Kazanan Tarım ve İnsanlık Olacak

Karantinadan sonra göreceğiz, kazanan tarım ve insanlık olacak.

Karantinadan sonra göreceğiz, kazanan tarım ve insanlık olacak. Bu süreçte dünyada pek çok sıkıntı yaşanıyor. Ama tüm kötü haberlerin yanı sıra iyi gelişmeler de oluyor. Karantina altında yaşamaya, çalışmaya, günlük aktiviteleri sürdürmeye devam ederken, insanlar diğer yandan derinleşme, düşünme, her şeyi gözden geçirme, sorgulama ve karar verme sürecindeler, bu dönemin yeni ismi güzel oldu: KULUÇKA. Bu süreçte benim gibi tarım ve doğa gönüllüsü insanları en çok ilgilendiren ve aslında dünyanın gidişatındaki pek çok konunun ne yönde ilerleyeceğini belirleyen “tüketici davranışları” artık değişecek. Aslında zaten değişiyordu ama değişim bu pandemi sayesinde  nihayet hızlanıyor. 

 

Çünkü;

Neyse ki doğaya hizmet etmeye ve doğayla dost yaşamaya çoğumuz gönüllüyüz. 

İyi haber şu: saflar gittikçe sıkılaşıyor.

Tüm bu faktörler insanları uzunca bir zamandır daha az tüketmeye, sadece tüketici olmaktan çıkıp çeşitli şekillerde ve yollarla tüREtici olmaya, satın aldıkları ürünün adil ve ekolojik olmasını gözetmeye/sorgulamaya doğru evriltmekte idi. Fakat tüm dünya insanlarını düşündüğümüzde yeşil yaşamaya çalışan, bu konuda farkındalığı olan insanların oranı az idi. Ve şimdi Covid-19 imdada yetişti! Tekrar ediyorum, tüketici davranışlarındaki değişim artık daha da hızlı olacak. Son ve vurucu etken olarak da yaşamakta oluğumuz pandemi yukarıdaki maddelere altı çizili olarak eklenecek ve bu yönelimin hızını arttıracak. 

Bu süreçte “iyiye odaklanalım, bu durumu fırsata çevirelim” söylemlerine kendi açımdan değerlendirme yaparsam, en sevindiğim ve “sağ olsun bu virüs de bu işe yaradı” diyeceğim konulardan biri “tüREtici” diye isimlendirebildiğimiz; duyarlı ve ne tükettiğine dikkat eden, aldığı ürünün nerede, nasıl üretildiğini sorgulayan ve ona göre satın alma tercihlerini şekillendiren kitlenin daha hızlı çoğalacağını öngörüyor olmamdır.

Öğrencilerime yerli tohum konusunda hep ısrarlıydım, “azımsamayın, anlatın, çevrenizi bilinçlendirin, çünkü tüketici eğer isterse yerli tohumlar desteklenir, üretilir, önü açılır” derdim. Derdim çünkü “hocam gerçekçi olalım bu tarım sisteminde yerli tohum artık kendine yer bulamaz” derlerdi. Ama yıllar ilerlerken açılmaya başlayan yerli ürün pazarlarını, organik pazarları, marketlerde yerli ürün raflarını gördükçe ikna oldular. Ve artık onlar da yerli sebze tohumları için projelerle bana geliyorlar, ne mutlu. 

 

Ve şimdilerde benzer bir direnç söz konusu yine. Alternatif yöntemlerle ( polikültür, şerit kültürü, doğal tarım, toprak işlemesiz tarım, permakültür, biyodinamik tarım, shumei tarım, topluluk destekli tarım, çiftçi dostu tarım … gibi ) üretilen tarım ürünleri ve onların yine alternatif yollarla satışı, takası konusunda “ama hocam” ile başlayan cümleler var. 2016 yılından bu yana öğretim programımıza aldığımız ‘Alternatif Tarım Yöntemleri ve Permakültür’ dersimde bu direnç hemen gevşedi. Öğrencilerimle beraber tüketici topluluklarının buluşmasına katılarak (Gediz Ekoloji Topluluğunun Balçova buluşması idi) kendi gözleriyle onların üretim yöntemlerini, ürettiklerini birbiri ile takas etmelerini, şehirli insanların onları bulup etik olarak üretilmiş ürünleri almak için o buluşmaya nasıl ve niçin geldiklerini görüp dinledikçe, bunu fark edeceklerinden ve birer ziraat mühendisi olarak doğaya hizmet eden işler yapmaya çalışacaklarından hiç şüphem yoktu. 

 

Şimdi de korona virüsünün sebep olduğu bu kuluçka döneminin ardından, her şeyin gerçekten çok daha güzel, iyi, adil ve YEŞİL olacağına hiç şüphem yok. 

 

Konuşalım, anlatalım, paylaşalım. Çünkü ekolojik yaşamak isteyen güzel insanlar çok ve bu güzel insanların bazılar nereden ve nasıl başlayacağını bilemiyorlar. Ya da bazen farkında olamıyorlar. Tıpkı kendini doğa dostu zanneden kendimle karşılaşmamda olduğu gibi:

 

Bundan uzuuun yıllar önce, Almanya’dan gelen arkadaşım Nina’yı güzel Aydın Dağları’nda bir geziye götürmüştüm. Yüksek rakımlı bir yerde, nefis habituslu ağaçların altında, Menderes Ovası’na karşı mola verdik. Çantamdan muzları çıkardım, yedik ve ben kabuklarını attım. Nina kabukları toplayıp çantasına koydu. Sakın yanlış anlamayın, asla hiçbir yere çöp atmam. Ama meyve kabukları çöp değildi ki, tam tersine organik materyal olduğu için toprağa karışmalıydı, çöpe gitmemeliydi. Tabi ki “onlar toprağın organik madde miktarını arttırır, burada bırakabiliriz Ninacığım” dedim bilmiş bilmiş. Arkadaşımın cevabını hiç unutmam ve hep anlatırım, “Olmaz, etrafta hiç muz ağacı görmedim. Bunları buraya bırakmamalıyız, bu toprak muz kabuğuna alışkın değil, azda olsa zararı olabilir.” dedi. Ekolojist geçinen kendime hemen “bunu koy cebine” dedim, arkadaşıma teşekkür ettim ve yola devam ettik.

 

Her şey çok güzel olacak. Anlatalım, konuşalım, tartışalım, sorgulayalım; yeter ki birbirimize iyi niyetle dokunalım. Bir de toprağa bile alışık olmadığı ve hak etmediği bir şeyi atmıyorken bedenimizin toprağına neler ekiyoruz, durup düşünelim. “Yemek yerken midenize alışık olmadığı gıdaları (burada özellikle ithal gıdaları kastediyorum) göndermeyin, midenize hak ettiği kalitede olan, kaynağı, üretim biçimi, üretirken neleri tükettiğini bildiğiniz/sorguladığınız, adil ve ekolojik olarak üretilmiş gıdaları alın.” mesajımı cebinize koyun isterim. Elin gavuru (Ninacığım seni seviyorum ) toprağa alışık olmadığı organik materyali bile atmadı! Unutmayın. Sevgiler…