İklim Değişikliklerinin Türkiye Üzerindeki Olası Etkileri

Türkiye karmaşık iklim yapısı içinde, özellikle küresel ısınmaya bağlı olarak görülebilecek bir iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek ülkelerden biridir. Doğal olarak üç tarafından denizlerle çevrili olması ve parçalanmış bir topografyaya sahip bulunması nedeniyle, Türkiye’nin farklı bölgelerinin iklim değişikliğinden farklı biçimde ve değişik derecelerde etkilenmesi beklenmektedir (Türkeş, 1998).

Bunun yanında, iklim değişikliğinin, özellikle su kaynaklarının zayıflaması, orman yangınları, kuraklık, erozyon, çölleşme ve bunlara bağlı ekolojik bozulmalar, ısı dalgalarına bağlı ölümler ve vektör kaynaklı hastalıklarda artışlar gibi öngörülen olumsuz yönlerinden zarar göreceği öngörülmektedir (Anonymous 2007).

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (UNFCCC) 2007 yılında sunulan Birinci Ulusal Bildirim’de; Türkiye’nin batı illerinde kış yağışlarının son elli yılda önemli ölçüde azaldığı belirtilmektedir. Buna karşılık sonbahar yağışları Orta Anadolu’nun kuzey bölgelerinde artış göstermiştir. Yaz ve ilkbahar yağışları ise herhangi bir eğilim göstermemiştir. Geleceğe yönelik yapılan projeksiyonlarda, Ege ve Akdeniz kıyıları boyunca toplam yağışta tahmini bir düşüş ve Türkiye’nin Karadeniz kıyısı boyunca da bir artış öngörülmektedir. Türkiye’nin batı illerinde son elli yılın yaz sıcaklıkları (ortalama ve maksimum) artış gösterirken, kış sıcaklıkları genelde kıyı bölgelerinde düşüş göstermiştir. Türkiye’de ortalama yıllık sıcaklık artışının 2100 yılına kadar 2-3°C olacağı ve batı bölgelerinde yaz sıcaklıklarının 6°C’ye kadar artması öngörülmektedir. Türkiye’nin, su kaynaklarının zayıflaması, kuraklık ve su stresinde artış, orman yangınlarının artması, erozyon, tarımsal üretkenlikte değişiklikler, hastalık ve zararlıların artması, ekolojik bozulmalar, sıcak dalgalarına bağlı ölümler ve vektör kaynaklı hastalıklarda artışlar gibi küresel iklim değişikliğinin olumsuz yönlerinden etkileneceği ve risk grubu ülkeler arasında olduğu belirtilmektedir 

Ülkemizde son yıllarda kar yağışlarının azalması, değişken hava olayları, ani su baskınları, kuraklık, fırtınalar alışılmış meteorolojik hadiseler olarak görülmektedir. Havada meydana gelen ısınma, suyun ve toprağın da ısınmasına yol açmaktadır. Toprağın önceki dönemlere göre yıl içinde ısınma süresinin artması, flora ve faunayı da değiştirecektir. Diğer taraftan Binyıl Ekosistem Değerlendirme Organizasyonu (MEA)’nun geleceğe ilişkin senaryolarına göre, iklim değişikliği küresel çapta biyolojik çeşitliliğin azalmasına ve eko sistemin değişmesine yol açabilecektir. Son yıllarda okyanuslarda yaşayan balıkların giderek daha kuzey bölgelerine göç etmeleri, artan kuş gribi ve Çorum-Çankırı bölgesinde görülen zehirli kenelerin bölgede yayılmaya başlaması bu gelişmeyi doğrular niteliktedir. Küresel ısınma ve iklim değişikliği, Almanya, Türkiye gibi karlı ayların uzun sürdüğü ülkelerde yer altı sularını besleyen kar yağışlarının yok olmasına yol açmıştır. Bu nedenle her iki ülkede de yeraltı sularında hızlı bir düşüş yaşanmaktadır. Yer altı sularının beslenmesini sağlayan karlı günler, artan sıcaklıklar nedeniyle azalırken, yağmur şeklinde yağışlarda belirgin bir artış olmuştur. Dolayısıyla ırmakların, derelerin ve göllerin su rejimlerinde önemli değişiklikler yaşanmıştır (Çakmak B. ve Gökalp Z., 2011).

Bu sebeple, gelişmiş ülkeler gelecek 30, 50 ve 100 yıl hatta daha uzun sürelerde iklim değişiminin nasıl olacağını, bundan kendilerinin ve dolayısıyla dünyanın nasıl etkileneceğini bilmek amacıyla araştırmalar yapmaktadır. Bu araştırmaların sonuçlarına göre, ülkeler stratejilerini belirlemektedir. Dolayısıyla, iklim değişiklikleri tahminlerine göre, bizim de ülkemizde su kaynaklarımızın, tarımımızın ve ormanlarımızın, genel olarak ekosistemin olası etkilenme derecelerini araştırmak, tespit etmek, çözüm önerileri ortaya koymak ve karar vericilere bu bilgi desteğini sağlamamız gerekmektedir. Sonuç olarak suyun kısıtlı, yağışların bazı bölgeler dışında miktar ve dağılımının düzensiz olduğu, büyük şehirlerde ve tarımsal üretimde suyun kısıtlı bulunduğu, içme, kullanma ve sulama suyu kalitesinin gün geçtikçe artan sanayi ve diğer çevre kirlilikleri neticesinde düştüğü ve küresel ısınma düşünülürse, ülkemizin kuraklığın şiddetini çok yakın bir zamanda bugünkünden çok daha fazla hissedeceği açıkça görülmektedir (Kadıoğlu, 2008).