Serpme Kahvaltı ve Köy Kahvaltısı Saplantısı

Yoksa “köy kahvaltısı” ve “serpme kahvaltı” saçmalığı mı desem!

Yoksa “köy kahvaltısı” ve “serpme kahvaltı” saçmalığı mı desem! 

Köy kahvaltısı köyde yenir diye söylenir söylenmesine de bütün benzin istasyonu ve dinlenme tesisleriyle, en kral cadde üstü şehir kafeteryalarında bile “köy kahvaltısı” menüsü çoktandır olmazsa olmazımız oldu. Üstelik kalaysız bakır sahanlarda kuymaklı, mıhlamalı, sucuklu yumurtalı olmalı. Köylü dediğin yedi çeşit peynir, otuz çeşit reçel de koyar sofraya değil mi? Sahi, köyde salam, sosis, pankek, kruvasan da hep bolca yenir zaten! 

Son yıllarda şehirliler hafta sonu kahvaltılarını ev dışında yapar oldular ya, kahvaltı jargonu da epey bir mutasyona uğradı. Hatta çığırından çıktı da diyebiliriz. 

Görgünün yerlerde süründüğü, ziyanlığın had safhada olduğu kahvaltı adı altındaki saatler süren göstermelik toplum seremonisi giderek yaygınlaştı. Köy kahvaltısı ve Serpme Kahvaltı modası önü alınamaz bir hızla tüm ülkeyi sardı. Yerel – yöresel kahvaltı gibi tanımlar da epey revaçta. Belirli yörelerin adı sanıyla anılan kahvaltıları da dahil etmeliyiz bu velveleye. Onlar ki, bazıları gerçekten göz çıkarır durumdalar, iki kişinin asla bitiremeyeceği kadar yüklü bir sofra donatıyorlar ki evlere şenlik. 

Serpme olayı hepten kafa yemelik; kırk bir çeşit serpme deyip salatalık, domates, maydanoz ve yeşilbiber ile kırmızıbiberi ayrı tabaklara koyarak serpiştirenlere gülümsememek elde değil. Mısır şurubuyla yapılıp koruyucularla donatılmış, asit baz sağlayıcılar, tatlandırıcı, koku vericiler, geniş amaçlı E 200, E300, E 500, E 900’lerle kotarılmış fabrikasyon reçellerin sofrada bin bir çeşit renk olduğu göz doyuran serpme kahvaltılardan sıkılmadık mı?  

Bir dönem çok fazla öne çıkan açık büfe kahvaltılardaki bıkkınlık gibi bunların da modası geçecek tabi. Her şey de olduğu gibi cılkı çıkanlar ömrünü de tamamlıyor. Daha özgün ve şık kahvaltılara özenmeye başladığımız noktada arayışlar da çoğalacaktır ki, butik anlayışı benimseyen işletme ve küçük otel konseptleri bu konuda çok hoş spesiyaller yaratıyorlar. Ne var ki geniş kitlelerin bu taraklarda bezi yok, o yüzden karavana usulü ezberlenen serpiştirme tarz hakimiyetini koruyacak gibi görünüyor. 

Köy kahvaltısına kim karşı koyabilir aslında! Her ne kadar “köy” kavramı da anlamını yitirdiyse de hiç mi köyde kahvaltı etmedik?  

Sahi köyde kahvaltıların nasıl yapıldığı bilinmiyor olamaz değil mi? 

Köylerde tarhana çorbası, buğday - yarma çorbası veya süt çorbası ile başlanır güne, öyle biliyoruz. Yanına bir çanak zeytin, biraz çökelek, belki biraz da pekmez ya da bal... Ha, sağılır hayvanı varsa yayık yağı da olur bazen. Hepsi bu. Eskiden köylüler üşenmez bazlama, kapak ekmeği veya sac yufkası da pişirirlerdi erken kalkıp. Mutlaka şimdilerde de yapanlar var, yapıyorlar tabi, özellikle hafta sonu bütün aile bir araya toplanınca… 

Kayaköylü rahmetli dedem erken kalkıp önce adaçayı içerdi sabahları. Yer ocağının korlarını toprak zemine doğru çeker üzerinde adaçayı cezvesini sıcacık tutardı ki erken kalkanların boğazından sıcacık bir sıvı geçsin. Gün ağarıp ev halkı birer ikişer uyanıp da ocağın başına çökmeye başladı mıydı, bu defa anneannem geçerdi ocaklığın başına. Dedemlerin köy kahvaltısında koca bir dığan dolusu tarhana çorbası pişerdi. Nasıl bir tarhanaydı ki evlere şenlik…  

Nohut ve yoğurt ile yoğrulmuş tarhananın üzerine coz diye kızdırılan sadeyağ öyle bir koku salardı ki ortalığa, uyuyan göz uyanır, tıkalı burunlar açılırdı vallahi! Anneannem bir iki diş de sarımsak döver, azıcık kara ekşi (ekşi nar suyu) ile karıştırıp tarhanaya ilave ederdi ki, sabahın köründe sarımsaklı çorba içilir mi sorusu ayaza çıkmış zemheri zürafası muamelesi görürdü! 

Çocukluğumun damak belleği o eski tencere kapaklarını kaldırıverdi işte böyle... Tatillerde gittiğimiz dede evinde, sıcacık yufka ekmeği ve tavşan yüreği zeytinin alaca tuzlamasıyla tarhana çorbasına sabah sabah nasıl da kaşık sallardık… 

Tahin pekmez Anadolu’nun kültüründe var olan bir damak tadı. Soğuk kış günlerinin vazgeçilmeziydi eskiden. Şimdi de seveni çok lakin, kalorisi yüksek diye bazı sofralardan giderek uzaklaşıyor. Ne var ki, şu serpme ve köy kahvaltı furyasına öyle bir yerleşti ki Temmuz Ağustos aylarının kaynar kazan sıcağında bile kahvaltıya dahil oluverdi. Kurdeşen döktürmelik mazallah! Yaz ve kış aynı kahvaltı çeşidi şart tabi! Onun yerine kavun, karpuz, üzüm filan konsa olmuyor! Standartlaşma ve yaratıcılık ikisi bir arada yaşayamıyor bu kesin. 

Olacak, olacak tabi. Çok diri, çok yaratıcı genç şefler ordusu gümbür gümbür geliyorlar, yenilik kaçınılmaz. 

Günümüzde, evimizden bilmem kaç kilometre uzaktaki kahvaltı ortamına gitmek popülist oyuncaklarla donanıp Trafalgar Meydanı’nda dans etmek gibi bir şey. Uzun hafta sonu kahvaltıları, aynı zamanda ahaliyle sosyalleşmeden dijital kameraların fetişizmini de kucaklayan zaman dilimlerimiz oldu... 

Tok ama aç gibi, mutsuz ama keyifli gibi serpiştirilmiş hayatlar yaşıyorken, kahvaltılarımıza göstereceğimiz özen belki biraz daha fazlasını gerektiriyor. Bizi biz kılan küçük ayrıntılar diyebiliriz buna. 

Ege kahvaltısı, Karadeniz, Trakya, İzmir, Van, Antep, Kars, Anadolu, Ada kahvaltısı, Şelale, Değirmen, Bahçe, Göl, Dağ, Kır kahvaltısı, Tekne kahvaltısı diye uzayıp gitmesi gayet doğal. İsim ve tanımlardan ziyade içerikleriyle olsun derdimiz.