Çok ciddi bir sağlık sıkıntısı yaşadınız. Her şeyden önemli olan sağlığınızın sıkıntıya girdiği bu dönem sizi nasıl etkiledi bir insan olarak?

Hayatı iyisiyle, kötüsüyle, olduğu gibi kabul etmek lazım diye düşünüyorum. Hayatta hep iyilikler, güzellikler yok doğal olarak. Kötüyü de hayatın bir parçası olarak görmeliyiz. Sizi alt edecek şey hastalıklar ya da başınıza gelecek talihsizlikler değildir. Sizi yenen mücadeleyi bırakmanızdır.

Hastalığımı öğrendiğimde ve tedavi süresi boyunca hayat şeklim beslenmeme biraz daha dikkat göstermem dışında pek değişmedi. Normalde bir günü nasıl yaşıyorsam öyle yaşamaya devam ettim. İşimi, hayatımı aksatmadan sürdürdüm. Tedavi sürecinde dahi işimi takip ettim. Ailemin, dostlarımın desteği ve sevgisiyle üstesinden gelmeyi başardım; daha doğrusu hep beraber başardık.

Sağlık sıkıntılarından konu açılmışken; çok iyi biliyoruz ki insan sağlığı daha tarlada başlıyor. Ne yediğimiz, yediklerimizin hangi şartlarda yetiştiği, yarın sağlığımızın nasıl olacağı konusundaki en önemli detaylarken biz insanlık olarak onlarca yıldır tarım ürünlerine kattığımız ilaçlar, kimyasallarlarla, oynadığımız bitki genetikleriyle bu gerçeğe çok da önem vermiş görünmüyorduk. Neyse ki bu son yıllarda değişiyor ve bizler doğal olanın, organik olanın sağlıklı olduğunun bilincine varmaya başladık. Siz sektörün içinden biri olarak organik ürünlere ne mesafede duruyorsunuz? 

Elimden geldiğinci dikkat ediyorum. Her zaman iyi kalitede ya da yeterli miktarda ürün bulmak mümkün olmuyor maalesef. Bu anlamada biz Egeliler yine de çok şanslıyız. Kimyasallardan uzak duran, geleneksel yöntemlerle üretim yapan küçük üreticiler sayesinde pazarlarda doğal ürünlere ulaşabiliyoruz. Ama bu alanda da daha almamız gereken çok yol var. Türkiye’de kişi başına organik ürün tüketimine harcanan tutar yılda sadece 1 Euro civarında... Bu rakam Almanya ve İsviçre’de 150, İtalya’da 120 Euro... Ben bu tabloyu çok da olumsuz olarak algılamıyorum. Çünkü bu önümüzde nasıl büyük bir fırsat bulunduğunu gösteriyor bizlere.

Sürdürülebilir tarım ve yaşam ile ilgili görüşlerinizi de alabilir miyiz?

İnsanoğlu bugüne kadar dünyanın kaynaklarını sorumsuzca kullandı. Hiç tükenmeyecek sandı. Oysa bu doğru değil. Alarm zilleri çalıyor. Gelecek nesiller adına frene basmak, aklımızı başımıza almak ve bilinçli adımlar atmak zorundayız. Tarım da gıda zincirinin birincil üretim olarak tanımladığımız başlangıç noktası. Sürdürülebilir tarım, yeterli ve kaliteli gıda maddesinin uygun maliyetlerde üretimini, tarım yapılan arazinin, çiftçilerin, çevrenin ve doğal tarım kaynaklarının korunmasını geliştirecek uygulamaların bütünü... Artık hepimiz bir kurallar bütününe riayet ederek üretmek, tüketmek ve yaşamak zorunda olduğumuzun bilincine varmalıyız.

Eğitimin her sektörde olduğu gibi tarımın da gelişmesi için çok önemli olduğu gerçeğinin farkındayız. Tarladaki insanı eğitmek için yeterince çaba sarf edildiğini düşünüyor musunuz?

Ben Türkiye’de genel olarak ciddi bir eğitim sorunu olduğunu düşünüyorum. Bu soruyu, röportajın başında kadınların tarımdaki durumuyla ilgili sorunuza dönerek cevaplandırmak isterim.

