Modern yaşam: hızlı ve kolay yaşam

Birçok tarım uzmanı akademisyenin de organik tarımı her nedense bir türlü kavrayamamış olduğunu görmek ise en ilginci. Adına “modern” denen konvansiyonel yetiştiricilik karşısına “alternatif” sıfatı ile lanse edilen organik tarımı koyup, “organik ürünlerde kalite ve verim düşük olur” ya da “organik üretim yapmak mümkün değildir” gibi savlarda bulunmanın arkasında yatan yanılgı aslında tamamen bir alışkanlıktır. Burada modern kavramı daha çok “gelinen son nokta” anlamında kullanılıyor, modernite ve modernizm gibi kavramlarla karıştırılmaması gerekiyor. Birçok tarım uzmanına göre organik tarım şöyle ifade edilmektedir: “dağda yetişen armut organiktir”. Dağda yetişen armut gerçekten organik midir? Neden olmasın? “sertifikası varsa eğer, organiktir; dağda da, ovada da”. Bu noktada uzmanlarımızın kafasının karışmasına sebep olan iki önemli konu ön plana çıkıyor; birincisi, tıpkı tüketicilerin önemli bölümü gibi, uzmanlar da tam olarak bilmiyorlar; ikincisi, konvansiyonel tarım yöntemlerine o kadar çok alışılmış ki, modern denen tarımın sınırları dışına bir türlü çıkılamıyor. Bir çok tarım uzmanından sürekli duyduğumuz cümle ne yazık ki şu oluyor: “gübreleme ve ilaçlama yapmadan asla ürün yetiştirilemez”. Halbuki organik tarımda gübreleme ve ilaçlama yapılmakta, sadece insan ve çevre sağlığına zarar veren maddeler yasaklanmaktadır.

Bu noktada “modern” ya da “konvansiyonel” ile “alternatif” ifadeleri üzerinde biraz durmakta yarar var. Hemen her konuda -inceleyin lütfen- “modern” olarak ifade edilen konular genel olarak “kolaylık sağlayan” konulardır. Örneğin; modern tıptaki gelişmelerin çok büyük bölümü özellikle teşhis aşamalarında hekimlerin işini kolaylaştıran yöntemlerdir. Öksürtüp, hastanın sırtına vuran, ağzının içine, yüzüne ya da vücudun değişik yerlerine bakan ve sonuçta hastalığı bilgi ve tecrübesiyle teşhis eden hekimler bugün artık yoklar. Yoklar çünkü gerek kalmadı! Kötü mü oldu peki? Tabii ki kötü olmadı, çok daha erken ve kısa sürede hastalıklar teşhis edilir oldu, bazı cerrahi girişimler de robotlar tarafından yapılır oldu. Kanser mesela erken dönemde teşhis edilmeye başlandı modern tıp sayesinde ama kanser azalmadı, çok daha fazla arttı! Alternatif olarak adlandırılan ve işin gerçeği “tuhaf” ve “bilim dışı” olarak lanse edilen tıp ise kanser olmamayı hedefledi. Alternatif tıp ve eczacılık zor olan yolu seçti. Modern tıptan önce bugünün alternatif tıpı vardı. Eskiden doğayı, bitkileri ve canlıları çok iyi tanıyan, hastalıkları gözlem ve deneyimlerine dayanarak teşhis eden ve doğal yollarla hastalıkları yenmeyi başaran hekim ve eczacıların yerini bugün modern yöntem ve cihazlara muhtaç hekimler aldı. Modern tıp bilimi bugün insanlara yılda bir kaç kere kontrolden geçmelerini önermenin ötesine geçebilmiş değil ne yazık ki.

Tarımın adı ve sıfatı önemli değildir; önemli olan insan sağlığına ve çevreye mümkün olan en az zararı vermesidir ki bu tarım sistemine de organik tarım adı verilmektedir.

Peki konvansiyonel tarım da aynı yoldan mı geçti? Modern olarak ifade edilen tarımın ömrüne bakmak gerekiyor bu noktada. Yaklaşık 10 bin yıllık tarım serüveni içinde hangi süreci kapsıyor? Yakın tarihimiz için modern olarak kabul edilen tarım sistemini “yeşil devrim” ile başlatmak pratik olarak mümkün ama ıslah, gübreleme, hastalık ve zararlılarla mücadele ve hatta biyoteknolojinin binlerce yıl önce başladığını unutmadan. Tarih içinde hiç bir şey bir anda başlamadığı için, konvansiyonel tarımın kökleri de yüzlerce hatta binlerce yıl öncesine dayanıyor. Bilgi; üretilip, paylaşıldıkça teknikler de gelişmiş ve uygulanmış doğal olarak.

Herkesin hedefinde olan organik tarımın da bilindiği gibi önemli bir hedefi var: “konvansiyonel tarımın yok ettiklerini yeniden kazanmak”. Organik tarımın hedefinde olan ve değiştirmeye çalıştığı modern tarım, az önce değinildiği gibi özellikle “yeşil devrim” olarak ifade edilen kısacık bir süreçtir. Yeşil devrim “o dönemin ihtiyaçları göz önüne alındığında” gerçekten çok büyük bir devrimdir. Geride bıraktığımız 20. Yüzyıl zaten başlı başına bir devrimdir. 20. Yüzyılın ilk yarısı özellikle teknolojik bir devrim sürecidir ve savaşlarla geçmiştir. Bu devrimin temelleri ise 18. ve 19. Yüzyıllardaki sanayi devrimi ile atılmıştır.

Sanayi devrimi sonrasında dünya nüfusu hızla artmaya başlamış, nüfusun ikiye katlanma süresi oldukça kısalmıştır. Sanayi devrimi paralelinde ortaya çıkan bir diğer değişim ise çevresel değişimdir. Yerin altında zararsız olarak duran fosiller yakıta dönüştürülmüş ve çok zararlı hale getirilerek atmosfere verilmeye başlanmıştır. Bu sürecin getireceği zararlar o dönemin ileri görüşlü bazı hassas bilim insanlarınca görülmüştür ancak paranın getirdiği sarhoşluk bu öngörüleri gözden kaçırmıştır.

Hızla artan dünya nüfusu ardı ardına gelen iki büyük dünya savaşıyla oldukça azalmış, savaşta galip gelme arzusu ise beraberinde anormal hızlı gelişen teknolojiyi de getirmiştir. Günümüzün ileri teknolojisinin temelleri de o dönemde atılmıştır. İki dev savaştan çıkan ve teknolojik olarak da oldukça gelişmiş olan dünyada yavaş yavaş nüfus yine artmaya başlamış hatta mecburen nüfus artışı özendirilmiştir. Nüfus artışı açısından kantarın topuzu ise 1960 lı yıllarda kaçmış, dünya nüfusunun ikiye katlanma süresi 23 yıla kadar inmiştir. Artan nüfusu besleyebilmek, giydirebilmek ve refah içinde yaşatabilmek için zaten savaşlar esnasında gelişen yüksek bilgi ve teknoloji hazırda beklemektedir ve hemen devreye sokulmuştur. Tarım alanında devreye sokulan bu bilgi ve teknolojiye de “yeşil devrim” adı verilmiştir. Yeşil devrim ile doğan, bugün adına konvansiyonel tarım dediğimiz tarım sayesinde dev adımlar atılmış ancak sadece 20 yıl içinde “bugün çok şikayetçi olduğumuz sağlık ve çevre felaketleri” ortaya çıkmıştır. Mesela ozon tabakası incelmiştir.