Almanya ve yaşamından küçük kareler

Almanya kendi kültürü ve yaşam şekliyle apayrı. Belli bir seçim yapmak zorundasınız bu ülkede yaşarken.

Büyük bir kitleye hitap eden dergi ve böyle bir dergiye makale hazırlama işine uzun soluklu baktığımda bir makalemde bilimsel, teknik, teknolojik öbür makalemde de kişisel gözlemlerden, yaşam deneyimlerimden, komik olaylardan bahsedip popüler bilgilere de yer vermek isterim. Amacım ise her yazımda bilimselliğe kaçıp okuyanlarımızı sıkmak yerine farklı konuları da okumaktan bilgi edinmekten hoşlanan kitlelere de ulaşabilmek. 

 

Bilimsellik yönünde de yazarken ingilizlerin eğitimlerinde çok kullandıkları bir sözleri vardır ve bu sözü hep aklımın bir kenarında tutarım -Economics in the truth - diye.  Akademik anlamda düşünülünce bu sözün karşılığı - bulguları, bilimsel doğruları ekonomik anlat, çok söz etmeye gerek yok yoksa işin içine hayalcilik karışır bilimsellikten uzaklaşılır -  a tekabül etmekte. Bu nedenle incelerken bile gözlerimizi yoran uzun formülasyonlara pek yer vermem makalelerimde ama bilimsel bulgunun günlük yaşamda nasıl yeraldığının direk ya da dolaylı anlatımına girer, yazım dilimi de mümkün olduğunca sadeleştirmeye çalışırım. Bilimsellik ve meslek bir kenara karakter olarak – Yapıcı zihniyetteyim, positif düşünüyorum, hayatı, yaşamı ve hüsranlı durmak yerine gülmeyi çok seviyorum – 

Geçen ayki makalemde hatırlarsanız ideal bir ARGE çalışmasının nasıl yapılması gerektiğinden söz etmiştim. Şimdi ise yaşamın içinden diyor ve biraz Almanya ve Alman toplumundan sizlere bahsetmek istiyorum.  

 

Yaklaşık 19-20 yılım var yurtdışında, çok farklı ülkelerde. Almanya’ya ise 10 yılı geçmiş yerleşeli. Geldiğim ilk günleri hatırlıyorum, akabinde de Alman Dilini öğrenmek için sarfettiğim çabaları. Amma da öğrenmesi zor dilmiş diye kendi kendime söylenişlerim, hayıflanmalarım da halen kulaklarımda! Öğrendikçe de bu dilden zevk almaya başlamak, insanlarla daha cesur iletişime geçebilmek, bu dilin derinliklerine indikçe bizim dilimizle özdeşleşen ‚Söz gümüşse sukut altındır‘ gibi sözlere rastlayıp daha da büyük bir motivasyonla dil öğrenmeye devam etmek hepsi kendimce güzel ve paylaşılması gereken anılar. 

Aslında gittiği ülkelerde adaptasyon zorluğu çekmeyen bir kişi olmama rağmen hatta ve hatta Almanya’da da çok sayıda vatandaşlarımızın yerleşik bulunmalarına rağmen Alman dili, yaşamına, bireylerine, havasına ve suyuna alışmam biraz zaman aldı desem çok doğru olacak. 

 

Almanya kendi kültürü ve yaşam şekliyle apayrı. Belli bir seçim yapmak zorundasınız bu ülkede yaşarken. 

Ya Almanya’da Avrupalı gibi ya da Avrupa‘nın merkezinde kendinizce kendi kabuğunuzda örf adetlerinizle yaşamak gibi bir seçim bu. 

Burada yaşamın derinliklerine indikçe insan çoğu şeyi daha iyi kavrıyor Allegmanen ile Germanen’ler arasındaki ince çizgi gibi. Bir de Almanların diğer Avrupa ülke insanlarına göre nerelerde farklılık gösterdikleri hakkında daha fazla bilince ulaşıyor insan. İngiltere ve Amerika yaşamları ve kültürleri birbirine çok benzemekte. Gözlemleyebildiğim farklılıklar ise yıllar öncesinde Amerika’ya yerleşmiş İtalyan, Hollandalı ve Fransızların kendi kültürlerini çok değişik şekillerde yaymaları, Amerika‘da yerleşmiş olan Almanların ise Çinlilere benzer şekilde  bulundukları bölgelerde ‚German-Town‘ lar kurmaları. Bizim güney sahillerimize de ister sağlık, ister tatil ister ne sebeple olursa olsun yerleşen Alman misafirlerimiz de böyle. 

Almanya biz Türkleri bundan 50 yıl önce tanımış. O yıllarda Türkiye dahil olmak üzere İtalya’dan, Yunanistan’dan, İspanya’dan ve büyüklü küçüklü Balkan ülkelerinden çok sayıda misafir çalışan olarak birçok insan yerleşmiş Almanya‘ya. 

