Biri bizi gözetliyor...

Konu : Yaşam

Yok o TV programlarından bahsetmeyeceğim çünkü hiç izleme fırsatım olmadı pek te ilgimi çekeceğini zannetmiyorum o da başka konu.

Yok o TV programlarından bahsetmeyeceğim çünkü hiç izleme fırsatım olmadı  pek te ilgimi çekeceğini zannetmiyorum o da başka konu. İyi de bu başlık ne ola ki. Hoca karşı apartmandan bize bakan birinden de bahsetmeyecek herhalde demeniz ve neyi konu edeceğimi merak etmiş olmanız umudu ile sizleri uzaya götüreceğim. De öyle kolay olmuyor bu işler nedeni de basit, yerçekimi.  Birde uzay koşulları var işin içinde uzaya doğru tırmandıkça atmosferdeki oksijen azalıyor ve sizi oraya taşıyacak roket motorları bu sefer oksijensizlik nedeni ile ateşlemeyi kesiyor ve  yer çekimi devreye giriveriyor. Çare oksijeninizi de beraber taşımak ve onu mesela hidrojen ile birleştirmek ama bu sefer de taşıyacağınız yük artıyor ve bu yükü saniyede 11 km hıza ulaştırmak için devasa motorlarda ateşlemek gerekiyor. Oluşan etki tepki de sizi yukarıya tırmandırıyor, hızlandırıyor hızlandırıyor ta ki saniyede 11 km hıza ulaşana kadar. Yerçekimini yenmeniz için gerekli hız saniyede 11 kilometre. Pek fazla değil canım Ankara İstanbul arasını 11 saniyede gitmek gibi bir hız. İşte buna ulaşınca ver elini uzay. İyi de orası buz gibi bir yer, sıfırın altında 270 derece gibi. Tabi güneşe bakan ve bakmayan taraf arasında da inanılmaz fark var. Güneşe bakan metal  260 dereceye kadar ısınabiliyor. Aradaki farkı siz hesaplayın artık beş yüz dereceden fazla. İşte bu nedenle uydular sürekli olarak kendi etraflarında dönerler ve güneşten gelen ısıyı tüm çevrelerine yayarlar. Zaten gelen ısıdan kurtulmanın çaresi de çok ince bir alüminyum folyo ile korunmak kadar basit. Uzayda da yerçekimi olduğunu da unutmayın elbette. Zamanla yere yakın uzayda bulunan nesneleri dünya kendine yavaş yavaş çeker ve atmosfere düzensiz giren uydular atmosferdeki sürtünme nedeni ile yanar kül olur.  İşte bu nedenle uydularda yedek motorlar olur. İlla ateşlenen cinsten değil elbette mesela basınçlı propan gazı taşırlar ve uydu yörüngesinden çıkarsa onu kısa süreli açıp etki tepki sağlayıp yine yörüngeyi bulmanız sağlanır ama bu işler o kadar basit değil işte. Düşünün ki uzayda propan gazını kısa süreli açtınız ve yörünge değiştirdiniz ama uzaya çıkan gaz zerrecikleri de o soğukta donacak ve sizinle aynı hızda yola devam edecek. Ya görüntü alan kameranızın önüne gelirse. Uzayda rüzgar yok ki o gaz parçacıkları dağılsın sizle aynı hızla yola devam. Neyse efendim yazının amacı da zaten  sizi uydu nedir nasıl uzaya çıkar uzayda ne yapar anlatmak değildi. Onca masraf boşuna değil elbette roketler uzaya bir şeyler götürmek için kullanılıyor. Askeri amaçlardan anlamayız ilgi alanımızın dışında ama sivil amaçla neler görüldüğünden bahsedersek bundan en az 10 kat ileride olan askeri uyduların ne yapabileceklerini anlayabilirsiniz. Zaten öyle bir çağdayız ki ister inanın ister inanmayın dünya GPS denen uyduların gölgesinde hareket etmekte. Bunlar ABD’ye ait uydular ve ilk aşamada sizi 1 km hassasiyetle yer bulmanızı sağlıyorlardı.  Sonra 100 metre oldu bu hassasiyet ama bilim dünyası uzaydan gelen ve sizin 1 km den daha hassas hareket etmenizi sağlayan sinyalleri yakalayınca askeri amaçlı olan 1 metre ve daha hassas verileri tüm dünyaya açtılar. İnanın artık elinizdeki telefon bile siz istemeden bunlarla haberleşmekte ve sizin yerinizi 1 metre hassasiyetle tüm dünyaya yayınlamakta. ABD Bin Ladin’i nasıl buldu dersiniz ki. Ünlü bir sanatçıya düzenlenen suikastta kiralık araç kullanan kişilerin atladıkları o aracın da GPS ile takip edildiği gerçeğidir. Suikast sonrası silahlarını göle atmaları sonra da gittikleri yerde anında yakalanmaları bu teknolojiyi anlamamış olmalarındandır.  Ufak bir hata ve anında tepenizde sizi arayan kişiler. İnanın ABD bir an GPS uydu verisini kapatsa ne havada ne yerde hiç bir şey hareket edemez. Develer ve koyunlar hariç. AB bunun farkına varıp Galileo adında kendi sistemini geliştirmeye başladı. Rusya da zaten Glasnost sistemini devreye alıyor yakında Çin de kendi sistemini mutlaka ama mutlaka kuracaktır. Biz ve bizim gibi teknoloji üretemeyen ülkeler ise maalesef bize verilenler ile idare etmeye mahkûmuz.  Ne zaman ki ARGE çalışmalarımız ARakla GEtir (ARGE) den hakiki ARaştırma GEliştirmeye (ARGE) döner işte o zaman modern dünyada yerimizi alabiliriz, yoksa teknolojisi ilerideki ülkelerin hükümranlığı altındayız maalesef.