Eğitim konusunda önümüzdeki tablo gerçekten çok vahim: Türkiye’de okuma-yazma bilmeyen kadın sayısı 2 milyon 600 bin... Okuma-yazma bilmeyen toplam nüfus içinde kadınların oranı yüzde 82... Okuma-yazma bilen ama hiçbir okulu bitiremeyen kadın sayımız 7 milyon 300 bin... Sadece ilkokul diplomasına sahip kadınların sayısı ise 8 milyon 600 bin...

Kısacası 18,5 milyon kadınımız, eğitimsizlik ya da yetersiz eğitim nedeniyle karar alma mekanizmalarının büyük ölçüde dışında.

Sadece kadınların durumu bile bu konuda yeterinde çaba sarf edilmediğinin net bir göstergesi.

Yine tarladaki kişiye bakalım… O kişinin bilgiye erişimini arttırabilecek, dünyayla bağlantısını tarlasından yapabilecek projeler ortaya çıkıyor mu? Sizin bakış açınız nedir bu konuya? (Her ne kadar İzmir Ticaret Borsası web sitesindeki “Başkanı’ın Mesajı”nda bu konuda tavrınızı belli etmiş de olsanız da) Sizce tarladaki çiftçinin, tarlasından dünyaya bağlanabilmesi, gerektiğinde bilgiye ulaşabilmesi ve iletişimde kalabilmesi tarımın, tarım emekçisinin ve sektörün gelişmesi açısından ne derece önemli?

 

Yıllardır herkesin dilinde bir küreselleşme kavramı dolaşıp duruyor... Kavramlar soyuttur, oysa küreselleşme uzun zamandır somut bir gerçek... Dünyanın herhangi bir köşesinde yaşanan bir olayki bu kuraklık olabilir, çatışma olabilir, ekonomik kriz olabilir; çok uzak noktadaki bir başkasının hayatını direkt olarak etkileyebiliyor. Mesela geçtiğimiz aylarda limonun fiyatının çok yükselmesinin sebebi, Arjantin’deki krizdi. Bu ülkede limon üretimi radikal bir şekilde düşünce, dünya üzerindeki pek çok alıcı Türkiye’ye yöneldi. Aşırı talep nedeniyle ürünümüzün büyük bölümü yurt dışındaki alıcılara gidince iç piyasada fiyat fırladı. Limon Haziran-Temmuz döneminde yüzde 60’ın üzerinde zamlandı.

 

Bu kadar küçülen bir dünyada iletişimin, bilgi teknolojilerinin rolü ayrı bir önem kazanıyor. Artık yarın yağmur yağacak mı, dolu gelecek mi gibi soruların, belirsizliklerin yeri yok. Cep telefonundan meteoroloji uydularını takip etmek mümkün. Daha doğrusu takip etmek mecburiyetindeyiz artık.

 

Tarım insanlık tarihi kadar eski bir sektör. Her ne kadar doğal olarak teknolojik tüm gelişmeleri bünyesine dahil etse de dışarıdan göründüğü kadarıyla iletişim teknolojileri/yenilikleri açısından çok da günümüzü yakaladığı söylenemez. Yaşadığımız dönem de iletişim dönemi artık. Piyasada belki de gereğinden bile fazla yazılı basın uygulamaları varken dergi, gazete gibi firmaların internet sitelerini güncel ve doyurucu tutma konusunda, e-dergileri, blogları ve genel anlamda sosyal medyayı kullanımına konusunda biraz mesafeli durduğu görünüyor. Hatta biz Apelasyon’u yaratırken bu açığı kapatmak için yola çıktık ve sadece dergiyle değil firmalarımıza vereceğimiz desteklerle de sektörün yeni yüzyılı yakalamasını amaç edindik. Siz sektörü hangi noktada görüyorsunuz ve 2010’lu yıllarda sosyal medya araçlarının sektör açısından değeri nedir?

 

Günümüzde nerede yazdığının bir önemi yok, ne yazdığının önemi var. Çünkü içerik en değerli şey. İnsanlar bilgi neredeyse oraya bir şekilde ulaşıyor zaten. Klasik mecralar genele hitap ediyor. Ama tarım, turizm, bilişim vb. gibi konularda ihtisas  yayıncılığı ağırlık kazanıyor. Yayının internet üzerinden olması da çok daha rasyonel. Çünkü tarladan kalkıp bayiye gidip bir dergi almak zordur ama tarladan internete girebilmek çoğu yerde mümkün artık.

