Etin Beyazı, Yumurtanın Beyazı

19. yüzyılın sonlarında başlayan ve Yeşil devrimle ‘taçlanan’ sanayi tipi hayvansal üretim kendisini Descartes ile meşrulaştırmaya çalıştı. Onlar biyolojik birer makineydi. Hayvanların toprakla temas etmesi gerekmezdi. Egzersize ihtiyaçları yoktu. Psikolojik sosyal ihtiyaçları olması söz konusu bile edilmemeliydi. Eşinme, çırpınma, koşma, tırmanma gibi davranışlar fazladan enerji harcamaları demekti.  Birim alandan yüksek verim, daha kısa sürede üretim tamamen açlığı önlemek için

Anne hayvanların yavrularıyla geçirecekleri vakit; Memeli canlıların sağlığı açısından oldukça önemli olan ağız sütünü dahi emmeleri; Yavrular kadar anneler için de psikolojik ve fiziki pek çok yararı olduğu bilinen emzirme vb. durumlar verim kaybı olarak görüldüğünden hayvanların yavruları mümkün olan en kısa sürede ellerinden alınması gerekiyordu... Buzağı gibi süt içmesi gereken yavrulara ‘aynı görevi gören’ kimyasal karışımlar verilmeye başlandı.

Çırpınmak, koşmak, eşinmek… Tavuklar böyle boş faaliyetlerle yemdeki enerjiyi çarçur etmemeliydi. Yumurtacı tavuklar kafeslere kapatıldılar. Volta atmaları dahi yasaktı… Etlik olanlar sanırım yaştan ve sağlık problemlerinden dolayı kafes cezasından yırttılar. Ancak dar alana bolca yerleştirilerek fazla hareket etmeleri önlenmeliydi. Kanat çırpmak, egzersiz yapmak hadlerine mi? 

Makineye elektrik, yağ ve bakım yetiyorsa, tavuğa da yetmeliydi. Oysa bu hayvanlar yetinmesini bilmiyordu. O kadar yem verip barınak sağladığımız bu hayvanların sıkça toplu ölümler sonucu değerlendirilememesi sinir bozucuydu. Ve maalesef(!) ölen hayvanlara her hangi bir yaptırım da uygulayamıyorsunuz.

Bütün omurgalı canlılar egzersiz yaparak sağlıklı gelişir. Özellikle toplu yaşayan canlılar bu egzersizleri oyunlaştırarak hem sosyalleşir ve hem de egzersizi eğlenceli hale getirirler. Tavukların kendine özgü hareketleri aslında kas ve kemik gelişiminin sağlıklı olması açısından önemlidir. Bacaklarını fazla hareket ettiremeyen hayvanların bacaklarının sakatlanması, hatta abartılı kafes uygulamalarında çürüdüğü durumlarla karşılaşmak mümkündür. 

Tüm canlılarda olduğu gibi ürünlerinden yararlandığımız hayvanlarda da stres, mutsuzluk, ağrı gibi etkenler metabolizma faaliyetlerini etkiler. Sıra dışı metabolizma faaliyetleri soncunda aşırı miktarda salgılanan hormon ve diğer salgılar hayvanların ürünlerine yani beyaz et ve yumurtaya geçer. Özellikle besinlerden alınan cinsellik hormonları (esterojen; testosteron) çocukların ergenlik dönemine girişte, atlama, topluma uyum sağlama da sorunlar yaşamasına, psikolojik rahatsızlıklara yakalanmalarında etkili olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek.  Acaba bu tip rahatsızlıklar neden artıyor ki? (Handan H. ARSLAN ve arkadaşları)

