Sarnıç Medeniyetine Dönüş

Dedemin eşeği ile sabah çok erken çıkardık yola...

Dedemin eşeği ile sabah çok erken çıkardık yola...

Fethiye sıcağını bilenler bilir, eğer öğle saatlerine kaldıysanız yandınız. Sıcak ve güneş öyle bunaltır ki, gölgede bile diliniz bir karış dışarı çıkardı. O yüzden, dedem Şükrü Çavuş bağımızın üzümlerini eşeğinin iki yanındaki heybelere doldurur alaca karanlıkta Fethiye’ye Paspatur Çarşısı’na doğru yola koyulurduk. Dağ yolu 7 kilometre kadardı, gün ağarmaya başladığında dede torun yarı yolda mola verirdik. Tabii eşeğimizi de hesaba katarsak üç can bir süre soluklanıp dinlenir, yanımızdaki mataradan su içerdik, acıktıysak da yanımızda yufka ekmeği ve çökeleğimiz olurdu. Mola yerimiz Kayaköy ve Fethiye arasındaki Küllü Sarnıç’ın yamacıydı, çünkü dedem eşeğimizi Küllü Sarnıç’ın yalağındaki su ile kana kana sulardı. Elli küsur yıl önce sarnıçlar sulama işlevini gayet güzel görüyordu. 

“Hayalet Köy” diye de anılan eski Rum harabelerinin bulunduğu yamaçlardaki eski Rum evlerinin her birinin kendi sarnıcı bulunur. Evlerin eski sahipleri yıllar önce mübadelede köylerini terk etmiş olmalarına rağmen viranelik yıkıklar arasındaki sarnıçlar halen öylece durmakta. Bazıları epeyce büyük olup çatıdan akan yağmur sularını binaya gömülü duran büyük bir küp şeklindeki sarnıca toplarken, bazıları da kuyu şeklinde olup binadan ayrı bulunmaktadır.

Muğla’nın ilçe ve köylerinin önemli bir kısmında da var olan sarnıçlar eski zamanların çok değerli su temin istasyonlarıymış. Ekili bahçe ve hayvanları sulamak başta olmak üzere, evlerin su ihtiyacını karşılayan sarnıçlar ve onlara ilişkin hikâyeler beni hep meşgul etmiştir. Çocukluğumda sarnıçlara taş atmaya bayılırdım. Kayaköy’de ve köyün etrafında pek çok sarnıç var. Her sarnıcın bulunduğu mıntıkaya göre birer de ismi olurdu. Fethiye’ye inen yolun hemen solundaki Kesikkapı Sarnıcı'ydı. Yürüyerek ya da eşekle inmişsek Fethiye’ye, Kesikkapı Sarnıcı içime ferahlık verirdi, "Oh nihayet yol bitti, geldik." diye.

Kaya çukuru diye de adlandırılan vadideki mahallelerde Kınalı Sarnıcı, Keçililer Sarnıcı, Gökçeburun Sarnıcı vardı. Anneannemlere en yakın sarnıç Hanönü Sarıncı idi, (Kayaköylüler sarnıça sarınç derler) Hanönü Sarnıcı’ndan biraz daha uzağında Gaylanca Mezarlığı’ndaki ise Aksarınç’dır.

Bu Aksarınç ile ilgili bir hikâye var ki ilk dinlediğimde bana çok ilginç gelmişti. Sanıyorum yetmişli yıllarda geçiyor; Amerika’da çok önemli bir üniversitede hocalık yapan bir profesör bu Aksarınç’a yakın eski yıkık bir ev satın alır. Bu evi biraz derleyip toparlayıp içini de yöresel kilim ve doğal kullanım eşyalarıyla döşer. Taştan evin nişlerine bolca da bilimsel kitaplar koyar. Yalnız, evin elektrik ve suyu dahil hiçbir konforu yoktur. Bu profesör her sene yaz mevsiminde iki ayını burada geçirmek üzere gelip gitmeye başlar. Tabii çevreden köylüler elektriksiz ve susuz nasıl yaşadığını merak ettiklerinden bir gün profesöre sormak için kapısını çalarlar. Evden kimse cevap vermez, sadece sarnıcın içinden bir takım sesler gelmektedir. Bir de ne görsünler; çılgın profesör Adem Baba gibi çısçıplak sarnıçta yüzmekte ve bağırarak şarkı söylemektedir! 

