Marmara Covid’e Yakalandı

Biz doğa bilimcilerin işi, dili olmayan doğayı dillendirmektir. Öyle ya denizin olsa olsa dalgasının sesi var, bulutun da gök gürlemesi. Yanardağ da anca patlayınca ses yapıyor.

Biz doğa bilimcilerin işi, dili olmayan doğayı dillendirmektir. Öyle ya denizin olsa olsa dalgasının sesi var, bulutun da gök gürlemesi. Yanardağ da anca patlayınca ses yapıyor. Yangının bile sesi var. Bunları biliyoruz ama hep olduktan sonra. İşimiz ne o zaman? Doğanın vereceği sesleri izleri etkileri daha olmadan öngörebilmek. Olumlu veya olumsuzu ile ama olabilecekleri önceden bilebilmek.

Atmosferi inceliyoruz. Yerden en üst katmanlara kadar. Ölçebileceğimiz her şeyi ile anlamaya çalışıyoruz; daha sonra da en pratik ölçümler ile onun yakın gelecekteki davranışlarını öngörmeyi deniyoruz. Sonuç ne oluyor? Atmosferdeki olayları önceden tahmin etme yeteneğine kavuşuyoruz. Beklenen koşullara göre kendimize yön çiziyoruz. İşi gücü ona göre ayarlıyoruz. Tabii bunu herkes yapmıyor. Mesela kar fırtınası gelecek deniliyor ama bir şey olmaz diyen yolda kalıp saatlerce kurtarılmayı beklemek durumunda kalıyor. Çok umursamayanlar bunu mal ve hatta can kaybına kadar giden bir yelpazede göğüslemek durumunda kalabiliyor.

Tıp dünyası da aynı şeyi yapıyor. İnsan denen harika mekanizmanın çalışma prensiplerini anlamaya çalışıyor ve eğer bir aksaklık olacaksa onu önceden tahmin etmeye çalışıyor.

En dertli uzmanlık alanlarından birisi de belki deprem bilimi ile uğraşanlar. Onlara yüklenen görev depremi önceden tahmin etmek. O korkunç güçlerin olası yıkımına uğramamak için depremi günler önce tahmin edebilmek. Edemezler elbette ama olursa ne olacağını gayet iyi bilirler.  Olacakları tahmin edebildikleri için de zamanında bizi uyarırlar. Zayıf binalardan uzak durun yenileyin, vb. gibi kolay ve ucuz olmayan öneriler.

Biz deniz bilimcilerin işi de denizi anlamak. Size sadece mavi olarak görünen denize başka açılardan içindeki besin maddelerine bakmak. Kimsenin göremeyeceği büyüklükteki planktonları saymak, onların oluşumuna neden olan nitrata fosfata silikata bakmak. Bunun nedeni ise besin piramidinin en alt tabakası hakkında bilgi sahibi olmak. Burada ne oluyoru anlayabilirsek piramidin en üstünde yer alan bize, ne kadar besin geleceği hakkında bilgi sahibi oluruz. İşte bu uğraşıları her bir deniz bilimci öncelikle kendi ülkeleri etrafını saran denizlerde gerçekleştirir.

Biz de böyle yaptık ve belki de yerkürede hiçbir deniz bilimcisine nasip olmayan yerküredeki en zıt deniz koşullarına sahip ülke olduğumuzu gördük. Akdeniz gibi tertemiz ama neredeyse içinde su ve tuzdan başka hiçbir şey olmayan bir denizden, Karadeniz gibi besin dolu denize uzayan yelpazedeki denizlerimizi inceledik.

Ve geldik Marmara’ya. Her yanını didik didik inceledik.
 
Sonuç.
 
Bu denizimiz kronik astımlı. Solunum zorluğu doğuştan, o neden ile üzerine gidilmemeli, solunumunu etkileyecek yükler üzerine verilmemeli, taşıyamaz.

Dedik hala da diyoruz.

Özellikle ben son dönemde ortaya atılan çılgın proje kapsamında aman yapmayın etmeyin Marmara Denizi bu yükü kaldırmaz görüşümü her fırsatta her ortamda tekrarladım durdum.
 
Yapılan her deniz seferi sonunda sistemin kötü olan durumunun var olan yükleri dahi kaldıramadığı ve çok daha kötüye gittiğini her fırsatta dillendiriyor ve artık geç kalmadan gerekli adımların atılması doğrultusunda uyarılarımızı yapıyorduk. Örneğin, Ergene Nehri sularının tam anlamı ile arıtılsa dahi Marmara’ya ulaşmaması gereğini, yönünün Saros Körfezi'ne çevrilmesini hatırlatıyorduk.

Sen misin bunları diyen bir de gördük ki Erkene Havzası suları arıtılıp Marmara Denizi'ne 2020 Kasım ayından beri verilmeye başlamış. Sistem öyle bir hale gelmişti ki üzerine gelecek un ufak bir ilave yük bardağı taşıran damla olacaktı ve bence bu oldu. Sisteme giren yükler o kadar fazlaydı ki sistem yani besin zinciri piramidi en alttan bir yerden bir patlak verdi. Müsilaj denen her ne ise o da bu ortamı çok sevdi.
 
