Banaklı Olsun

Sulu yemeği tanımlarken suyu seli banaklıca olsun derdi annem.

Sulu yemeği tanımlarken suyu seli banaklıca olsun derdi annem. 

Banaklı yemeğe alışmışız kurudan şeyler karnımızı doyurmuyor derdi Saliha teyze, Ayşe abla da banaklı pişirdim derdi taze fasulyeyi, et yahnisi banaklı güzel olur derdi komşu teyzeler… 

Halk arasında ne ilginç tanımlamalarımız var. Aile içinde herkesin anlam birliğinde olduğu benzetme ve tasvirler kültürümüzün temel taşlarıdır aslında. Annem banaklıca olsun dediğinde ben yemeğin sulu olması gerektiğini hemen anlardım!  

Geçen gün muhabbetin orta yerine oturmuştu şu banaklı yemek mevzusu; yaşlıca hanımlar eski günleri ahlar çekerek yad ediyorlardı. “Fakirlik vardı eskiden, yemeği ekmeğe katık ederdik, yemeğin suyuna ekmek banmadan kimsenin karnı doymazdı ki” diyorlardı. Hatta biz şimdi yemek yiyeceğiz haydi sofraya diyoruz ya, eskiden insanlar “ekmek yiyeceğiz” derlerdi. Yani banma işlemini illa ki ekmek ile birlikte anmamız olmazsa olmazımız.

 

Yaraya tuz basmak gibi ekmek banılan sevdaların şiirleriyle dolu bir kültürden geliyoruz. Hep banıyoruz. “Suyuna banıyoruz, huyuna kanıyoruz, insan sanıyoruz aldanıyoruz” mihvalinde uzayıp giden bu banmalar ile kanmalar yumuşacık ekmeklerimizin giderek bayatlamasını çağrıştırıyor olabilir mi? Bayat ekmeği suyla ıslatan neslin yokluk öyküleriyle beslendik bizler. Yaşanılanları yok sayabilir miyiz? 

Belki kanamalar da öyle… 

Kanına ekmek doğrayan mısraların şiddetini de bilip duyarız. Şairlerin ekmeği çoğu zaman hayal kutusundadır, şiire ekmek banar gibi yaklaşırlarsa sanırlar ki ekmek kutusu dile gelir!  

Banmak çok kutsal, çok haşin bir şey o kesin!

Isparta’ya özgü bir et yemeğinin adı da banaktır. Adı banak ama el ile banma değil, pidenin üzerine dökülen sulu etin kendiliğinden ıslanma işini üstlenmesidir. Başka yörelerde de tirit derler. 

 “Tiridine bandım bedava mı sandın para verip aldım. Tiridine tiridine bandım.” * 

Banaklı yani sulu yemekler Anadolu Mutfağı’nın demirbaşıdır. Pek çok esnaf lokantasının camekânında “sulu yemekler” diye bir ibare vardır. Salçalı köfteler, kuru fasulye, bezelye ve nohutlar, tas kebapları, haşlamalar, etli etsiz tüm sebze yemekleri hep banaklı sulu yemeklerdir. Tuza ekmek banmak her ne kadar sıkıntı yoklukla ilişkilendirilse de tasavvufta ‘olmak’ ve ‘pişmenin’ de ifadesi olarak daima kutsallığını korumuştur. Yemeğin suyuna ekmek bandığımız ekmeğin kilo aldırmadığı çocukluk günlerimiz nerede kaldınız! Oysa oyundan kopuşarak aceleyle oturduğumuz sofralara nasıl da iştahla saldırırdık, elimiz ekmeğe gayri ihtiyari gider koca bir yudum koparıp önce yemeğin suyuna banardık… 

Daha da küçük olduğumuz emekleme dönemlerimizde bandi bandi yapardık yemeklere. Büyüklerimiz “haydi bandi bandi yapalım” deyip yemeğin sevimli oyun halini yansıtırlardı bize. Hele de az pişmiş yumurtanın sarısına bandi yaptığımız o yavru melek zamanlarımız yok mu, nasıl da gerilerde kaldı… 

Yine yapalım, yine bandili banaklı yemeklerin kısmet olduğu sofralara sevgiyle oturalım. 

Muhabbetle… 

  

* Muzaffer Sarısözen