Işınsu Kestelli kimdir ve tarım sektörüyle tanışması nasıl olmuştur?

Konya doğumluyum. 1981 yılında İzmir Amerikan Kız Lisesi’nden, 1985 yılında da 9 Eylül Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü’nden mezun oldum. Bana hep destek veren bir eşim, iyi huylu, uyumlu bir oğlum, çok önem verdiğim, çok sevdiğim dostlarım var. Mutlu, enerjik, yerinde duramayan bir çocuktum ben; hâlâ da öyleyim. İçimdeki çocuk hiç büyümedi.

 

İş hayatına ilk olarak üniversite son sınıfta okurken Raks Dış Ticaret’te asistan olarak başladım. Vali olan rahmetli babam o günlerde karşı çıkmış, ‘asgari ücretle çalışmana gerek yok, bırak asistanlığı’ demişti; tabii ki dinlemedim. Üç ay sonra Yaşar Holding’de DYO’ya bağlı bir şirkete genel müdür asistanı olarak geçtim. Tekstil boyaları üretiyordu. Bir süre sonra satış bölümüne geçmek istedim. Birkaç ay sonra da satış koordinatörü oldum. DYO’da maaşım yüzde yüz arttı.

 

Oradan bu kez Turyağ’a, yine genel müdür asistanı olarak geçtim. Bir süre sonra bu işten de tatmin olmamaya başladım. O zaman Genel Müdürümüz Kaya Şener’e yüksek lisans yapmak istediğimi söyledim. Ardından ısrarlarımla beni satın alma bölümüne geçirdiler ama en sıradan işleri verdiler. Üç yıl sonra o bölümün müdürü oldum. Turyağ’ın Türk Henkel’le birleşme döneminde ben de İstanbul’a gidenlerin arasındaydım. 

 

Türk Henkel’de dünya genelinde bitkisel yağ pazarını öğrendim. Tarım sektörüyle tanışmam da bu sayede oldu. Ayrıldıktan kısa süre sonra bir arkadaşımla ortak şirket açtık.  İlk dönemleri çok sıkıntılı geçirdik, sonra işler yoluna girdi. Şirketi 10 yıl yaşattık. Daha sonra ortağıma devrederek 2008’de kendi şirketim Agritrade’i kurdum. Açıkçası iş konusunda ‘iyilik’ ve ‘şans’ bana hep yardımcı oldu.

 

 

İzmir Ticaret Borsası’nda görev almaya başladığınızda hedefleriniz neydi ve bugün geldiğiniz noktadaki hedefleriniz nelerdir? Işınsu Kestelli liderliğindeki İzmir Ticaret Borsası İzmir’e, İzmir ekonomisine, bölge ve Türk tarımına bugüne kadarki ve geleceğe yönelik katkıları hakkında bilgi verebilir misiniz?

 

Ben kişilik olarak yerinde duramayan, boş durmayı sevmeyen bir insanım. İzmir Ticaret Borsası’na da kişiliğimi yansıttığımı düşünüyorum. Uyumlu ve çalışkan bir ekiple yola devam ediyoruz. Güzel dostlarla birlikte çalışıyorum. Bu sayede de kabuğuna kapanmayan, daha aktif bir strateji izleyen bir Borsa haline geldik.

 

Ülkemizin ilk lisanslı depolarından olan, başlangıçta pamuk depolaması alanında faaliyet gösteren ELİDAŞ’ı ve elektronik ürün senetlerinin işlem gördüğü İzmir Ticaret Borsası Elektronik Platformu İZBEP’i kurduk.

 

Borsa olarak, ülkemizin ilk türev işlemler borsası olan Vadeli İşlemler ve Opsiyon Borsası’nın kurulmasına öncülük etmiştik. 4 Şubat 2005 tarihinde İzmir’de faaliyetine başlayan VOB kısa zamanda dünyanın sayılı türev borsalarından haline gelmeyi başardı. 2013 yılında yapılan mevzuat değişikliği sonucunda VOB hisselerinin tamamı Borsa İstanbul A.Ş.’ye (BİST) devredildi. Bu gelişme sonucunda Borsamız da BİST’in önemli hissedarları arasında yer aldı.

 

Ayrıca üyelerimizle dünyadaki en önemli gıda ve tarım fuarlarını ziyaret ediyoruz. İtalya gibi özellikle ürün bazında markalaşmış ülkelerle yakın temastayız. Arnavutluk’la işbirliği anlaşması yaptık.

 

Biz hem İzmir hem de Ege Bölgesi için aralıksız çalışıyoruz. Ege’ye özel çekirdeksiz üzümün haklarını korumak adına, Yunanistan’ın bu ürünü kendi adına tescil ettirememesi için Avrupa Komisyonu nezdindeki çalışmaları da İTB olarak biz sürdürüyoruz.

 

İzmir ve çevresi; daha doğrusu tüm Ege; Türkiye’nin tarım merkezi. Biz İTB olarak bunun tescillenmesi, markalaşması, sadece ülkemizde değil tüm dünyada kabul görmesi için uğraşıyoruz. Daha gidecek çok yolumuz var. 

 

İzmir’in organik tarımın merkezi olması gerektiğini düşünüyorum. Agro turizm yapabilmeliyiz. Fidancılığın küresel adresi olabilir İzmir. Sütün, enginarın, kirazın, kestanenin hindi etinin, tıbbi ve aromatik bitkilerin vazgeçilmez merkezi haline gelebilir. Başta İzmir olmak üzere tüm Ege kentleri, organik tarımın bir nevi Silikon Vadisi haline dönüşebilir. ‘GMO Free’ pamuk, Ege pamuğu coğrafi işareti ‘Aegean Cotton’ gibi detaylarla farklılaşabilir; markalaşabilir.

