Tarım ve Kentleşme

Ticaret zamanla kurumsallaşmaya başladı. Ticaret yolları üzerindeki yerleşimlerin büyümesini sağladı. Ticaret yolları üzerinde bulunan bu büyük yerleşimler zamanla kent haline gelmeye başladı. Ticaret riskli bir işti. Uzun yollar, savaşlar, güvenlik, rekabet, çıkar çatışması… Bu sorunlara karşı güvence olabilecek mekanizmalara ihtiyaç duyuluyordu. Ticaret yollarının üzerindeki köyler zaman içinde ticaretin ihtiyacını karşılayacak kentlere dönüşmeye başladı. Kentler güçlü idareleri sayesinde ticaretin istediği güvenliği kısmen sağlıyordu.

Köylerde üretilen zenginlik ve kültür zenginleşen büyük kentlerde farklı kültürlerden insanların bir araya gelmesi ise kültürel bir zenginlik yaratmaya başlıyordu. Böylece kentlerde yeniliklere açık, daha ince zevklere sahip, zengin insanlar ortaya çıkmaya başladı. Şehirlerde yaşayan farklı kültürlerden, çıkarları farklı olan insanların yaşaması ile zenginleşme de güvenlik ve idareye ilişkin sorunlar yaratmaya başladı. Tüccar, esnaf, zanaatkâr, işçi, çiftçi gibi ortaya çıkan farklı çıkarlara ve özgün yaşam biçimlerine sahip sınıfsal yapılar arasındaki ilişkiler de daha detaylı bir toplumsal düzenin kurulması için zemin hazırladı. 

Yöneticilerin belirlenmesi, etkin yönetim, güvenlik, alt yapı gibi sorunlar kent yönetimlerinin ekonomi ve eleman ihtiyacını arttırıyordu. Yeni ortaya çıkan yönetim biçimleri şehirlerde biriken zenginlikten belli bir payın idari yapıya devredilmesini gerektiriyordu. Böylece büyük şehirler küçük devletlere (Polis, Site) dönüşmeye başladı. Artık güvenliğin sağlanması, ticari ve toplumsal ilişkilerde çıkan sorunların çözümü şehir yönetimleri tarafından sağlanabiliyordu..

Tarımsal faaliyetler sayesinde ortaya çıkan kentler giderek tarımsal faaliyetlerden uzaklaşmaya başladı. Kentler köylerden farklı olarak ham maddelerin işlenmesi sonucu alet, ekipman ve kapların üretimine ve ticaretine yöneldi. Böylece kentlerde esnaf ve zanaatkarlar ile tüccarlar bir ağırlık kazanmaya başladı. Yerel tüccarlar çevrede üretilen hammaddeyi kentlere ve kentlerde üretilen alet ve kapları köylere taşıdılar. Büyük tüccarlar ise hem hammaddelerin, hem ürünlerin değiş tokuşunu gerçekleştiriyordu. Aynı zamanda teknoloji ve kültürlerin değiş tokuşunu gerçekleştiriyordu.

Neolitik çağdan orta çağa yaşanan bu önemli gelişmelerden sonra İnsanlık tarım ve hayvancılık konusunda uzun süre daha yavaş bir gelişme kaydetti. Tarımda kullanılan her türlü işlem, girdi, alet ekipman kullanımı geleneksel olarak aile içi aktarımlar ve yerel bilgi birikimiyle sınırlıydı. Göçler, savaşlar ve ticari ilişkilerle farklı toplumlardaki gelişmeler sınırlı şekilde birbirlerine aktarılabiliyordu. 

Bunun başlıca nedeni idari mekanizmaları elinde tutan kentler zenginlik adına köyde yaşayanların elindekinin büyük kısmını vergi adı altında alıyordu. Köylüler büyük oranda serf (maraba) adı verilen kölelere dönüştürülmüştü. Özgür köylüler ellerinden toprakları alınmaması adına sadece denileni yapan yarı kölelerdi ve ağır vergiler ödüyorlardı. 

İşin ilginç tarafı başta gelişmeyi tetikleyen ticarette gelişimin önünü tıkamaya başlamıştı. Uzak ülkelerden gelen büyük tüccarlar, tüm alış verişlerini şehirlerde yapıyorlardı. Şehirlerde seçme şansı vardı. Köy köy dolaşmıyorlardı. Köyleri görmeyen büyük tüccarların tarım hakkında bilgileri sınırlıydı. Dolayısı ile artık tarımdaki yeniliklerin bir yerden bir yere taşınması mümkün olmuyordu. 

Köylerden ürünleri yerel tüccarlar topluyor ve esnaflara satıyorlardı. Böylece araya pek çok aracı giriyordu. Hepsi çok kazanmak isteyen, hepsi kendi masrafları olan, hepsi riskler alan ve hepsi vergi ödeyen bir sürü aracı olunca, köylerde üretim yapan üreticiler artık karın tokluğuna çalışır hale gelmişti. Orta Çağda aristokrasi ve din adamlarının hegemonyası ile durum daha da ağırlaştı...