Yılan, çıyan, kurbağa filan, türlü hayvanatın da yüzdüğü sarnıca girmekten çekinmeyen profesör, köylüye garip bir söylev çeker; “Ben Amerika’daki okulumda 10 ay çok yoğun çalışarak modern hayat içinde kirleniyorum. Buradan bu sakin dağ başından ev satın almamın nedeni tüm o moderniteden uzaklaşmak, bedenimi arındırmak ve sessizce kitap okuyarak doğal hayat içinde dinlenmek. Çünkü buradan dönünce yine o yoğun hayata gireceğim.”  

Bu profesör o sarnıca nasıl korkmadan giriyor diye çok düşünmüşümdür çocukken. Köylüden satın aldığı süt, peynir, köy yufkası, birkaç sebze meyveyle hiç Fethiye merkeze inmeden iki ayı geçirirmiş. Sarnıca girip yıkanıp, suyunu da kaynatıp içerek herkesi şaşırtırmış.

Suyun öneminin ayyuka çıktığı bugünlerdeki kaygılar sarnıçların işlevini tekrar önümüze seriyor. Evet, suları borularla kilometrelerce öteye taşıyabiliriz, metrelerce yüksek gökdelenlerin üst katlarına da çıkarabiliriz lakin kullanacak su kaynaklarımız varsa çıkarabiliriz! Suyun azalıp bittiği noktada tüm o teknolojilerimiz alt üst olur. Yağmur ve kar sularını bir yerde toplayıp biriktiremiyorsak yer altı sularımızın sonsuz olmadığını anlamamız uzun sürmeyecektir. Milattan önceki yüzyıllarda bile yağmur sularını kapalı alanlarda biriktiren medeniyetleri görmezden gelemeyiz artık. Onların bir bildiği vardı; Antik Roma dönemi gerek yer altı gerekse yer üstü sarnıçları ile örnek olunacak sayısız sarnıç çeşidini bugünlere kadar taşımıştır. Yağmur sularını ziyan etmeyen eski Anadolu medeniyetlerinin ne yapıp ettiğini okullarda daha fazla okutmanın zamanı gelmedi mi?

Kör kuyulara taş atıp virane sarnıçların kapısına kilit vurmak susuzluğa çare değil. Eski medeniyetlerden yararlanmak hiç ayıp değil. Bugünün teknoloji olanaklarıyla her eve her işletmeye sarnıç sistemi kurmayı akıl edebilecek güce sahibiz. Küresel ısınma ölçeğinde her damla suyu tasarruf edeceğimiz yeni dünya işleyişi bunu gerekli kılacaktır. Neyse ki, şimdilerde bazı bireysel uygulamalar sayesinde yağmur sularını tutmaya yönelik çalışmaların yapıldığını duymak çok sevindirici. Eski zamanların sarnıç medeniyetini hatırlamanın zamanı gelmişti.

 

Sular gibi aziz olalım, suyla kalalım.

 

Sarnıçlar; kuyu, kubbe, duvar kuyusu, yer altı dehlizi (Yerebatan Sarnıcı buna örnektir) oyma kaya, yuvarlak ve köşeli gibi oluşumlar içindeki yağmur ve kar suyu biriktiren odalardır. Genellikle kubbe ve tavanlardan akan suyu oluklarla sarnıç içine taşıyan sistem bütünlüğü sarnıçların genel prensibidir. 

 

Sarnıçlarda istinat duvarı, kilit taşı, su dolgu delikleri, kubbe, tonoz, kapı, alınlık, kitabe, engel duvarı, kaplık, iç merdiven, hazne ve yalak bulunur. Yapımında kum ve kireç karışımı harç, kesme taş veya mermer, dere taşı veya kırma taş, yağlı çamur kullanılır. Bazı sarnıçlarda farklı ilaveler de kullanıldığı söylenmektedir fakat bunların doğruluğu kesin değildir. Örneğin hayvan kılı, kamış sapı, yumurta akı gibi... Antik dönemlerden Hititler, Urartu ve Frigyalılara, Lidyalılardan, İonlara, Likyalılara, Bizans ve Osmanlıya kadar pek çok Anadolu medeniyeti çeşitli sarnıç tipleri inşa edip kullanmışlar. Bugün bile hâlâ işlev gören sarnıçlar yüzyıllara meydan okumaya devam ediyorlar. Bodrum sarnıçlarının büyükçe bir kısmı beyaza boyanıp bakım gördüğünden Bodrum’un simgesi olmaya halen de devam etmektedirler.

Görseller:

Yazara aittir, izinsiz kullanılamaz.