Ben ona “salya sümük” diyorum.
Olduktan sonra neymişin anlamı yok.
Oldu ve bizim astımlı çocuğun biyolojik yapısını çok sevdi. Her yanını kapladı.
O kadar ki kıyılarda köpük köpük tabakalar meydana getirdi.
Toplum şaşırdı.
Marmara Kirlendi diyebildi.
Ama o anda zaten iş işten geçmişti.

Biz deniz bilimciler için bir yerden patlayacağını bildiğimiz için uyarıyorduk bıkmadan usanmadan. Bilime aldırış eden olmadı; ta ki köpükler etrafı sarana kadar. Yine de toplum bazen sevinebiliyor. Bir gün bakıyor kıyıda köpüklü salya sümük. Birkaç gün sonra bakıyor yok olmuşlar. Seviniyor kurtulduk diye ama işi aslı öyle değil. Slaya sümük su kolonuna yayıldı, yok olmadı.

Gelelim bu salya sümüklü durumun yaratacağı olumsuzluklara.

O kıyılardaki görüntü Marmara Denizi'nin en verimli oksijenli kıyı kesimi. Zaten doldurduk sandık ki alan kazandık ama altta kalan yaşamı sona erdirdik. Geriye kalan da bu ve biz onun üzerine bir köpük battaniyesi örttük. Alt tarafa ışık geçemedi. Oradaki yaşam ışığı alamayınca ve de üzerine bu salya sümük gelince yaşamını sürdüremedi öldü. Bu salya sümük rüzgar esip denize karışınca denizin derinliklerine gitti ve orada suyu süzerek yaşayabilen canlıların üzerini örttü. Nefes almalarını veya beslenmelerini engelledi ve yaşam sona erdi. Balıklar da yaşamdan koptu. Suyun içinde nefes alamadılar ve öldüler.
 
Günümüz vebası olan Covid-19 pençesine aldığı insanları solunum zorluğuna sokmakta ve insanların havadaki oksijeni kullanamamaları nedeni ile tabiri caiz ise havada boğulmak şeklinde ölmelerine neden olmaktadır. Aynı şekilde salya ve sümklü su da denizdeki canlıların suda çözünmüş halde bulunan oksijeni kullanmaları için gerekli olan solungaçlarını tıkamaları nedeni ile suyun içerisinde boğulmalarına neden olmaktadır.
 

İşte bu nedenle diyorum ki;
“Marmara Denizi Covit’e yakalandı”

Ne güzel teşhisi koydun hocam, hadi şimdi de çaresini bul. Çare kolay. Marmara Bölgesi'nde insanların yemesi içmesi daha sonra da tuvalete gitmeleri serbest ama sifon çekmek yasaklanmıştır. Sanayi kuruluşları da atık sularını fabrika bahçelerinde depolayacaklardır. İşte çare bu.

Bunlar olmayacağına göre çare hep beraber seyretmek olacak. Bu kadarla kalsa yine iyi. Marmara Denizi'nde yaşayan canlı kalmayacaktır. Göç eden veya buraya yumurta bırakan balıklar gelmeyecektir. Bu Ege’de ve Karadeniz’deki besin zincirinde öngörülemeyen değişimlere neden olacaktır. "Ne olacak hocam!?" demeyin. Bir şeyler olacak ama ne olacak biz de bilemiyoruz. Bu kadarla kalsa yine iyi. Asıl dert bu organik yükün eninde sonunda Marmara’nın derinliklerine ulaşacağı ve zaten astımlı olan çocuğun üzerine hiç hesapta olmayan ilave yük bindireceği gerçeğidir. Zaten sıfır noktasında olan bu tabaka bu yükü asla kaldıramaz. Ölür.

Kanal İstanbul yapılırsa olasılık olan bir durum bu salya sümük nedeni ile gerçekleşmiş oluyor. Gerisi felaket. Zamanla bu oksijensizlik tüm Marmara alt suyunu etkiler ve Marmara Denizi'ni karıştıran her lodos ile veya Boğaz'daki her karışım ile üst tabakaya ve atmosfere bol bol H2S yani çürük yumurta kokusu verir.

Biliyorum hiç de iç açıcı bir yazı olmadı. Ne yapayım durum ne acıdır ki böyle. Senelerdir uyarıyorum, bilime kulak verin durum iyi değil diyorum. Ergene Nehri'nin sularını buralara ulaştırmayın diyorum. Bakalım bu sene Marmara’da denize girilebilecek mi? Girenlerin tecrübelerini merakla bekliyoruz. Avşa Adası, Marmara Adası içme suyunu denizden yeterince elde edebilecek mi? Bakalım Eylül gelince balıkçılık filosu denizde kalan son balığı kim yakaladı yarışını nasıl tamamlayacak.

Marmara Denizi Covid oldu. Acil servise kalkması yoğun bakıma alınması ve ne yazık ki entübe edilmesi şart. İyi de ona gerekli olan oksijeni nasıl vereceğiz bilmiyoruz ki. 

17 Mayıs 2021 tarihli uydu verisi İstanbul Boğazı'ndan çıkan bir geminin Marmara Denizi'ndeki aşırı organik yük nedeni ile bıraktığı izleri göstermekte.

17 Mayıs 2021 tarihli bu görüntüde müsilajın Marmara Denizi genelinde yayılışı izlenmekte.

26 Mayıs 2021 tarihli bu görüntü müsilajın İzmit Körfezi girişindeki durumunu göstermekte.