Zirai Yayımda Çiftçi – Mühendis Etkileşimleri

Yazar : Amaç KESKİN
Konu : Tarım

“Zirai Yayım” için, çiftçinin sosyal, ekonomik ve kültürel yönden zenginleşmesine yardımcı olunmasına ilişkin gönüllü eğitim sistemi diyebiliriz kısaca.

Ziraatte en zor branş yayımdır. “Zirai Yayım” için, çiftçinin sosyal, ekonomik ve kültürel yönden zenginleşmesine yardımcı olunmasına ilişkin gönüllü eğitim sistemi diyebiliriz kısaca. Yayım, çok yönlü hedefleri olduğu için bir nevi açık öğretim gibidir. 

Zirai yayımın tarihi oldukça eskidir. Tarımın başladığı dünyanın en verimli topraklarına sahip Mezopotamya’da M.Ö.2000’lere ait fare mücadelesi ve sulama hakkında tabletlere rastlanılmıştır. Kadim toplumların tümünün geçmişlerinde zirai yayım çalışmalarına ait arkeolojik bulgulara rastlanmaktadır. Yayımın şu anki durumuna gelmesinde, geçmişte yaşanan zirai afetler, ağır seyreden zirai salgınlar, katastrofik olaylar en büyük pay sahibidir. İnsanoğlu, çok ciddi zararlar doğuracak felaketler yaşamadan ders çalışmayı pek sevmez. Kaynak sıkıntıları ya da türlü afetler başımıza geldiğinde çare ararız, şayet başarı elde edersek bu durumun tekrarlanmaması için önlem almaya çalışırız. “Zirai Yayım”, zirai konularda bulduğumuz çareleri konu hakkında bilgisi olmayan kitleye anlatmaya çalışma toplamlarının bütünüdür. 

Yayımda birinci düsturumuz çiftçinin kendi kendine yetebileceği bilgi ve hüner seviyesine gelebilmesi için destek olmaktır. Hedefimiz, çiftçinin ekonomik ve kültürel açıdan kalkınabilmesi ve ekolojinin düzeltilmesi için eğitim çalışmaları yürüterek onlara destek olmaktır.

Yayım zordur demiştik.  Arge yapıyorsunuz diyelim; tohumu ektiniz,  afet oldu, kurt dadandı, kuş yedi. Seneye bir daha ekip denersiniz. Oysa zirai yayımda anlık gelişecek her türlü duruma hazır olmak ve devamlılık  şarttır. Bu durum ciddi tecrübe ve azim gücü ister. Çiftçinin güvenini sarsmayacak doğru yaklaşımlar esastır. Yeniliğin yayılması meşakkatli ve uzun bir süreçtir. Yağmur çamur, bayram, seyran demeden çiftçinin ayağına gitmek elzemdir. 

Bizde genelde birinci kuşak yayım modeli uygulanmaktadır. Herhangi bir yenilik “akademi”, “teşkilat” ya da “özel sektör arge”lerinde üretilir ve çiftçiye yayım yolu ile empoze edilmeye çalışılır. Bilgi akışı yukarıdan aşağıya doğrudur. Bizde araştırmacı, yayımcı ve çiftçi arasında organik bağ zayıftır. Bu sebeple sistemin gerekliliği olan “gönüllülük” esası daha da önem kazanmaktadır. 

Defaatle şahit olduğum olaylar sonunda söyleyebilirim ki bizim çiftçimiz pek beceriklidir. Rahatlıkla “Türk çiftçisinin elinden gelmeyecek zirai iş yoktur” denilebilir. Yeter ki doğru yöntem kendisine gösterilsin, ekemeyeceği tohum, atamayacağı gübre, yetiştiremeyeceği bitki, hayvan yoktur. Çiftçimizin elleri maharetlidir, üretmeyi çok sever; lakin çok büyük kısmı yetiştirdiği ürün hakkında teknik araştırmayı, yenilikleri takip etmeyi pek beceremez. İşte burada yayımın önemi devreye girmektedir. 

Bizim çiftçi kesimimizin çoğunluğu yaş açısından orta/yaşlı konumundadır. Hal böyle olunca karşımıza türlü sorunlar çıkmaktadır.  Genç nüfusun köyü terk etmesinin ardından köyde kalan yaşlı nüfus, davranış açısından maalesef olumsuz özellikler göstermektedir. Büyük kısmının bilgi dağarcığı, teknik ziraat terimlerini algılayamamaktadır. Çiftçimiz not almayı pek sevmez, kalem, kağıt kullanmaz;  bu sebeple yayım esnasında broşür, kitapçık ve katalog kullanmak önemlidir. Kafalarında bir yeniliği şekillendirmek zordur. Başımızın iki tarafında iki delik vardır (kulaklar), ses bir yerden girip diğerinden çıkar. Oysa göz çukurlarımızın arkası kapalıdır (ensemiz), bu sebeple giren bilgi içeride kalır. Çiftçimiz haklı olarak illa görmek ister, bu yüzden de sunumlarımız mutlaka görsel içerikli olmalıdır. 