 

İnternetin ve elektronik ortamların ticarete girmesi, ticaretin içerisinde yer alan tüm birimler için de bir demokratikleşme, özgürleşme ve şeffaflaşma demek bir bakıma. İZBEP sizce sektöre  benzer etkiler yapacak mı ve hedeflenenler arasında her birimin (tüketici, üretici, aracı) hak ettiğini hak ettiği şekilde alması var mı? Bu tarz bir girişim sektöre ileride neler getirecektir?

 

İZBEP, tarım ürünleri için oluşturulan elektronik ürün senetlerinin işlem gördüğü bir platform olarak tarım ürünlerinin pazarlanmasında yeni bir dönem başlattı. Sistem, üreticilerin daha çok sayıda alıcıya ulaşmalarını sağlamak başta olmak üzere birçok avantaj getiriyor. Ürünlerin standardizasyonlarının geliştirilmesi açısından da büyük önem taşıyor. Bu platform ile yeni bir ticaret alanı yaratıldı. İZBEP sayesinde sadece sektördekiler değil, emtia piyasalarına yatırım yapmak isteyen herkes alım-satım işlemlerine dahil olabilecek. Sisteme bankaların dahil edilmesi tarım ürünlerinin daha geniş bir yatırımcı kitlesine yayılabilmesi adına çok büyük önem taşıyor. Bu hem üretenin, hem pazarlayanın, hem alanın, hem de bu sektöre yatırım yapmak isteyenlerin lehine bir sistem.

 

Size dönelim… İşiniz ve sorumluluklarınız nedeniyle sürekli seyahat eden, yerinde duramaz bir konumdasınız. Teknoloji bu noktada size ne kadar yardımcı oluyor ya da siz teknolojiden ne kadar faydalanabiliyorsunuz?

 

Çok... Her an İzmir’de, işimin başındaymışım gibi... WhatsApp’ta bir grubumuz var mesela. Herkes farklı bir noktadayken bile adeta hepimiz ofisteymiş gibi gelişmeler üzerine konuşup tartışıp pozisyon alabiliyoruz. İnternet sitemiz sayesinde de üyelerimizle iletişimi daha sağlıklı ve hızlı bir şekilde yürütebiliyoruz. Twitter, Instagram, Facebook gibi sosyal ağlarla da faaliyetlerimizi daha geniş kitlelere ulaştırabiliyoruz.

 

Borsa’ya kayıtlı iki şirketiniz bulunmakta ama bizim asıl ilgimizi çeken Wonderbag konusu oldu. Çok değerli bir tasarım ve uygulama… Sizin onunla tanışmanız nasıl oldu ve hedefiniz nedir Wonderbag'le? Her eve girmek mi, bir farkındalık yaratmak mı?

 

Tatil için gittiğim Seyşeller’de Sarah Collins’in kardeşi ile tanıştım. Aynı zamanda şirketin kurucu ortağı. Bana Wonderbag’den bahsetti ve Sarah’ın hikâyesini anlattı. Güney Afrikalı bir aile. Sarah aslında avukat ancak bir sosyal girişim projesi gerçekleştirmek istiyor. Uzun AR-GE çalışmaları neticesinde Wonderbag’i keşfediyor. Bu hikâyeden çok etkilendiğimi görünce bize bir Wonderbag gönderdiler. Denedik ve inanılmazdı; adeta bir mucize gibi. Ortak olmaya karar verdim. Çünkü işin odağında kadınlar var. Üretimden son kullanıma kadar tamamen kadın odaklı bir ürün. Türkiye merkez olmak üzere 25 ülkenin temsilcisi olduk. Aynı zamanda dünyada iki üretim merkezinden biri olduk. Üretimi İzmir’de gerçekleştiriyoruz.

 

Wonderbag’in global hedefi, beş yılda 100 milyon adet üretim. Bunu sağlayabilmek için kurumsal ortaklıklara, dünyanın geleceğini önemseyen işbirlikleri hayati öneme sahip. Çünkü 100 milyon mutfağa giren Tutumlu Bohça’nın etkisiyle, 170 milyon ağaç kurtarılmış, 15,6 milyar litre su tasarrufu yapılmış, 100 bin yeni iş imkanı sağlanmış ve totalde 3,6 milyar dolarlık bir değer yaratılmış olacak.

