Neolitik ve Kalkolitik Çağın Gıdasını Merak Etmek! 

Tarih boyunca bizden önce yaşamış insanların neler yiyip içtiği hep merak konusu olmuştur. Geçenlerde yine Aktopraklık Höyük ziyaretindeydim. Odağım elbette en çok tüketilen gıdalardı.

Yazar: Aşçı Fok Nurdan Çakır Tezgin
 
Neolitik ve Kalkolitik Çağın Gıdasını Merak Etmek! 

İki, üç bin yıl ya da sekiz on bin yıl önce kimler ne yemiş ne yememiş ‘bize ne’ diyebilir miyiz? Bize ne demekle içimizdeki meraklıyı susturabilir miyiz? 
 
Tarih boyunca bizden önce yaşamış insanların neler yiyip içtiği hep merak konusu olmuştur. Arkeolojik bulgular ve kayıt altına alınmış dokümanlardan kırk takla atarak öğrenmeye çalıştığımız kısıtlı bilgilerle reçeteler üretiyoruz. Bire bir malzemeyle örtüşen reçetelere sahip olmak elbette mümkün değil. Fakat insan genetiği alıştığı gıdayı nesiller boyu devam ettiriyor, bellek geçmiş tatları unutmuyor, unutturmuyor. 

Bazı antik kentlerin kazı alanlarını ve bünyelerindeki müzeleri belirli aralıklarla ziyaret ederim. Geçenlerde yine Aktopraklık Höyük ziyaretindeydim. Bu defa höyük alanının mini bir müzeye de sahip olduğunu gördüm. Büyük müze ve tanıtım binası henüz ziyarete açılmadı. Tarihsel geçmişi M.Ö. 6 bin yıla uzanan Aktopraklık Höyüğü'nün müze yerleşiminde beslenmeye dair ipuçlarını yakalamaya çalışmak yine pek keyifliydi. Neolitik çağda, Taş Devri’nden yeni çıkıp Cilalı Taş Devri’ne geçiş yapmış insan türünün ne yiyip içtiğine merak sarmanın da eğlenceli bir yönü var. En hoşuma giden uzak geçmişten günümüze değin gelebilmiş cengâver gıdalarımızı tespit etmek. Bugün yediğimiz pek çok gıdanın atalarına hâl hatır sorup günümüz sofralarına buyur edince, geçmişe uzanıyor hissine kapılmamak elde değil. Bağ kurmanın insana iyi gelen bir yanı var. 

İlk Neolitik'ten (M.Ö. 8.000 - M.Ö 5200) son Kalkolitik Çağ'a (M.Ö 5.000  - M.Ö 3100) kadar olan süreçteki beslenme şekli ve gıda çeşitlerine dair arkeolojik veriler oldukça kısıtlı. Kabuklu ve kabuksuz arpa, küçük taneli buğday türü, burçak, mercimek, nohut, bakla, bezelye tohumu, incir, üzüm, böğürtlen, elma, armut, fındık, fıstık gibi gıdaların evrilmemiş halleriyle, avlanabilen hayvanlardan geyik türleri, yabani domuz, tavşan türleri, bazı kuş ve balık türleri ile evcilleşebilen sığır, koyun, keçi, domuz gibi hayvanların varlığı bilinmekte. Bir de kara salyangozu ve tatlı su midyesi ile koyun keçi ve inek sütünü de unutmamak gerek. Her iki çağın da kendi kullanımındaki kap kaçağı içindeki bulgulardan yola çıkarak gastronomik bir reçeteye ulaşmak mümkün müdür acaba! 
Tahıl ve baklagillerin odağında lâpamsı yemekleri hayal edip bir ya da birkaç reçeteye elbette ulaşırız fakat çeşitlemeye girecek olursak ne kadar ileri gidebiliriz bunu merak ediyorum. Höyük alanı Bursa’nın Akçalar beldesinde. Şimdi mahalle deniyor fakat Bursa merkeze 30 km. mesafedeki Uluabat gölüne yaslanmış Akçalar’ın bugünkü mutfak alışkanlıkları incelendiğinde geçmişe öykünen nice ipucu yakalarız. Sütlü beyaz tarhanasından tutun da, balık ekşilisinden, etli keşkeğine, feki kebabından, kartalacına varınca tarihin içinden çıka gelmiş damak lezzetlerini biz unutsak belleğimiz unutmaz. Genlerimize kaydolmuş lezzetleri unutmayan belleklere sahibiz çok şükür… 


Sütlü Akçalar Tarhanası 


Şimdilerde yoğurt da konuyor fakat aslı sadece süt, un ve tuz ile yapılandır.
 
Taze süt birkaç gün biriktirilip kaynamaya bırakılır. Kaynayan süte azar azar özlü un ilave edilip odun ateşinde büyük bir tahta kaşıkla karıştırılır. Süt ve un miktarı tarhana yapanların göz kararı ölçüsündedir. 10 kilo süt 5 kilo unu kaldırır gibi bir ölçüsü de var tabi. 

Karıştırarak pişirilen sütlü un, yoğun bir hamur haline gelince kararınca tuzu da ilave edilir. 

İyice pişen hamur ateşten alınır, soğuyunca parçalar halinde temiz bezler üzerine konur kurumaya bırakılır. Tıpkı ekşi tarhana gibi hamur topakları her gün ters yüz edilir, iyice kuruyunca ufalanıp kalburdan geçirilir. 

İrice taneler şeklinde ufalanmış olan tarhana tekrar bezlere yayılıp kurumaya bırakılır. Kuskus hamuru gibi biraz belirgin olur bu tarhana. Ve kurutulup bez torbalara konunca bütün bir yıl dayanır. Çorbası yapıldığında süt kokusunu hissedersiniz. 

Çorbayı hazırlarken üzerine tereyağında kırmızıbiber kızdırılır. 

Doyurucu bir çorba olan bu sütlü tarhananın Neolitik ve Kalkolitik Çağ'a olan uzantısında muhtemelen cılız buğday ve arpalar bütün olarak kullanılıyordu. Sütün içinde buğday veya arpa kaynatıp lapa şekline getirdiklerini hayal edip sert bitki yapraklarını veya yemiş kabuklarını kaşık gibi kullanarak yediklerini düşünsek diyorum…
 
Ellerini de düşünmeliyiz aslında, günümüzde de elleri ile pilav yiyen Uzak Doğu ve Afrika’da çok insan var. Uzağa gitmeye gerek yok, halen köy ve kırsalımızda ekmeğiyle yemeği toparlayarak yiyenler öyle çok ki… 

Evet, süt canlı varoluşunun hayatta kalış besini olarak dünya tarihindeki yerini her daim koruyor. Süt lâpaları, paparaları, süt çorbaları, sütlü bebek mamaları ile sütü doyurucu hale getiren sütlü tahıl bulamaçları dünya besini olarak ilk sıralarda yerini koruya dursun biz başka merakların peşinde buluşmaya devam edelim.
 
Ben, Arkeopark yerleşkesindeki Aktopraklık Höyüğü'ne defalarca gitmekten yorulmayacağım. Çünkü keşfedilecek yeni reçeteler var! 
 
Görseller:
Yazara aittir, izinsiz kullanılamaz.