Çiftçimizin yarısı riski sever, kalan yarısı ise riski hiç sevmez. Bu durumu toplantılarda mutlaka göz önünde bulundurmalıyız. Her türlü yenilik, çiftçi açısından risk olarak algılanmaktadır. Çiftçi zihninde gereksiz riskler oluşturabilecek konu ve ayrıntılardan kaçınmak gereklidir. 

Bizim tarım sektöründe uğraştığımız materyallerin (bitki , hayvan , toprak, vs…) konuşma gibi bir kabiliyetleri yoktur. Belirtileri yerinde görüp teşhis koymak esastır. Bir hekim günde elli hasta muayene edebilirken biz ziraat mühendisleri bir çiftçinin sorununu bir günde zor çözeriz, keza tarlayı, bağı ya da bahçeyi ziyaret etmemiz şarttır. Hekime giden hasta bir yakınının şikayetlerini anlatınca, hekim ona “getir yakınını göreyim” der; bu durum bizim için geçerli değildir. Bizim zirai üretim alanına gitmemiz şarttır. Ekoloji her bir kilometrede değişir. Çiftçinin sorununa etki edebilecek onlarca faktör sürekli değişkenlik gösterir. Bu durum yayım bahsi için de geçerlidir. 

Yayımcının teknik anlamda kusursuz, köy hayatını iyi bilen, empati gücü yüksek,  mevzuat ve zirai politikalar hakkında bilgili ve özellikle yetişkin eğitimi konusunda tecrübeli olması gerekmektedir. Kendine güven duymak ve alçak gönüllü davranmak, başarı açısından şarttır. 

Çiftçiler mühendisten planlama ister. “Hangi gübreyi ne zaman kullanayım?”, “Hangi ilacı ne zaman atayım?”, “Hangi cins tohum kullanayım?”, vb… Bizim asli görevimiz bu soruları cevaplayıp çiftçiye reçete sunmaktır.  Onun ne ekip ne biçmesi gerektiği gibi gereksiz telkinlerde bulunmamak meslekte ana düsturumuz olmalıdır.  Çiftçinin mutlaka soracağı sorular vardır. Çiftçimiz genelde cevabını bildiği sorularla işe başlayıp karşısındakini tartmayı sever. Güven duygusu arttıkça sorularına devam eder. Binlerce köyde sunum yaptım, demonstrasyon uyguladım. Her sunumun sonunda ısrarlı soru istememe rağmen yeterli soru gelmedi. İletişim ve davranış becerileri kullandım, ürkeklikleri geçince (genelde sunum sonu köy kahvesinde çay yudumlarken)  sancak tarafımdan yanaşıp soru yağmuruna tutuldum. Cevabını bilmediğimiz sorular elbette karşımıza çıkacaktır. Bu gibi durumlarda “Bu konu hakkında bilgim yok, en kısa sürede öğrenip sizi arayacağım” sihirli kelimesini kullanmaktan kaçınmamak  ve süreç sonunda verdiğimiz sözü tutmak şarttır. Önder çiftçiler bizim anahtarlarımızdır, bu anahtarın köyde açamayacağı kapı yoktur, yeter ki o anahtarı doğru kullanalım. 

Diğer önemli bir konu da ziraatin üzeri açık fabrika oluşudur. Bizim hemen her türlü çalışmamız hava şartlarına bağlıdır. Meslek hayatımda iki büyük katastrofik felaket gördüm: 1999 depremi ve 2004 kış mevsimi. Eskiler 1942 kışını anlatırdı, meşe ağaçları kök seviyesine kadar donmuş diye. Çiftçiye mükemmel bir reçete hazırlayabilir ya da onları belirlediğimiz konuda en iyi derecede bilgilendirebiliriz, lakin ya 1942 kışı gibi bir durum gelir başlarına çatarsa?  Hal böyle olunca, hele ki küresel ısınma, iklim değişikliği tehdidinin büyüdüğü bu ortamda tüm yayım çalışmalarımızda ve çiftçiye sunacağımız reçetelerde mutlaka güven aralığını kullanmak, başlarına gelebilecek felaket senaryolarına göre önlem aldırmak şarttır. 

Son bir uyarı daha yapayım. Köy kahvesinde sunum yapan arkadaşlar, lütfen ses tonunuzu yüksek tutun; arka masalardaki okey taşı ve ıstaka seslerini bastırmamız şart. 

Ziraat mukaddes bir meslektir; hele ki çiftçiye bilimsel bilgi akışı sağlayan gönüllülerin emeği, hakkı ödenmez .