 

Dergimizin adı Apelasyon’ken, apelasyon kavramına değinmeden olmaz. Apelasyonların kaliteyi arttıran bir yapı/çalışma olduğu ortada. Tarım ürünlerin ülkemizde apelasyon çalışmaları yapılmakta mı? Siz bu konuya nasıl bakıyorsunuz? 

 

Apelasyon özellikle şaraplık üzüm yetiştiriciliğinde ve daha pek çok tarım ürününde kaliteyi kontrol altında tutmak esasından Fransa’da meydana çıkmış bir kurallar bütünü… Bir ürünün hangi bölgede yetişmesi gerektiğinden, fidelerin hangi aralıklarla dikileceğine kadar uzun bir kurallar listesi var elimizde.

Tabii ki alışmak, uygulamak kolay değil. Alışılageldik yöntemleri terk etmek hiç kolay değil. Ama bir başka sorunun cevabında bahsettiğim gibi ürünün aynı kalitede çıkmasını, belli bir standarda sahip olmasını istiyorsak buna mecburuz. Bu markalaşmaya giden yolun ilk ve en önemli adımı. Türkiye’de buna riayet eden bilinçli üreticiler var ama sayıları henüz yeterli değil. Artmasını sağlamak bu sektörde faaliyet gösteren herkesin ve her kurumun ortak hedefi olmalı.

Yine mesajınızda, İzmir’in tarım ve gıda merkezinde bir çekim başkenti olabileceğini dile getirmiştiniz. Özellikle agro-turizm konusunda İzmir Ticaret Borsası’nın ne gibi çalışmaları var ve Borsa dışından gelecek projelerde birey ve kurumlara ne gibi desteklerde bulunabilmekte?

Bizim bu alanda yaptığımız dünyadaki gelişmeleri anı anına takip etmek. Fransa, İtalya gibi bu alanda önemli mesafeler kat etmiş ülkelerle heyetler arası görüşmeler yürütüyoruz; Arnavutluk gibi Avrupa’nın kritik bir noktasında yer alan ve önemli portansiyeli bulunan bir ülke  ile ciddi işbirliği içindeyiz. Buradan elde ettiğimiz bilgileri, dünyanın nereye gittiği yönündeki verileri, trendleri, fırsatları üyelerimizle paylaşıyoruz, onlara rehberlik ediyoruz. Bu konuda eğitim ve danışmanlık hizmetlerine de sıcak yaklaşıyoruz.

Size göre İzmir Ticaret Borsası sektöre göre kendini hangi noktada konumlandırmalı? Proje üreterek, eğiterek, uygulayarak, olmayanı düşünüp yaratarak sektörü, sektörden talep gelmese de sektörün önünde ileri doğru çeken mi olmalı; yoksa sektörün talepleri doğrultusunda destekleyici olarak arkasından iten mi?

İten değil yol açanız. Türk tarımının önünü tıkayan konuları tespit eden, bunların çözümü için hem İzmir hem Ankara’da mücadele eden, temaslarda bulunan, anlatan konumdayız. Bu rolümüden de memnunuz. Çünkü bu sayede pek çok engeli aşmayı başardık Ege tarımı adına.

Dergimiz tarım dergisi olmakla birlikte felsefeye ve özellikle tarım felsefesine ağırlık veren bir dergi, bu nedenle felsefeyle aranızın nasıl olduğunu da merak ediyoruz! 

Felsefe kelime anlamı itibariyle bilgelik arayışı, bilgiyi sevmek, araştırmak ve peşinde koşmak anlamlarına geliyor. İş hayatında verdiğim mücadeleyi, hastalık sürecinde yaşadıklarımı, özel hayatımı dikkate alınca felsefeden uzak olduğumu söyleyebilmem mümkün değil.

Daha 7’inci sayısı çıkacak olmasına rağmen sektörde tanınır duruma gelen Apelasyon e-dergimizin ileriki sayıları için bize tavsiyeleriniz veya önerileriniz var mıdır?

Günümüzde en değerli şey bilgi. Bilginin peşinden ayrılmayın ve sektörün önünde koşmayı, yol açıcı, vizyoner olmayı ihmal etmeyin. Bunlara dikkat ettiğiniz sürece Apelasyon e-dergisinin Türk tarımı için önemli bir kilometre taşı olacağından hiç şüphem yok.