Vızıldama Değil Haykırma Zamanı

Anadolumuz geçtiğimiz yazın en sıcak günlerinde su ve ateşin gazabıyla uğraştı. Bazı yerlerde devam eden bu mücadele güneydeki yangınlar kuzeydeki sel felaketleri nedense kuzey güney çatışmalarını getirdi aklıma.

Yazar: Aşçı Fok Nurdan Çakır Tezgin
 
Güneyde yangınlar, kuzeyde sellerden sonra…

Kuzey-Güney savaşlarını bilir misiniz? Bizim çocukluğumuzdaki Amerikan kaynaklı çizgi romanlardan öğrenmiştik güneylilerin kuzeylilerle bitmeyen savaşlarını; 'Kuzeyliler geliyor, mevzi alın', 'Güneyliler göründü ta ta taaa…' 

Anadolumuz geçtiğimiz yazın en sıcak günlerinde su ve ateşin gazabıyla uğraştı. Bazı yerlerde devam eden bu mücadele güneydeki yangınlar kuzeydeki sel felaketleri nedense kuzey güney çatışmalarını getirdi aklıma. Dünyada hep bir dualite var! Su ve ateş, ışık ve karanlık, açlık ve tokluk, yin ve yang… 
Nihayetinde, bilinen gerçeklikler arasında oradan oraya savrulan bir insanlık var. 

Anadolu’muzun kuzeyiyle güneyi ateş ve su arasında adeta terbiye ediliyor! Ne su ateşi söndürebiliyor ne de ateşin suya bir yaptırımı var. Dört elementin ikisi ateş ve su barikatları aştıkça hava ve toprak elementleri şaşkın ve üzgün çare arıyor. Biz insan türü de aval aval bakıyoruz! 

Bilinen atasözlerini vızıldayıp duruyoruz. Neymiş; su akar yolunu bulurmuş, dere yatağını hatırlarmış filan filan… Atalar sözüne kulak vermedikten sonra sözün sözlüğü sözlükte kalıyor! Atasözü betimlemesine de kıl kapıyorum zaten, yine dişiyi yok sayan eril dil! Atasözlerini en çok kullananlar kadınlar oysa. Ben babamdan atasözü duymazdım hiç. Bütün özlü eski deyimleri annemden duyup öğrendim. Ve yeri geldikçe de kullanmayı pek severim. 

“Bir dokun bin ah işit” dedim de aklıma geldi; işte bu da eskilerin sözü. Hepimiz birer isyankâr olup çıktık. Vara yoğa hırslanıp olması gerekenleri göz ardı edenlere kızıyoruz. Neden niçinlerle boğuşurken atı alan ekolojiyi delip geçiyor. 

İyi şeyler düşünmek istedikçe kötücül hareketleri fark etmemiz giderek can sıkıyor artık. Bazı gerçekleri dolandırmadan ve fazla uzatmadan dillendirmekte fayda var. İklim koşullarıyla beraber dünyanın insan eliyle şiraze kayması dilimizi keskinleştiriyor. Muğlâk ve kibar söylemlerin sürecini tamamladık. Maymunun değilse de kedi yavrusunun gözü çoktan açıldı! 
Dağ ve orman köylerinin yakınlarındaki vadilere yıllardır barajlar yapılıyor, sapa dağ köylerine bile ormanlardan yol açılıp asfalt yollar yapılıyor, neden yapılıyor biliyor muyuz?   Elbette biliyoruz, köylü garibim sanıyor ki o koskoca barajlar ve yollar kendisi için yapılıyor! Salt tarım sulama ve köye yol olsun diye halk için yapılıyor! Bilmiyor ki kader ağlarını derinden örüyor; nerede bir baraj varsa yakınında da madenler vardır, enerji santralleri vardır, ormanın içinden yol açmak için acımasızca kesilen ağaçlar vardır. Ayrıca kapı gibi maden arama izinleri vardır, yerli yabancı holdinglerin ağız suyu vardır el ovuşturması vardır. 

Baraj ve yolların masumiyet devri bitti. 

Yatağı daraltılan ve betona hapsedilen derelerin ıslah adı altında topraktan soyutlanması ne gibi zararlar veriyor ayan beyan görülüyor artık. Doğa talanının bini bi para. Çevrecilerin cılız seslerinin bastırılmaya çalışıldığı bir dönemi yaşıyorken, afetlere sızlanmak timsah gözyaşlarından öteye gitmiyor ne yazık ki! 

Herkes olup biteni açıkça görüyor. Küresel ve kitlesel korumacılık planları yapmanın, bu yolda çalışanları desteklemenin gecikmeli de olsa zamanıdır. Bütün dernekler, sivil toplum örgütleri ve topluluklar yaşam hakkımız olan doğayı canlı tutabilmek için tez elden birlikte hareket etmeliler. Etmeliyiz!

Hava, su ve toprağımız kutsalımızdır. Ateşle sopa gösterenlerin gazabına yenik düşmek hayatın sürekliliği adına felakettir. İklimin terbiye etmesini beklersek canlı popülasyonumuz çok fire verecek. 

Ne diyelim; akıl başta gerek. Hem de tez elden.  
 
Görseller:
Yazara aittir.