Kooperatifçilik Neden Gelişmiyor?

Ne zaman tarım sorunlarından bahsetsek çözüm önerilerinde konu hep kooperatifçiliğe geliyor.

En baştan belirtmeliyim ki burada yazılanlar birilerini rahatsız edecek. Ama ne yapıyım. Yazsam olmuyor, sussam Allah var, gönül razı değil.

Ne zaman tarım sorunlarından bahsetsek çözüm önerilerinde konu hep kooperatifçiliğe geliyor. Özellikle çözümlerin sahaya aktarılmasında kooperatifler olmadan başarı sağlanamayacağı görülüyor. Üstelik tarımda gelişmiş ülkelerin en önemli sorun çözme ve başarılı olma aracı kooperatifler olduğunu artık herkes biliyor. Buna rağmen hala soru kooperatifler ile çözelim dediğimizde otomatik olarak hep aynı bozuk plak devreye giriyor. Kooperatiflerin durumu ortada, gelişmemiş, o yüzden işe yaramaz deniliyor. Kooperatifçilik bizde işlemiyor, çöplüğe döndük, önce kooperatifler kendilerini kurtarsın sonra bakarız diyerek göz ardı ediliyor.

Konuyu bilmeyenler, daha önce de bu sözleri sıklıkla duyanlar ilk anda bu asılsız saçma sözleri doğru sanabilirler. Ama gözden kaçılan çok basit gerçek var. Kooperatif bir araçtır. Nasıl kullanırsanız, öyle sonuç alırsınız. Sonuçta bir başarısızlık varsa suçlu araç değil, aracı kullanandır.

Bu tespitlerden sonra biz sorumuza geri dönelim. Ülkemizde kooperatifçilik neden gelişmiyor?

Bu kadar çok kooperatif var. Çoğu da kurulurken iyi kötü destek almış. Mevzuat engeli ya da yasak nedeniyle gelişip büyüyemiyor da değiller. Bir sürü kamu kurumu bu konuda çalışıyor. Buna rağmen niçin ortağına para kazandırmayı bırakın basit girdi tedarikinden öte ciddi bir şeyler başarabilen kooperatif sayısı neredeyse yok denecek kadar az.

Bu konuya biraz ilgi gösteren her kafadan bir ses çıkıyor. İşin kötüsü bu seslerin çoğu bugüne kadar yaşadıklarından sanki hiç ders almamış gibi hep aynı şeyleri ısrarla tekrar istiyorlar. Hala devlet destek versin, mevzuatı değiştirsin, çatı teşkilat kursun, onu kapatıp bunu açsın gibi yıllardır hiç sonuç alamadığımız hataları yapmak konusunda ısrarlı bir kısırdöngü içinde kıvranıp duruyorlar.

Bu açıdan bakıldığında ilk anda ekonomik temelli olduğu düşünülen sorunun aslında çok daha etkili başka boyutlarının da olduğunu görüyoruz. Sorunları özellikle sosyolojik açıdan ele aldığımızda karşımıza garip sahiplenme durumları çıkıyor. Kooperatifin başına geçenler kimseyi hiçbir işe karıştırmıyorlar. Bilgisi yettiği kadar işleri çevirmeye çalışıyor ama sonunda yetersiz kalıyorlar. Doğal olarak hedeflerin çoğuna ulaşamıyorlar. İşte size sonu aynı hüsranla biten 2 çok bilinen örnek. İlki, kooperatifi bölgemde ilk ben kurayım, benim olsun böylece bir başkanlık statüm, yani toplum içinde itibarım olsun diyenlerden oluşuyor. Bu kişiler ilk kuruluşta ciddi para ve emek veriyor, hatta tüzel kişilik oluşunca bir süre ofis ve sekreter için bile yine ceplerinden harcayabiliyorlar. Sonra dipsiz bir kuyu gibi harcamalara yetişemeyince yatırım tükeniyor. Girişim tabela kooperatifine dönüyor. Ego tatminli bu yaklaşımın bir de iyi niyetli versiyonu bulunuyor. Desteği almak için ya da gerçekten sorunları çözmek için en fazla iki ya da üç kişi, yanlarına zorla ikna ettikleri birkaç dostlarını da alıp kuruluş işlemlerine başlıyorlar. Ceplerinden para harcayıp büyük emeklerle kooperatiflerini kurunca doğal olarak işin başına geçiyorlar. Kooperatifin başkanı olarak her türlü profesyonel işi kendilerinin yapmaları gerektiğini sanarak, her işi sahipleniyorlar. Sahip oldukları eğitim ve bilgi düzeyi ne olursa olsun, hatta ziraat mühendisi ya da ekonomi profesörü bile olsalar sonunda başarılı bir profesyonel yönetim için yetersiz kalıyorlar. Doğal olarak bir süre sonra kooperatif basit girdi tedariki ya da birkaç küçük iş haricinde atıl kalmaya başlıyor. Zamanla bunlar da tabela kooperatifine dönüyor.