 

Tüm bunların hayata geçirilebilmesi için de öncelikli olarak ve mümkün olan en kısa sürede “İzmir Tarımsal Gelişme Planı” yapılması; uygulama için çok yönlü destek oluşturulması gerekir.

 

Tarım sektörü; tarladaki kişiye baktığımızda olmasa bile, yönetim seviyesinde her sektörde olduğu gibi (ne yazık ki) erkek egemenliğinde. Bu noktada, siz bu sektörün zirvesindeki kişilerden biri olarak kadın olmanın ne gibi avantaj ve dezavantajlarını yaşadınız, yaşıyorsunuz? Bu erkek egemenliğini yıkmak mümkün mü? (Yıkmak dememizin sebebi, nerede kadın eli varsa orada daha adil, daha saygılı, daha açık görüşlü ve ilerici bir düzenin olmasını düşünmemizdir).

 

Biz Egeliler o konuda Türkiye geneline göre daha şanslıyız. İş hayatında da, sosyal hayatta da kadınla erkek arasındaki ayrım o kadar keskin değil. Zaten olmaması da lazım. Toplumun yüzde 50’sini ekonomik hayatın içine çekemeyen hiçbir ülkenin ilerlemesi, kalkınması düşünülemez. Bu ülke için kadın-erkek el ele çalışmak zorunda. Tabii ki her iki cinsiyetin de farkılı artıları ve eksileri var. Erkekler daha mücadeleci olurken, kadınlar daha planlamacı oluyor genellikle.

 

Tarım özeline gelirsek... Birleşmiş Milletler 2014 yılını Uluslararası Aile Çiftçiliği Yılı ilan etti. Maalesef bu konu üzerinde ülkemizde yeterince konuşulmadı, fikir üretilmedi. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde 500 milyonun üzerinde aile çiftçilikle geçimini sağlıyor. Bu ailelerin ürettikleri ürünler milyarlarca insanın gıda ihtiyacının karşılanmasını sağlıyor. Günümüzde kalkınmakta olan ülkelerin pek çoğunda tarım üretiminin yüzde 80’i aile çiftçiliği sayesinde gerçekleştiriliyor.

 

Amerika Birleşik Devletleri’nde çiftçi aileler tarıma elverişli toplam arazilerin yüzde 78’inde çalışarak, satış değeri 230 milyar dolar olan tüm tarım ürünlerinin yüzde 84’ünü elde ediyorlar.

 

Avrupa Birliği bu konuda önemli çalışmalar yaptı mesela.  Avrupa Parlamentosu’nda onaylanan 2014-2020 bütçesinde, tarımsal destekleme politikasında aile çiftçiliğini öne çıkardı. Bu konuda özel destekler verileceğini ilan etti.

 

Eğer ülkemizde de aile çiftçiliği konusunda destekleyici bir politika izlersek, bu kadınların aile ve ekonomi içindeki rollerini de kuvvetlendirecektir. Maalesef biz bu konuyu küçümsüyor ve ihmal ediyoruz.

Türkiye çoğu sektörüyle değeri yüksek olan son ürünler değil de daha ucuz ilk ve ara ürünler üreticisi olarak biliniyor. Örneğin çok geniş zeytinliklerimiz olmasına rağmen en kaliteli zeytinyağlarının üreticisi olarak dünyada kabul görmüyoruz, ayrıca çok geniş bağlarımız olmasına rağmen en üst kalite şarap ve balsamik sirkemiz de hâlâ yok. Sizce bu Türkiye’nin kaderi mi, değilse neden o seviyeye bir türlü gelinemiyor? Türkiye o seviyeye çıkmaya hazır mı değil? Neden zeytinyağı gibi bir değerimizle dünya lideri olamıyoruz bir türlü örneğin? Neden Türkiye dünyanın en büyük 9’uncu tarımsal ekonomisiyken, tarım ve gıda ürünleri sıralamasında 27’inciyiz?

Bu sorunun çok kısa bir cevabı var aslında: Markalaşma konusunda yetersiziz ve ürün kalitesinde istikrarı sağlama konusunda ciddi sıkıntılarımız var. Bir İspanyol firması, kendi standartlarında üretim yaptırdığı bir Türk üreticisinin zeytin yağını şişeleyip etiketleyip gayet iyi bir fiyatla Japonya’ya satabilirken, ürüne yani işin özüne imza atan Türk firmasının bunu yapabilmesi halen mümkün değil. Şarapta da benzer bir durum söz konusu.

 

Bir de birbirini takip eden iki rekolte döneminde bile çoğu zaman aynı kalitenin tutturulamaması ciddi bir sorun. Bunları birer birer aşıyoruz ama halen çok yavaşız; hızlanmamız lazım.

 

(Tarımı ve İzmir Ticaret Borsası’nı bir kenara bırakalım birazcık) Çok hareketli, çok yoğun bir hayatınız var. Hem kendi şirketleriniz, hem Borsa, bir de iş kadını kimliği dışındaki insan olarak Işınsu Kestelli… Nasıl yetmeyi başarabiliyorsunuz ve iş kadını kimliğinin dışındaki Işınsu Hanım ailesine, sevdiklerine nasıl zaman ayırabiliyor?

 

Bunun sihirli bir reçetesi yok. Her insan kendi reçetesini yaratmak durumunda diye düşünüyorum. Benim iş yaptığım insanlar da, özel hayatımda vakit geçirdiğim dostlarım da hemen hemen aynı kişiler. Bu bir avantaj. İş hayatını daha çekilir ve verimli kılıyor bu durum. Çocuklarımız da arkadaş. Bu sayede işimizi yaparken ailelerimizi ihmal etmeme imkânımız oluyor. Ayrıca hobileri olan, beni her konuda tamamlayan, destek olan çok anlayışlı bir eşim var.