FİDAN ALMAYA GİTMELERİMİZ

Yazar : Toprak Cadısı

Kasım ayı sonunda veya Aralık ayı başında kuruyan ağaçların yerine yeni meyve fidanları almak üzere Ödemiş'e gideriz.

Her yıl meyve bahçemizde birkaç ağacımız kurur. Kasım ayı sonunda veya Aralık ayı başında kuruyan ağaçların yerine yeni meyve fidanları almak üzere Ödemiş'e gideriz. Yola çıkmadan birkaç gün önceden de fidancıların web sitelerini inceleyip notlar alırız. Bu arada epey anlaşmazlık çıkar; eşim bahçede var olan meyvelerin farklı cinslerini ister, ben de duyulmamış, kimsede olmayan türlere heveslenirim. Tam da bu nedenle yıllarca internetten fidan almışızdır, ismi güzel, kendisi cılız. Bu nedenle en iyisi yerine gidip gözle görerek almaktır. Sonra listeler yapılır, karşı listeler yapılır, kalpler kırılır ve nihayet hangi gün gideceğimize karar verilir.

Sorunlar tam da bu aşamada baş göstermeye başlar: ben gizlice sandviç, elma ve gofret falan sokuşturmaya çalışırım bir yerlere. Eşim "ne gerek var canım; yolda köfteci bulup bir şeyler yeriz" diye itiraz eder. Sabah erkenden yola çıkarız. Yolumuz 100 kilometre falan olmasına rağmen erken çıkmak zorunda olduğumuzu her ikimiz de bunca yıldan sonra öğrenmişizdir. Önce Aydın otoyoluna doğru hamle ederiz. Her ikimiz de içimizden "belki bu yıl kaybolmayız" deriz. Ama yaklaşık bir saat yol aldıktan sonra "yahu geçen sene buradan geçmiş miydik?" demeye başlarız. İlk önce ben su koy veririm: "Hayatım, söyledim sana, Belevi'den sola sapmamız lazımdı!". Eşim katiyen kabul etmez ve "yahu, bir sene oradan saptık da az daha Konya'ya kadar gittik; unuttun mu?" diye itiraz eder. Bazen de “yahu geçen sene bu kasaba burada mıydı; hiç hatırlamıyorum” deriz.

Birkaç kez yüzlerce kilometre yolu geri gidip saatlerce zaman kaybettiğimiz olmuştur. Bazen biraz gerginlik olur; "dememiş miydim ben sana?" senfonileri uçuşur havada ama sonra ovanın güzelliğine, toprağın kara bereketine, yapraksız ağaçlara tünemiş olan şahin ve doğanların zarafetine dalar gideriz. Tabii bu arada eldeki haritayı yapanları da, yollara doğru dürüst yön levhası koymayanları da hayırla yâd ederiz.

Eninde sonunda varılır Ödemiş'e. Çünkü bizler Çehov'un kahramanları değiliz, kaybola maybola, "ama hayatım, geçen sene..." falan diye diye sonunda Ödemiş'e ulaşırız. Şimdi sıra fidan çiftliklerini dolaşmaya gelmiştir. Elde notlar, tarifler, yürekte bin bir kıpırtı, hadi bakalım alalım artık fidanlarımızı!

Sorunlar yumağı burada da yakalar bizi. Arabayı park edip inince bizimle ilgilenecek birini bulmak mesele olur. Uzaklardan zoraki biri gelir de ters ters "ne istiyorsunuz?" diye sorar, "meyve ağacı fidanı" dediğimizde de "kaç tane?" diye sorar. Biz de sekiz on tane istediğimizi söyleriz. İşte o zaman adamın suratı yıkılır, "abi, dalga mı geçiyon, şu anda Mardin'e dört bin tane elma fidanı yüklüyoz, seninle uğraşamayız" der ve uzaklaşır. Yörenin kooperatif fidanlığında ise hiç kimse yoktur veya topluca çay içtikleri için ters ters bakıp cevap bile vermezler.

Sonunda yorulmuş ve bıkmış olarak her yıl gittiğimiz fidancıya gideriz. Kış olduğu için günler kısadır; daha dönüş yolu vardır. Fidancı bizi iyi karşılar; ne de olsa eski müşteriyizdir. Konuşa konuşa fidanlarımızı seçeriz. Geçen yıllarda aldığımız fidanların büyüme durumlarını rapor ederiz. Yüklerler bizim fidanları; yola koyuluruz. Yolda ne köfteci bulmuşuzdur ne de bir büfe. Saat 15.00 falan olmuştur, karınlar acıkmıştır. Açlıktan arabanın torpido gözünü deşer ne zaman oraya sokuşturulduğu bile hatırlanmayan yarım paket bayat bisküvi buluruz. Bayat mayat bisküvileri yeriz. Bir yıl birkaç tane kuru kayısı da bulup bayram etmiştik. Ha şimdi, ha sonra diye diye akşam olurken bahçemize varırız. Yorgunluğa rağmen fidanları indirip eve dönmemiz gerekmektedir. Günün en zor saati bu olur her zaman. Neyse ki bahçedeki evimizde yiyecek bir şeyler vardır; akşam olurken bir şeyler yeriz ve sıcak çikolata içeriz.

Tekrar arabaya binip eve dönmek üzere yola koyulduğumuzda bitkin oluruz. Pek konuşmayız. Sonra ben veya eşim, "seneye kaybolmayız artık; yolu iyice öğrendik" demeye kalkar. O zaman gülmeye başlarız. Yorgunluğumuz azalır kahkahalarımızla, hafifleriz. Ben içimden "seneye kesinlikle sandviç..." derken eşim de içinden "seneye o canına yandığımın haritasını..." falan der.

Aslında teknoloji kullanıp yolları zırppadak bulmak mümkün; yol ve yön bulma cihazları küçülüp ceplere bile girdi. Ama öyle gidilmez Ödemiş ovasına; kaybola kaybola, güle söyleşe gidilir. Lahana, pırasa ve karnabahar tarlaları birbiriyle kıyaslanır. Yüzbinleri besleyen güzelim ovaya bir kez daha hayran olunur. Yol boyunca köfteci gözlenir ve bulunamaz. Olsun, seneye yine yollarda kaybola kaybola fidan almaya gideceğiz, yine güleceğiz, yine "vallahi bu yollar her sene yer değiştiriyor" diyeceğiz, yine hayran olacağız kış güneşinde tüten o masal diyarı Ödemiş ovasına.