Nikâhınız İda’da Olsun mu?

Bir bela dönüyor ahalinin başında ki sormasın kimse! Görsen defedeceksin kılıç ve sopalarla, görünmüyor musibet. Mitolojik ifritler gibi saklıyor kendini; Covit diyorlar adına.

Bir bela dönüyor ahalinin başında ki sormasın kimse! Görsen defedeceksin kılıç ve sopalarla, görünmüyor musibet. Mitolojik ifritler gibi saklıyor kendini; Covit diyorlar adına. 

Sardı tüm dünyayı görünmez elleriyle. İnsanlar iyice şaşkınlaşıp Don Kişot’a benzeyip en ufak bir kıpırtıya savaş açar oldular. İki ayaklı insan nesli bu velvelede ikiye bölünmeden duramadı yine de. İnananlar ve inanmayanların keskin ayracı düştü ortaya, milyonlarca yıl boyunca olduğu üzere yine birlik olamadılar. 

Görünmeyen tanrılara savaş açan mitoloji kahramanları şimdi de Covit’in gazabına uğradılar, uğramaya da devam ediyorlar. Sanıyorlar ki eski dünya düzeni daha güvenli! Oysa yanılıyorlar, yanıldıklarını kutsal dağın bilgeleri biliyor bilmesine de onlara söz geçiremiyor. 

Doğumlar ve ölümler hız kesmeden devam ediyor yine de. Zira hayat denilen muamma her olumsuzluğa rağmen sürüyor. Evlenmeler de… 

Bir mizansen var kutsal dağda; Dağın gelin ve damadını süzüyor zaman inceden. 

Hani eski zamanların İda’sı şimdinin Kazdağı var ya, işte o dağdır burada geçen; Akça pakça kazların beyaz gelinliğine tezat turuncu gagalı kadife çiçekleri tutuyordu narin parmakları arasında gelin kız. Evlenme törenleri için seçmişlerdi bu kutsal dağı besbelli. 

Onlar, Zeus’un gür sesini duymuşlardı; “Ey ölümlüler, ne işiniz var kirlenen kentlerinizin kapalı dehlizlerinde. Gelin buraya, açtım kollarımı gözlüyorum sizi Gargoron’dan. (Karataş Tepesi) Kaçın kalabalıklar arasındaki o görünmez düşmandan, düğün dernek kurup biz bize eğlenelim. Şahidiniz güneş ve ay olsun, kartalım koruyucunuz olsun. Kutsal İda düğün yatağınız olsun... Nikâhınızı da ben kıyayım elbette!” 

Bunu duyan Zeus’un karısı Hera her zamanki kıskançlığıyla “damadın giyeceği rengi ben belirleyeceğim” diyor uzaktan; Kutsal mor renkli bir cepken yakıştırıyor ona da. Ve gelinin elindeki kaz gagası rengindeki turuncu kadife çiçeklerini alıp, onun yerine kocaman bir mor menekşe demedi tutuşturuyor. “Haydi, bembeyaz kazlar tutsun gelinliğinin eteğini şimdi” diyor gururla. 

“Karaçam ve kızılçam gölgelerinde, çitlembik nazarında bir düğün düşleyen günümüz insanlarının rüyalarına giren Zeus ve Hera, davet ediyorlar onları kendi evlendikleri kutsal dağa ve şöyle bir çağrı çıkarıyorlar gençlere; üzüm salkımları, dağ yemişenleri, ballı incirler bırakacağız sunağa, kutsal şarap dolu sağraklar yerleştireceğiz çatal çayırın çimlerine. Arayıp bulacaksınız hepsini birer birer, oynaşacaksınız kutsal dağın bağrında sevgiyle. Ve kutsal evlenmenizle çoğalacaksınız bu yeryüzünde bir kez daha. 

Evlilik dağı İda tüm bereketiyle kutsayacak sizi cömertçe. 

Siz ölümlüler, İda’nın görkemini unutmayın. Gelip şarkılar söyleyin eteklerinde Sappho’nun “sevgini ve mor menekşe kucaklı gelini türküleyerek” “altın kupalarda nektar karıştır şarap doldur bize güzelliğinle” dizelerince coşarak… 

Kaçının sizi esir eden idol bellediklerinizden. Fırsat bilin görünmeyen düşmanınızı. Uzaktaki Kafdağı değil ki bu! Oku, İda - Kazdağı efsanelerini oku, bir yol daha olabilir henüz keşfetmediğin kim bilir! 

Tut yavuklunun elinden belki kısmetindir kutsal dağda evlenmek. 

Görünmeyen düşman yüzünden hani yüzlerce görüntülü konferansa katılmıştın, hani sevdiklerinle uzaktan paylaşmıştın mum üflediğiniz pastaları ve özel günleri… Sizce de komik değil mi birer metre aralıklarla halay çekip kutlama yapmak, dokunmadan sarılmak, uzak uzak oturmak, takı takılsın diye sunak kurbanı olmak! Eğer armağan verecekse davetli olup gelemeyenler, yine verirler armağanlarını uzaktan da olsa hiç merak etme! 

Üç beş altına değişme sağlığını ey ölümlü. Gel tanrıların dağına güvercinler mor çiçekler taksın başına, uzun ömürler sürsün evliliğin.  

Efsaneler gerçek, düğünün kutlu olsun.