Hayvanların doğalarına aykırı koşullarda yaşamasının sağlıklarını bozduğu, hayvansal ürünlerde sorunlara yol açtığına ilişkin çalışmaların yoğunlaştığı görülmektedir. Et, süt ve yumurtada karşılaşılan antibiyotik, stres sonucu hayvanların bağışıklık sisteminin gerilemesi hatta çökmesi ile ilişkilidir. Doğalarına aykırı koşullarda, egzersiz yapmadan fazla üretime zorlanan hayvanlarda ortaya çıkan stres hayvan sağlığını bozmaktadır. Sıkışık ortamda hastalıkların bulaşma riski arttığından, antibiyotikler yem katkı maddesi gibi hayvanlara sürekli verilmektedir. Antibiyotikli ürünlerle beslenmek insanlarda sağlık sorunları yaratır. Aynı zamanda insan vücudundaki hastalık etmenlerinin antibiyotiklere dayanıklılık kazanmasının önünü de açar. (Duru, Şahin-2004) 

Yoğun tavukçulukta, metrekareye hayvan sayısı yüksektir. Doğal yaşamlarına uygun olmayan, doğal davranışlarını önleyen bu durum hayvanlarda strese neden olur. Yoğun hayvan yerleşimi hareketsizliğe, hareketsizlik metabolizma faaliyetlerinde sorunlara neden olur. Stres ve hareketsizlik sonucu bağışıklık sistemleri iyi çalışmayan bu hayvanların beslenmesinde takviye olarak yemlerine antibiyotik katılabilmekteydi. Ancak bu antibiyotiklerin hayvanların ürünlerine, yani et ve yumurtaya sirayet ettiği ortaya çıktı. 

Hormon ve antibiyotiklerin yem olarak kullanımı yasaklandı. ‘Gübre, idrar ve sindirim artığı’, ‘Her türlü kentsel ve endüstriyel atık sulardan elde edilen nihai atıklar,’ gibi pek çok yemde ne aradığını anlayamadığımız madde gibi… Peki, şimdi soralım yanlış değilsem 2006’da yasaklanan bu maddeler 2014 yılında yenilenen Yönetmelikte aynen korunduğuna göre; ekte sayılan diğerleri ile birlikte yasaklanan antibiyotikler hayvanların beslenmesinde kullanıldı mı? Tüm bu maddeler kullanılmadıysa neden yasaklandı? O zamana kadar bütün bunlar zararsız mıydı? Peki, bir adım ileri gidelim bağışıklık sistemleri çöken, havalandırma sistemleri ve sıkışık ortam dolayısı ile mikroorganizmalarla sıkça haşır neşir olan bu hayvanlara antibiyotik verilmiyorsa ölüm oranlarını düşürmek için ne yapılıyor?

Artık kullanımı yasak olduğuna göre bu maddeleri biraz daha geri plana atabiliriz. Ama toprakla teması olmayan, dolayısı ile verilen yemler dışında beslenme olanağı olmayan hayvanların ürünlerinde eksik olan maddelere bakmakta yarar var. Son dönemde ülkemizde ticari olarak satışa sunulan ‘selenyumlu yumurta’ bu konuda önemli bir göstergedir. Toprakla doğrudan temas etmeyen, doğal beslenme olanaklarından yararlanamayan hayvanlardan elde edilen ürünlerde selenyum ve çinko gibi bazı maddelerin eksik olduğuna dair bulgular da dikkat çekmektedir.

Selenyum bağışıklık sistemini güçlendiren, sakinleştirici etkisi bulunan bir madde olarak bilinmektedir. Hamile beslenmesinde ve çocuklarda görülen zihinsel sağlık sorunlarının önlenmesinde önem taşımaktadır. Çağımızın vebası olarak bilinen AIDS ve bazı kanser türlerinin tedavisinde, Mikrobiyal toksititenin giderilmesinde tedaviyi destekleme amaçlı kullanılabilir. Yaşlanma sonucu ortaya çıkan hipertansiyon, kalp hastalıklarını, romatizmal ağrıları, guatrı, astımı, şeker hastalığı, artrit, katarakt gibi pek çok rahatsızlığın ortaya çıkışını önlediği veya geciktirdiği de belirtilmektedir. (Şimşek A. ve Ark. 2004)