 

II. Dünya Savaşının bitiminden sonra kendini toparlamaya ve savaş izlerini silmeye çalışan Almanya, misafir çalışanlarıyla hem ülke ekonomisini hızla yükseltmeye başlamış hem de misafirlerince ülkelerine taşınan yeni yeni çok çeşitli kültürlere, örf ve adetlere ve dillerine de alışmaya çalışmış. Elbette ki ortak yaşamın bir gereği olarak tepkilerle karşılaşılmamış değil. Bu süreçte olacaktır tabiki çünkü alışma süreci belki bir 20 yılı almış ve bu süreçte kültürler arasında çok güzel bilgi alışverişi de olmuş. Bildiğim ve gördüklerimden söylüyorum: başlangıçta Alman toplumu mesafeli dursa da, Akdenizi ve insanını çok seviyor. Çünkü kendi hayatlarına gükkuşağının her türlü rengini bu kültürle taşıyorlar. Şu an Alman TV lerinde de türk kültürünü yansıtan filmlerin yayınlanması, bu filmlerde türkçe kelimelerin de kullanılıp Almanlara da dilimizin öğretilmesi her iki toplum arasında ne kadar büyük bir etkileşim olduğunu yansıtmakta. 

 

Savaş sırasındaki Alman toplumuna 1. kuşak Almanlar diye adlandırıyorum kendimce. Bu kuşak bireyleri şu an hayatta değiller ama savaş sırası ve sonrasındaki ızdırapları, açlık, yorgunluk ve bitkinliğin getirdiği mutsuzluk fotoğraflarından bile farkedilmekte. Savaş sırasında doğup ta şu an büyükbaba büyükanne olan Almanlara ise 2. kuşak Almanlar diyorum ki bu kuşak, savaş sonrası etkileri birebir hissettiğinden yaşamayı da çok ama çok seviyor, hayata karşı pozitif düşünerek her daim motivasyonunu yüksek tutuyor, şu an emekli olsalar bile çalışma/başarma hırsıyla günlük işlerine sarılıyor ayrıca din ve ailevi konularda oldukça insancıl değer yargılarına sahipler.  3. kuşak Almanlar ise şu an genç ve orta yaşta olanlar. Günümüz koşullarına göre kültürleri yoğrulmuş durumda. Dünya toplumları üzerinde de giderek etkisi artan materyalizmin ve kapitalist düşüncelerin kokusunu almamak mümkün değil.   

 

Almanya ve Almanlar bizleri alışkanlıklarımızı geçen yarım asırlık bir süreçte yani 50 yılda 3. genetiğimizin de oluşmasıyla çok iyi tanımaktalar. Geçenlerde bir TV programında izlemiştim. Konu ise Almanya’da göçmenler, radikal düşüncelerde birleşen gruplar ve bunlara karşı Alman toplumunun değişen değer yargıları tartışılmaktaydı. Konuşmacı olarak katılan bir politikacı ‚Bizler Alman toplumu olarak Türklerle yıllar yılı birlikte belli bir düzende yaşıyoruz. Türkler Almanya’da kendilerine has yaşam kültürleriyle eminiz ki ferah şekilde yaşamlarına devam etmekteler, bizlerle yaşamaktan da mutlulardır. Türklere saygı duyduğumuz en önemli konu ise şu anki Ortadoğu toplumları arasında en ılımlı, dini değerler açısından da islamiyet – yani humanism-insaniyetin en güzel modeli ve sembolü bir toplum‘ diyerek sözlerini tamamlamıştı. 

 

Politik içerikli bu tartışmanın detaylarına girmek istemiyorum ama gerçekten de Alman politikacının bu sözleri benim çok hoşuma gitti. Hatta bunu destekler nitelikte günlük yaşamda da kendi gözlemlerimden, meslektaşlarımla görüşmelerimden de bahsetmek istiyorum. Konu islam dünyasından ve Suriye başta olmak üzere islam ülkelerinde yaşanan olaylardan açılmıştı. Ülkemiz çok stratejik bir coğrafya’da bulunmasına rağmen kendinden gayet emin adımlarla ilerleyerek geleceğini savaşsız dövüşsüz şekillendirdiğini, hiçbir komşu ülke ile huzursuzluk yaşamadığını, böyle barış içinde bulunmanın ve yaşamanın hele hele böyle kritik günlerde büyük bir başarı olduğundan konuştuk. Bu konuşmaya katılan ve uzun yıllar Türk komşusu olan Alman arkadaşımın sözleri beni çok etkiledi. ‚Türkler komşularıyla çatışmazlar, bir araya geldiklerinde genelde bizleri unuturlar. Kendileri Türkiye‘deki politika, futbol ve kendi aralarında evlilikler için aileler arası konularda konuşmayı çok seviyorlar hatta bazen kendi aralarında çok derin tartışıyorlar. Türkler bize karşı her daim çok sevgili ve saygılılar çünkü kendi aralarındaki uzun hem de çok uzun muhabbetleri bizlerle tartışacak ne konu ve de zaman bırakıyor‘ diyordu. Komik olduğu kadar gerçekten doğru bir tesbit ve içeriğinde de çok güzel anlamlar da mevcut bence, elbette ki positif düşünceyle yaklaşmak gerekirse! Bu sebeple diyebilirim ki Almanlar Türkleri asla kendileriyle dövüşen ya da çatışan bir toplum olarak görmüyorlar. Bilinç altlarına bizleri Akdeniz İnsanı olarak tanımlamışlar ve böyle entegre olmuşlar. 

Almanlar bizim baş yemeklerimizden Döneri çok seve seve yiyorlar. ‚Döner macht schöner‘ yani ‚Döner güzelleştirir‘ sloganı ise tüm ülkede yaygın. Yaygın olmasında da en büyük gayret Almanya’da yaşayan ünlü komedyenlerden ‚Bülent Ceylan‘. 

Döner yeme alışkanlığı TV programlarında da tartışılıyor ve piyasadaki diğer Fast-food yiyeceklerine nazaran çok çok daha sağlıklı, düşük kalorili ve faydalı bulunuyor. Şu an Almanya sanayi olarak Döner üretimi de yapmakta. Başta Brezilya olmak üzere Latin Amerikaya ve Avrupa’nın, Balkanların en uç noktalarına kadar tonlarca Döner ihraç etmekte Almanya. Çok şaşırtıcı ve inanılır gibi değil değil mi? Almanya döner kalitesi, hijyeni, ihracat kapasitesi ve rakamlarında Türkiye‘nin üzerindeymiş. Döner bizim kültürümüzün bir yiyeceği olmasına rağmen bu başarının arkasında sanırım Almanya’da yerleşik vatandaşlarımızın yoğun gayret ve çabaları var. 

 

Almanya Dönerimizin tadından da asla vazgeçmeyecek. Öğle molası verildiği anda özellikle Berlin’de ün yapmış Döner ustalarımızın dükkanları önünde oluşan uzun müşteri kuyruları bu söylediklerime en güzel ispat sanırım.  Döner yedikten sonra mesaiye geri dönen Almanlar sarmısak kokusundan çekinir olmuşlar. ‚Döner bizim sevdiğimiz ama ah şu sarmısak kokusu olmasa‘ diyenler için acil çalışmalar yapılmış ve sonuçta da ağızdaki sarmısak kokusunu 15 dakika’da yok eden bio-içerikli tabletler de piyasada mevcut. 

Almanya’da yaşayan çok başarılı Türklerimiz de mevcut. 2. Genetik Türklerden komedyenler Bülent Ceylan, Kaya Yanar vb, Politikacılardan Cem Özdemir, Bilkay Öney, sporculardan Hamit ve Halil Altıntop kardeşler, TV artistlerinden Erol Sander ve daha nicelerini sizlere saymam mümkün. 

Alman mutfağı dendiğinde ise hep fırınlanmış yemekler, envai çeşit ekmekler, ekmek yerine yenen patates ve dünya piyasasına vermiş olduğu ürünler nedeniyle Dr. Ötker akla gelir. 

Dr. August Ötker 1800 lü yılların ikinci yarısında Almanya’nın Bielefeld şehrinde yaşayıp geçimini eczacılıktan kazanırken işyerinde ilk kez hamur kabartma tozunu bulmuş. Bu buluşunu ürün halinde satışını yapmakla da gıda sektöründe boy göstermeye başlamış. Yıllar içerisinde ticaret kapasitesini, ürün çeşitliliğini artırarak dünya markası haline gelmiş. Dr. Ötker ürünlerini tanımayanımız var mı bilemem!

Almanya kışları uzun geçen ve soğuğu da hakkı sayılır düzeyde kendini hissettiren bir memleket. Bulunduğum bölgede geçen yıl termometreler -28 dereceyi gösterdiğini gördüm. İnanamadım tekrar baktım ama doğruydu!

 

 

Almanya soğuğu ile kışı çetin geçirdiğinden tarım ve hayvancılık ürünlerinin uzun süreli saklanmasına yönelik güzel çalışmalar ve mutfak sanatlarına sahip. En basit örnekleri ise dondurulmuş gıdalar,  marmelatlar, jöleler, reçeller, pastırma, salam, sosis, tütsülenmiş etler, tuzlanmış, konserve edilmiş, kurutulmuş balık vb ürünler. 

Almanya’da buğday çok yetiştiriliyor bu nedenle ekmek ve unlu mamül kültürü de çok yaygın. Bölge bölge eyalet eyalet farklı türde ve usulde piyasaya sunulmaktalar. Sabahları kahvaltıda bir dilim kara ekmek üzerine tereyağ ve marmelat ya da çukulata sürerek güne başlamak Almanların klasik kültürlerinden. Türk bulgurumuz piyasada çok alıcı buluyor. Özellikle vejeteryan grubundan özellikle ‚Vegan‘ lar bizim kısır olarak bildiğimiz, burdaki ismiyle Türk Bulgur salatasını çok severek yemekteler. 

 

Yılbaşı ve Noel kutlamaları yaklaşırken evlerde büyük bir telaş başlamakta Almanya‘da. Bu telaşlar sadece evlerin ışıklandırılması, odalara süslemeler yerleştirilmesi, yemek masasının tanzimi, giriş kapısına asılan süslemeler ve çam ağacının dekorasyonu ile sınırlı kalmayıp,  mutfaklarda hummalı şekilde hazırlanan envai çeşit yılbaşı ve noel kurabiyecikleri ile çay bisküvileri için harcanan emekleri de kapsamakta.  Bu tür unlu mamüller rutubet almayan kutularda saklandığında yaklaşık 1 ay süresince bozulmadan kalmakta. 

 

Pandispanya hamurundan pasta tabanı hazırlayıp üzerini ahududu, yaban mersini, frenk üzümü vb meyvelerle süsleyip jöle ile kaplamak Alman mutfağının vazgeçilmez tadlarından. 

Pastalar ise alkollü ya da alkolsüz hazırlanmakta çoğunluğunda da çukolata ve krema kullanılmakta. Bu pastalara bizim labne peynir olarak tanımladığımız krem peynirler de karıştırılmakta. Kekler ise tereyağ ve/veya margarin karışımıyla hazırlanmış hamurların pişirilmesiyle hazırlanmakta. Almanların pudra şekerli mermer kekleri çay/kahve saati sevenlerin birer dilimle sınırlı kalmadıkları tadlardan.   

Alman mutfağında mayalı hamurlardan envai çeşit poğaça ve tatlı/tuzlu unlu mamüller de yapılmakta. Özellikle Paskalya kutlamalarında hazırlanan mayalı hamur ürünleri ve üzerlerine dekorasyonda kullanılan rengarek boyanmış haşlama yumurtalar tam çocukların göz ve damak zevkine uygun.

Çocukların okul kutlamaları için de hazırlık yapan anneler, çocuklarına ve sınıf arkadaşlarına şans getirmesi için ‚Şans mantarcıkları‘ da hazırlamaktalar. Bu mantarcıklardan yiyen öğrencilerin başarısızlıktan sınıfta kalmak gibi bir sıkıntısı olmayacak sanırım. 

Almanya’ya bir ziyaret planlıyorsanız şu meşhur Alman Karaorman pastasından bir dilimini tadmanızı tavsiye ederim. 

Alman kadınlarının günlük yaşamdaki ilgi alanlarını sadece mutfak ile sınırlı değil. Spor, bahçe bakımı, bahçede sebze-meyve yetiştiriciliği, seracılık, örgü örme, yün eğirme, keçecilik, dikiş gibi ilgilendikleri konular da var. Bu konular Almanya’da özellikle 2. Dünya savaşından sonra aileye katkı sağlamak için başlamış bayanlar arasında ama sonraları bu ilgi alanlarından bazıları kadınlara çok güzel ticaret imkanları da yaratmış. Örgü örme sanatının gelişmesiyle örgü dergisi ve desen katalogları oluşturmak gibi yine aynı şekilde dikiş sanatına yeni bir boyut getiren ‚Burda‘ dergisi yayıncılık ve basım şirketi gibi. Her iki örnek te Almanya’da kadın girişimcilerin yıllar içerisinde neleri başardıklarının en güzel sembollerinden.   

Biraz da Almanya‘da beylerin yaşamlarından bahsetmek isterim. Alman erkeklerinin en çok tercih ettiği iş çıkışında arkadaşlarıyla bir mekanda buluşup buz gibi biralarını yudumlayarak yorgunluk atmak. Pazar günleri bir araya gelip TV de ‚Formula 1‘ araba yarışı seyretmek. Hele hele TV de bir de futbol maçı varsa, o gün erkekler TV ye kilitlendiklerinden bayanların yapması gereken en güzel şey arkadaşlarıyla buluşup farklı bir şehir gezmek. Bu konulardaki düşüncelerimi de umarım bir dahaki yazılarımda sizlere ulaştırırım.