Yaşamak için kaçanlar…

Hükümetlerarası iklim değişikliği panelinde “iklim değişikliğinin en büyük etkisinin insan göçleri olabileceği” uyarısı yapıldığında, 1990’lı yıllarında ve henüz ekolojik mülteci kavramı oluşmamıştır. “Ekolojik mülteci”, kuraklık, kıtlık, çölleşme, sel baskını, deprem, tsunami gibi ani veya uzun süreli çevresel felaketlerin yaşamlarını, ekolojilerini veya ekonomilerini tehlike altında bıraktığı ve bu nedenle yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalan insanları tanımlamak için kullanılmaktadır. Diğer bir ifade ile bu insanlar yaşamak için kaçanlardır. 

 

Ekolojik mülteciler, hayatta kalabilmek için ihtiyaç duydukları doğal kaynaklar yok olduğu ve/veya büyük ölçüde zarar gördüğü için başka bir bölgeye veya ülkeye sığınmak zorunda kalmaktadır. “İklim göçmeni”, “iklim değişikliği mültecisi”, “felaket mültecisi”, “eko-mülteci” veya “çevresel mülteci” gibi kavramlar da ekolojik mültecileri tanımlayan ifadeler arasında yer almaktadır. Bu bağlamda Güney ve Güneydoğu Asya ile Pasifik ilk akla gelen bölgelerdir. Burada yaşayan insanları göçe zorlayan çevresel felaketlerden en önemlileri, tsunami felaketleri, küresel ısınmaya bağlı deniz seviyesi yükselmesi, kasırga ve sel baskınları sayılabilmektedir. Scientific American’da 2011 yılında yayınlanan bir makaleye göre doğal felaketlerin sıklığı 1980’lerden beri % 42 oranında artmıştır. Uluslararası Yerinden Edilen İnsanları Gözleme Merkezi (IDMC) tarafından, 2010 ve 2011 tarihlerinde sadece Asya ve Pasifik’te 42 milyondan fazla kişinin çevresel değişimler ve felaketler neticesinde yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kaldığı bildirilmiştir. Ekolojik mültecilerin kaynağı olan bir diğer coğrafya ise Orta ve Kuzey Afrika bölgesidir. Özelikle çölleşme, kuraklık ve açlık neticesinde Etiyopya, Sudan, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Nijer ve Libya gibi Afrika ülkelerinden binlerce, hatta milyonlarca insan başka topraklara göç etmektedir. 

İklim değişiminin özellikle tarım üzerine olan olumsuz etkilerinin 2030 yılına doğru daha da şiddetle hissedileceği düşünülmektedir. İklimsel olumsuzlukların beraberinde göç oranını da arttıracağı öngörülmektedir. Bölgeler arasında farklar olabileceği gibi eskiden göç veren ülkeler gelecekte göç alan ülkeler haline de gelebilecektir. 

İklim değişikliğinin tarımsal üretime olan etkileri ile ilgili son çalışmalarda, kuru tarım yapılan ve hububat yetiştirilen alanların kuzeye doğru kayacağı, bitkisel üretimin %10’dan %50’lere kadar düşebileceği rapor  edilmektedir. Ancak, yapılacak uyum çalışmalarıyla bu düşüşlerin kısmen azaltılabileceğine yönelik araştırmalar da halen devam etmektedir. Söz konusu sonuçlara göre iklim değişikliği ile birlikte dünyanın bazı bölgelerinde artış bazı bölgelerinde ise azalışlar beklenmektedir. Türkiye’de ise tarımsal ürün verimliliğinin %15 ile %25 arasında azalacağı düşünülmektedir. 

 

İklimsel değişimlerin tarım üzerine olan etkilerini sıralamamız gerekirse;

  1. 1. Bitkisel ürün verimliliği ve üretim maliyeti
  2. 2. Hayvansal üretim verimliliği ve üretim maliyeti 
  3. 3. Tarımsal üretim için en önemli faktörlerden biri olan toprak yapısı değişiklikleri
  4. 4. Sulama suyu talebinde artış
  5. 5. Yeraltı suları miktarı ve dönüşüm oranı 
  6. 6. Deniz seviyesindeki artışa bağlı olarak kıyılarda bulunan verimli tarım topraklarının kaybı
  7. 7. Bitki büyüme oranındaki değişimler
  8. 8. Yabani ot, zararlılar ve hastalıkların artması,
  9. 9. Toprak erozyonu
  10. 10. Ürün kalitesinin bozulması sayılabilinir.

Tarım, gıda temini yanında ekonomik bir faaliyettir. Bu nedenle, iklim değişiklikleri sonucunda ortaya çıkan üretim azlığı veya fazlalığının ekonomik dengeleri de büyük oranda değiştireceği düşünülmektedir. Örneğin, üretimin azalması, ürün fiyatlarının artmasına, tüketicilerin daha fazla fiyat ödemesine, ithalatın artmasına ve ihracatın azalmasına neden olmaktadır.