İşte tam bu noktada; kooperatifçilik uzmanı olduğunu söyleyen bazı kişiler, yukarıda anlattığımız kooperatifçiliğe gönül vermiş iyi niyetli başarısızlara genel kooperatifçilik eğitimi verilirse işin çözüleceğini sanıyorlar. Sonra bu yetmedi bir de muhasebe, yönetim, bilgisayar, pazarlama, hukuk eğitimleri de verelim diyorlar. Ama bunun sonu yok. Günlük neye ihtiyaç varsa listeye uzatmak mümkün. Yani iş sonuçta, Kooperatifçilik Yüksekokulu mezunun bir kişiden daha fazla eğitim almaya kadar varıyor. Tabii ki dökme suyla böyle bir çözümün de mümkün olmayacağı aşikar.

Peki, nasıl bir yol bulacağız? Kooperatifimiz küçük bir bakkal gibi değil de başarılı bir girişim olarak nasıl işleteceğiz. Öncelikle elimize bir kağıt alacağız. Üzerine basitçe harcamaları ve gelirleri yazıp, kooperatifimizin sahip olduğu potansiyele göre bir yılda elde edilebilecek en iyi maddi getiriyi hesaplayacağız. Sonrası daha basit. Bu hedefe ulaşmayı başarabilen birisi çıkarsa; bu maddi büyüklüğü orantılı bir şekilde onunla bir maaş misali paylaşılacağımızı ilan edeceğiz. Yani 'ne kadar ekmek o kadar köfte' hesabı ile önce bir profesyonel idareciyle sonrasında da profesyonel bir ekip ile anlaşacağız. Yani ben bu işi yapabilirim diyen yöneticiyi ve ekibini kooperatif başkanının emrinde maaşlı personel olarak çalıştıracağız. Ortaklar başarının hesabını başkana soracak. Başkan da hesabı yöneticiye ve ekibine soracak. Burada en önemli husus, eğer yıl sonunda hedef tutturulamazsa başkan koltuğunu kaybedecek, yönetici ve ekibi de bir kuruş maaş alamayacak. Hatta zararın kendilerinden teminini bile istenebilecek.

Örnek olsun diye birlikte sayısal bir çalışma yapalım:

A Köyü'nde çok varlıklı 20 çiftçinin kurduğu bir kooperatif olsun. Çiftçilerin toplam yıllık geliri 1 milyon TL olsun. Bu kooperatif yıl sonunda kendilerine 1 milyon TL’nin üstünde kazandırdığı her 1 TL’nin %50’sini profesyonel yöneticiye vereceklerini duyursunlar. Bakalım ne olacak? Eğer gelen kişi 1 milyon TL’den fazla kazandırmazsa bir yıl bedava çalışıp çekip gidecek. Kooperatif açısından bir kar ya da zarar yok. Eğer bu kişi çevredeki firmalarla önceden toplu sözleşme usulü anlaşmalar yaparsa, bu sözleşmeye göre piyasanın taleplerine uygun şekilde üretimi takvime bağlayıp kalite, standart, cins ve miktarı belli bir planlamayla yaparsa, bu üretim planına uygun yeterli miktarda girdiyi toplu olarak daha ucuza alırsa, bütün işletmeleri tek parsel, tek ahır gibi alıp mevcut alet, ekipman ve makinayı sistemli bir şekilde kullanırsa, hiçbir ortağın hayatı boyunca tek başına alamayacağı teknolojiyi zamanla ortaklaşa alıp, ortaklaşa kullanıma sunarak üretimi bir anda birkaç misli arttırırsa, pazarlamada elektronik ortamı kullanarak müşteri portföyünü arttırırsa, burada sizin de aklınıza gelebilecek bunun gibi onlarca işi başarırsa ne olur? Tabii ki herkes karlı çıkar, gelirini arttırır.