 

Şimdi gelelim bizi gözetleyenlerin neler yaptıklarına yapabildiklerine. Açın Google Earth’i Edremit Körfezine gidin Behramkale önlerine gelin ve denize bakın. Şimdiki limanı ve halen su altında olan eski liman mendireğini görün. 

 

İskenderun Körfezine gelin. Sugözü Termik santralinin hemen önündeki denize bakın. İki beyaz nokta göreceksiniz. Santralin soğutma suyu çıkışları.  Soğutma suyu devrede hava kabarcığı yaptığı için bu beyazlıklar yani hava kabarcıkları oluşmakta.. Onların hemen önünde de 4 adet daha koyu renkli su altı yapıları. Bunlar da santral için hayati önemi olan su alma ağızları.

 

 Zaman çubuğu vardır yukarıda onu tutun geriye kaydırın. 5 Şubat 2007 gelin ve denizin dibine bakın. 4 adet su alma ağzını ve etrafındaki koruma zincirini gördünüz mü?

 

Meraklıysanız bundan sonraki tarihlere de bakın ve bizim trolcülerin bu koruma zincirini ne hale getirdiklerini de görün. Sorsanız zinhar yanaşmamışlardır bile ama  Allahtan biri bizi gözetliyor.

 

Bu da 20 Temmuz tarihli deniz suyu sıcaklık dağılımı. Ne ararsanız var etrafımızda. Hamam gibi sular da var buz gibi tabir edilen sular da özellikle Ege’de. Ne işe yarar derseniz bu görüntü bile size der ki bu denizlerde yaşayan balıkların tek ortak yanı deniz suyudur. Her bir canlının yaşadığı ortamın su sıcaklığı bile birbirine benzemez der.

 

Tabi aynı tarihte denizde ne var ne yokmuş birde besin açısından bakabiliriz.

Sıcaklıkları birbirine benzemeyen denizlerimize bir de besin açısından bakarsak karşımıza çok daha başka görüntü çıkmakta. Akdeniz denizin çölü diye vasıflandırdığımız masmavi bir renk içerisindeyken Marmara Denizi kırmızı ve sarımsı renkleri ile besin kaynamaktadır. Karadeniz ise bu döneme has besin zenginliği içermektedir.

Bu kadar değişik denizlere sahip bir ülke daha yerkürede yoktur ama biz ne yapıyoruz dersiniz. Aynı anda av yasağı getirip aynı anda kaldırıyoruz. Nedeni basit, gerçekleri biliyoruz ama kontrol edemeyeceğimiz için böyle olmayacak bir yönteme başvuruyoruz. Denizlerimizdeki balıkların ne adı ne sanı ne besin değeri birbirine benzemez. Dolayısı ile çoğalma dönemleri de birbirine benzemez ama insan yapısı yasak onları birbirine benzetir.

Peki 7-8 Eylül tarihlerinde Çukurova’da ve Güney Doğu Anadolu’da ilenen toz taşınımına ne dersiniz.

Suriye kaynaklı bu toz taşınımı aslında geçen yazılarımda da belirttiğim gibi bereketin kaynağı. Toprağı toprak yapan işte bu tozlar  ve içerdikleri bakteri ve mantarlar. Ama bu kadar yoğun gelince de solunum yolları üzerinde olumsuz etki yapıyor, migren tansiyon gibi rahatsızlıkları tetikleyebiliyor. Hava kalitesini de olumsuz etkileyen bu günlerde birde anız yakıldığını düşünün. Düşünmeyi işte bizi gözetleyen gözlerden bakınca bu kadar olumsuz koşullarda dahi kanunen de yasak olan anız yakma işleminin devam ettiğini görebiliyorsunuz.

Zaten hava tozlu sağlıksız, gel sen bu havada birde anız yak. Yak ki tarlanı verimsiz hale getirmekten de öte birde toplumu rahatsız et. Allahtan birileri bizi gözetliyor da bunlardan haberdar oluyoruz, yine tekrar edeyim, anız yakmak kanunen yasak bunu da unutmayın.

Uzadıkça uzar bu gözetleme işi ama bir son görüntüyü paylaşmadan de geçemeyeceğim.

Biraz sır olsun bu görüntü. Tarihe bakın ve yakın geçmişi anımsayın, belki sınır şeklinden bile anlaşılır neresi olduğu. Bu kırmızılar 50 derece ve daha üstü sıcaklıklar demek. Dumanlar da oralarda yangınların olduğunun delili. Neredeyse 50 tane sıcaklık ve duman, birileri birilerini duman etmiş.

Unutmayın birileri her zaman bizi gözetliyor, bu dünyada artık sır diye bir şey yok. Her şey saniyede 11 km hıza ulaştığınızda oluyor. İstanbul trafiğin yoğun olduğu iş günlerinde çoğu yerde saate 11 km oluyor ara sıra, eğer durmuyorsa.