Ya Şimdi! Ya Hiçbir Zaman!

Evimiz – vatanımız Dünya, insana ev sahipliği yapmayı bıraktı bırakacak. İklim değişimleri, küresel ısınma dünyayı yaşanabilir olmaktan çıkarmak üzere. Uzun zamandır iklim değişiklikleri ciddi bir sorun olarak karşımızda.

Yazar: Oğuzhan Mecit Uslu
 
Evimiz – vatanımız Dünya, insana ev sahipliği yapmayı bıraktı bırakacak. İklim değişimleri, küresel ısınma dünyayı yaşanabilir olmaktan çıkarmak üzere. Uzun zamandır iklim değişiklikleri ciddi bir sorun olarak karşımızda. Önceleri buzullarda başlayan erimelerle kutup ayıları ve bölge diğer canlılarının yaşam alanları daraldı. Bu durum, dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan insanların pek de umurlarında olmadı. Çünkü sorun henüz onları etkilemiyordu. Buzullardaki erimeler, çeşitli iklim olaylarını da beraberinde getirdi. Etki alanı genişleyen küresel ısınma, artık biraz daha ciddiye alınır hale geldi. Kimi ülkeler, iklim sorunu için bir araya gelip önlem almak amacıyla Kyoto protokolü gibi iklim anlaşmalarını içeren sözleşmeler imzalamaya başladı. Ancak küresel ısınmanın en önemli sebeplerinden olan karbon salınımının yüksek olduğu gelişmiş ülkeler (ABD gibi) bu sözleşmeye imza atmaya yanaşmadı. Şu an itibariyle sözleşmeyi imzalamayan tek ülke ABD. Çin ve Hindistan bu sözleşmeye imza atmış olmasına rağmen anlaşma gereği karbon salınımlarını azaltmak zorunda değiller. Karbon salınımında başı çeken ülkeler sırasıyla ABD, Çin, Rusya, Hindistan, Japonya. Türkiye ise bu protokole 2009 yılında taraf olmuştur ancak sözleşmeye taraf olan bir çok ülke gibi karbon salınımını azaltmak bir yana, arttırmak için çabalamaktadır. Yenilenebilir enerjiler dururken, fosil yakıtla çalışan onlarca termik santral açmış ve bir o kadarını da açmak için çalışma yapmaktadır.

Kısaca Kyoto protokolünün amacı nedir? Bu sözleşme, küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadele için imzalanan bir sözleşmedir. Bu protokolü imzalayan ülkeler, karbondioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın (metan, nitröz oksit, hidroflorür karbonlar, perfloro karbonlar, dülfürhekza florid) salınımını azaltmaya ya da bunu yapmıyorlarsa karbon ticareti yoluyla haklarını arttırmaya söz vermiş olurlar.

Görünen o ki ülkelerin aldığı bu önlemler yeterli değil. Önceleri çocuklarımıza nasıl bir dünya miras bırakacağımızı konuşurken, şimdilerde bizler üç-beş yıl sonra nasıl bir dünyada yaşayacağımızı konuşuyoruz.Yakın zamanda ülkemizin güneyi yanarken, kuzeyi sellerle boğuşuyor. Ülkenin %70’i şiddetli kuraklık yaşıyor. Küresel ısınmanın etkilerini tüm vahametiyle yaşarken; yöneticilerin beceriksizliği ve rant hırsı, bizi geri dönülmez noktalara hızla götürmektedir.

Bütün bu olan bitenin sorumlusu kim? Bireyler mi, yöneticiler mi? Zincirleme hatalarla herkesin payı var elbet. Kuzey ve Güney Ege sahillerini imara açıp betona boğan yöneticiler de sorumlu, bir Ege hayaliyle senede bir ay kalacakları o beton yapıları satın alan, yarattıkları taleple yöneticilerin ağzını sulandırarak binlerce zeytin ağacı ve dönümlerce tarım alanının yok olmasına sebep olan bireyler de... Dere yataklarını imara açan yöneticiler de sorumlu, apartman dairesinde yaşama hayaliyle köyünü terk eden bireyler de. Ancak günün sonunda mağdur olan her zaman bireyler. Sorumluluk net olarak yöneticilerde. Karbon salınımını azaltacak iken arttırmak için çabalayan, daha fazla orman alanına ihtiyacımız varken her yanı betona boğan, bunun için doğanın düzenini altüst etmekte sorun görmeyen, bireylere yaşadıkları bölgede konfor sunmayıp göç etmelerine sebep olan yöneticilerdedir sorumluluk. Böylesi bir durum yaşarken, bireysel tasarrufların da bir anlamı kalmıyor. Avm’lerde 7/24 çalışan klimalar varken, bireylere klima kullanımın azaltın karbon salınımı artıyor denemez.Ya da sanayinin çalışmayan arıtmaları derin deniz deşarjı ile denizlere boşaltılırken, bireylere deterjan kullanmayın sularımız kirleniyor demek ahmaklıktır.

Küresel ısınma ile doğa döngüsünün değişmesi zaten kıt olan tatlı suyun azalmasına da sebep olmaktadır. Yaşanan şiddetli kuraklıkla hiç bitmeyecek diye düşündüğümüz su kaynaklarımız hızla azalmaktadır. İklim değişiklikleriyle, hem gıdaya hem de içilebilir suya erişimde ciddi sorunlar yaşayacağız. Bu durumda önlem alınması gereken önemli noktalardan biri de tarımdır. Gerek dünyada, gerek ülkemizde tarım için ciddi önlemler alınması gereklidir. Bir yandan seller, diğer yandan şiddetli kuraklık, tarım alanlarına zarar vermektedir. Görünen o ki; şu günlerde yaşadığımız şiddetli kuraklık nedeniyle bir çok ürünün rekoltesinde ciddi azalmalar olacaktır. Bu da gıda fiyatlarına yansıyacaktır.

Tarımda rekolte azalışlarının hızlı bir şekilde yaşanmasının en büyük nedeni, kontrolsüz tarımdır. Topraklarımızın dengesi uzun yıllardır kontrolsüzce kullanılan kimyasallarla bozuldu. Bu topraklardaki mineral ve organik maddenin azalmasına sebep oldu. Vahşi sulama yöntemleriyle günü kurtardık, geleceğimizi ve topraklarımızı kaybetme noktasına geldik. Tahıl ambarı orta Anadolu, bu durumun en büyük örneklerindendir. Yanlış ürün ekimleriyle gereksiz vahşi sulama yöntemlerine geçildi. Buğday gibi ürünlerden vazgeçilerek aşırı suya düşkün mısır gibi ürünlere dönüldü. Bu durumda yeraltı suları hızla çekildi ve bir obruk cennetine dönüştü Konya Ovası. Bu sorun, yıllardır dile getirilmesine rağmen önlem alınmadı. Bu durum dünya içinde geçerli bir sorun, tek yıllık aşırı su isteyen ürünlerden vazgeçilip bölge koşullarına uygun, az su isteyen ürünlere dönmek şart oldu. Vahşi sulama, gerek ülkemizde gerekse dünyada göllerin, derelerin kurumasına da sebep oldu. Öyle ki yer altı sularını tüketen çiftçi göçmen kuşların yaşam alanlarına ve sularına göz dikti. Yakın zamanda bu sebepten binlerce göçmen kuş öldü. Örneğin, Burdur Gölü'ndeki kuruma ile 12.000 olan dik kuyruk ördek popülasyonu öylesine azaldı ki, şu an sadece 18 çiftler.

Peki bundan sonra ne yapmalıyız. Yaşamak için gıdaya, gıda için tarıma ihtiyacımız var. Türkiye ve dünya, tarım politikalarını ivedilikle değiştirmelidir. Belki bundan sonra gıda tercihlerimizi de değiştirmemiz gerekecek. Bundan binlerce yıl öncede şiddetli kuraklıklar yaşanmış. O zamanki uyguralıklardan Mısır, bu kuraklığa 150 yıl dayanmış. Kuraklığa dayanıklı tohumlar geliştirmişler. Gerek ülkemizde gerekse dünyada tek yıllık ve çok su isteyen ürünler yetiştiriliyor. Artık şunu kabullenmemiz gerekiyor: suyumuz kıt ve onu dikkatli kullanmalıyız.Tarımda vahşi sulamadan ve tek yıllık bitkilerden vazgeçmeliyiz. Tarımda da teknolojiyi bu yönde kullanmamız şart.

Bir zeytin üreticisi olarak yaptığım ve önerdiğim şu: gelecekte suyun kıt olacağını varsayarak, zeytinde de vahşi sulamadan kaçınmalı, hatta yaşadıkları bölgenin iklimine son derece dayanıklı olan zeytin ağaçlarını susuzluğa alıştırmalıyız. Zaten susuzluğa dayanıklı olan ağaçların, suyu olan bölgelerde iri tane için gereksiz sulanması ile bir yanlış yapılmaktadır. Suya bu denli alışmış olan zeytin ağaçlarının, yaşanacak şiddetli kuraklık durumunda gireceği stresin nereye evirileceğini tahmin edemeyiz. Bu yüzden, iklim değişiklerinin seyrine göre ağaçlar susuzluğa alıştırılmalıdır. Binlerce yıldır hayatta olan zeytin ağaçlarının bu koşullarda da ürün vereceğini düşünüyorum. Zeytinin ve yağının kalitesi mutlak değişecektir. Ancak zor şartlarda kaliteden ziyade gıdaya ulaşım daha önemli olacaktır. Bu durumda doğal olarak kalite standartlarıda değişecektir.

Böylesi bir hızla sonumuza yaklaşırken, değil zeytinin kalite standartlarını değiştirmek, her türlü yaşam standardımızı da değiştirmek zorunda kalacağız. Mültecilik son günlerde hayatımıza girmiş durumda. Bugünkünden farklı olarak yakında iklim mülteciliğini de konuşur olacağız. Bu kötü senaryoların gerçekleşmemesi için yöneticileri ne pahasına olursa olsun önlemler almaya, kendi bekalarından vazgeçip dünyanın geleceğini kurtarmak için ikna etmemiz gerekiyor.
 
Ya şimdi! Ya hiçbir zaman!
 
Görseller:
  1. KnowEx