Hadi gelin bu işe 'Kadın Kooperatifleri'nden başlayalım. İşi kavanozun ağzını bezle bağlayıp, panayırlarda sergilerde üç beş tane satmaktan öteye taşıyalım. Bunun için öncelikle kooperatifin kuruluş amacını değiştirelim. Amacımız kadın hareketi olarak sosyal amaçlı eylem yapmak yerine, kadının ciddi miktarda para kazanarak aile içinde gücünü yükseltmek olarak değiştirelim. Bırakalım kadının hakkını arama işini feminist dernekler yapsın. Biz kadının parasıyla toplumda kendi gücünü satın aldığı bir sistemi kuralım. Bunu yaparken yanında kocası, oğlu, babası ya da kardeşi de olsun. Onları da bu iş için çalıştırsın. Kooperatifin adı “Aile Kooperatifi” olsun. Yukarıdaki A Köyü'ndeki kadınlar, zaten üretimin temel direği olarak emek verdikleri her türlü faaliyetin içinde nasıl yer alıyorlarsa, kooperatifin de içinde yer alsınlar. Özellikle de kooperatifin başında, idaresinde olsunlar. Kendilerini daha ileri gelirlere götürecek profesyonel yöneticiyi gerekirse kadın uzmanlar olsun ama bulsunlar. Bakın o zaman işler nasıl değişecek!.

Moda Kooperatiflerin Menfaatperestleri

Bunları yapmaya başlayan kooperatiflerin sayısı artıyor. Ama tam tersi durumlar da var. Son zamanlarda tarımın ve kooperatiflerin moda olmasıyla yeni bir menfaatçi grup türedi. Bazı belediyeler, siyasi partiler ve tuzu kuru olanların kurdukları dernekler; kadınların veya çiftçilerin adını kullanarak sosyal itibar kazanmaya çalışıyorlar. Bulundukları bölgede azıcık başarı kazanmış bir kooperatif girişim varsa, bizim partinin kadın kollarına da kurdurup onlara rakip olalım diyenlerin sayısı maalesef giderek artıyor. Tüketici üzerinde organik ürün algısı yaratmak ya da adil ticaret gibi değerleri sömürmek amacıyla “üretici kooperatifi” ibaresini kullanabilmek amacıyla yanındaki işçiler adına kooperatif kuran firmaların sayıları da hızla artıyor. Normal şirket kurmak isteyenler bazı kulaktan dolma bilgilerle vergi indirimi, KDV muafiyeti, destek, proje seçiminde öncelik, uygulamada ayrıcalık kazanmak gibi haklardan istifade edeceklerini sanarak kooperatif tipi şirket kurmayı tercih edebiliyorlar. Bütün bu kişisel menfaatlere dayalı girişimler olağan olarak kısa sürede yok olacaklar. Ama arkalarındaki bırakacakları enkazın pislikleri sektöre uzun süre zarar verecek. Kooperatifçilik girişiminin toplumdaki güvenini zedeleyecekler.

Sonuç olarak; kooperatifçiliğin dolayısıyla ülkenin tabana dayalı gelişmesinden rahatsız olacak bir sürü menfaat grubu ortaya çıkacak ve başarılarını engellemek için ellerinden geleni yapacaklardır. Bunlar çiftçinin güçlenmesini istemeyen politik güçler, çiftçinin işçi gibi çalıştığı sistemleri savunanlar, mevcut durumdan çıkar ve pozisyon elde edenler şeklinde sıralanabilir. Bu son grubu da kendi aralarında alt gruplara ayırabiliriz. Yıllardır bir kuruluşta çalışmalarına rağmen “sıfır iş sıfır hata” prensibi ile kalem oynatmadan, yenilikleri öğrenmeden maaş alanlar ya da bir kooperatifte başkanlığı aldıktan sonra bu pozisyonlarını ölünceye kadar korumak isteyenler şeklinde çevremizden tanıdık örnekler verebiliriz.

Hiç düşündünüz mü; yıllardır hiçbir komünist ülkede bir tek kooperatif kurulmamışken, kooperatiflere komünist işi diyenler kim? Kadının sosyal hayatta güçlenmesini istemeyip öncelikle kocasına karşı fitneleyen kim? Kooperatiflerin sorunlarını çözmek için hep aynı kısırdöngüyü önerenler kim? Çevrenize biraz dikkatle bakarsanız bütün bu soruların cevaplarını göreceksiniz.

Sonuç olarak; ya onlar kazanacak, ya biz...

Görseller: