kaktüs tutuşturuyordum, ekolojik demografiyi  ayakta tutmak adına.

 

KAYNAKÇALAR:

Campbell,  Joseph (2000). Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Sabri Gürses (Çev.), İstanbul: Kabalcı.

Cassirer, Ernst (2005). Sembolik Formlar Felsefesi II- Mitik  Düşünme, Milay Köktürk (Çev.), Ankara: Hece.

Gariper, Cafer; Küçükcoşkun, Yasemin (2009). Dionizyak Coşkunun İhtişam ve Sefaleti-Yakup Kadri’nin Nur Baba Romanına Psikanalitik Bir Yaklaşım. İstanbul: Akademik Kitaplar

Gezgin, İsmail (2008). Sanatın Mitolojisi,İstanbul: Sel.

Ibàñez, Félìx Martì (1998). Felsefe Öyküleri, Hamide Koyukan (Çev.), Ankara: İmge.

Malinowski,Bronislaw(2000). Büyü, Bilim ve Din, Saadet Özkal (Çev.) ,İstanbul: Kabalcı.

Moran, Berna (1996). Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, İstanbul: İletişim.

Yaşar Kemal, (1960). Ortadirek,İstanbul: Remzi.