Çok Bağlanma, İpleri De Koparma

Suyun bizim açımızdan önemli olmasının nedeni, aslında 0-1000C arasındaki sıcaklıklarda sıvı halde bulunmasıdır. Yani Dünya’da etkili olan hakim sıcaklık aralığında sıvı halde bol miktarda bulunması suyu yaşamın anahtarı haline getirmiştir. Dünya’nın en soğuk yeri Antarktika Kıtası’nın merkezinde -930C’lik bölgede dahi derinlerde bulunan su sıvı durumdadır. 

 

Dünyamızda yaşam su sayesinde var olabilmiştir. Sıvıları yaşamın anahtarı yapan onların bağlanma halidir. Katılar kadar sıkı bağları yoktur. Ama gazlar gibi ipleri koparıp birbirinden uzaklaşmazlar. Bu yumuşak bağlılık durumu maddenin  ‘SIVI HALİ’ olarak adlandırılır. Sıvılar içinde yer aldığı kabın şeklini aldığından her ortamda sıvı özelliklerini koruyarak var olabilir. Ayrıca sıvılar katıları taşıyabilir. Hacmi kütlesine göre geniş olan katı maddeler sıvı içerisinde veya yüzeye çıkarak yüzebilir. Sıvı ortamda sürtünme, katı ortamlardan daha az olduğundan sıvılar da yüzen maddelerin ivme kazanması daha hızlı olur...

 

Bazı maddeler ise hareket, ısı gibi etkenlerin de devreye girmesi ile sıvıyla birleşir. Moleküler bir bağa dayanmayan bu birleşme durumuna çözünme denir. Bazı gazlar da suda çözünebilir. Su altında yaşamın başlamış olmasının nedenlerinden biri solunum için gerekli oksijenin suda çözünmüş halde bulunabilmesidir.

 

Su içerisinde çözünmüş farklı maddelerin karşılaşması, etkileşime girmesi ve yeni bileşikler oluşturması mümkündür. Madde etkileşimlerini kolaylaştıran elektrik akımı, ısı, ışık gibi etkenler için sıvıların (özellikle de suyun) belirli seviyelerde geçirgenlik veya iletkenlik taşıması suyun çözücü etkisini ve suda yeni bileşikler oluşmasını teşvik eder. Karbon ve/veya azot içeren karmaşık bileşiklerin zincirler oluşturması ise yaşamın varlığı açısından çok daha büyük öneme sahiptir. Azotlu ve karbonlu bileşiklerin doğal olarak oluşturduğu polimer zincirler ribonükleik asit gibi kalıtım materyallerinden, hücre zarı gibi hücreyi koruyan yapılara kadar pek çok oluşum ancak sıvı bir ortamda ortaya çıkabilir ve bir araya gelebilir. 

 

Canlı dokular büyük oranda su içerir. Dokuların oluşumunda, canlılıklarını korumalarında ve işlevlerini yerine getirmelerinde su önemli roller üstlenir. Besin maddelerin sindirimi, hazır besinlerin hücrelere kadar taşınması, hücre faaliyetleri sonucu ortaya çıkan atıkların toplanıp vücuttan atılması ve vücudumuzda tuz, PH, ısı gibi değerlerin sabit kalması büyük oranda su içeren vücut sıvıları sayesinde gerçekleşir. Bedenimizin esnekliğini, hareket edebilmemizi büyük oranda dokuları yumuşatan suya borçluyuz. 

 

Dokuların özelliklerine göre değişse de ortalama olarak canlı organizmalarda su oranı %60’ın altına düştüğünde sorunlar başlar. Örneğin, insan vücudunda su oranı asgari %60 olabilir. Eğer bu oran % 54 civarına gerilerse ölüm başlar, %50’nin altına düştüğünde ise ölümler kaçınılmazdır.  (Akın ve Akın,  2007). 

 

Her gün yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz sudan bir miktar fazlasını tüketmeliyiz. Su ihtiyacını sık aralıklarla su ve su oranı yüksek taze gıdalar tüketerek gidermemiz gerekir. Su içmek; organları rahatlatır, organların işleyişlerini kolaylaştırır, gevşemeye yardım eder, toksik etkili maddelerin vücuttan atılmasına yardım eder., vücut sıcaklığının aşırı yükselmesini önler, hatta cildin daha diri ve gergin görünmesini sağlar, kırışıklıkları azaltır. Ama tüm bunlardan fazlası da vardır.