10 MAYIS’TA EN GÜZEL HEDİYE “ÖMÜR BOYU ANLAYIŞ” OLABİLİR Mİ? AYLA KUTLU- KADIN DESTANI VE SEN DE GİTME TRİYANDAFİLİS

Bu yazıda, Anneler gümü’nün tarihçesine değil, anneliği, anne- kız ilişkisini anlatan yazarlar ve eserlere değineceğim. Kadınları, anneleri, kız çocuklarını özgün ve akıcı bir şekilde anlatan başarılı yazarlarımızdan Ayla Kutlu 1938 Antakya doğumludur ve yazarlığa 35 yaşında iken başlar. İlk öykü ve yazıları Özgür İnsan dergisinde Aygen Berel adıyla yayımlanan Ayla Kutlu’nun yayımlanan Ayla Kutlu, bir gazete röportajında şöyle söyler:

“Ben, kadınların figüran olarak kabullenildiği bir dönemde edebiyat yaşamına girdim. Oysa kadınların, en basit bir olay karşısında bile en az erkekler kadar insan olduğunu gördüm. ... Belki onları daha iyi anladığım için böyle bir öyküler toplamı yapmış olabilirim. [...] Belki kadınlara daha yakın bakabiliyorum. Büyütecim kadın üstünde daha çok duruyor belki. Kadın üstüne daha çok derinleşiyor da olabilirim.

1990 yılında Sen de Gitme Triyandafilis adlı yapıtıyla Sait Faik Hikâye Ödülü’nü alır ve senaryolaştırılan bu öykü, yazara En İyi Senaryo dalında Altın Koza ödülünü getirir. Sen de Gitme Triyandafilis adıyla çekilen film, 1996’da Altın Portakal ve Altın Koza Film Şenliklerinde toplam 14 ödül kazanır. Yazarın filme çekilen diğer eserleri ise Hoşçakal Umut ve Solgun Sarı Bir Gül olarak kayıtlara geçer. Kadın, günümüzde yaşadığı toplumsal baskı ve şiddete Kutlu’nun Kadın Destanı adlı eserindeki başkahramanı Lyotani’nin yaşadığı dönemde de maruz kalır. Ayla Kutlu bu konuyla ilgili şöyle yazar: “Kuşku duyulmamalı ki bütün bu zaman parçalarında ve seçtiğim tiplerde, kahramanlarda, günümüz insanı, onun acıları, haksızlığa uğramışlığı, anlaşılmamışlığı, anlatılmamışlığı var.”

Her sene kapitalist düzeni biraz daha zengin eden, maddi hediyelerle anılan günler, hangi amaçla kutlanıyor? Sevginin, saygının, özlemin, yalnızlığın, beraber olabilmenin bedeli kaç lira? Elbette ki, duyguların somut ifadesi olarak hediyeler de önemlidir ama belki de en büyük hediye, yüreğiyle, bedeniyle, vicdanıyla tüm ruhuyla anneliği, anne sevgisi, şefkati ve sorumluğu evrene yansıtan her canlıyı anlamak... Anneleri anlamak derken, sadece insanları kast etmiyorum. Anneler günü geçip gittikten sonra da “doğa ana” yı sevmeye devam etmek... Yani ölmek üzereyken bile yavrusunu düşünen Avustralya’daki kangurular da, yavrusun beslemek için penceremizin önüne, balkonumuza gelen güvercinler de dâhil.

Geçen ay annem aradı telefonla, balkona bir güvercin yuva yapmış, oturmuş yumurtasının üstüne. Annem, onu ürkütmeden bir kap su, birazcık yiyecek vermeye çalışıyor. Güvercin kaçmıyor. Annem, anne güvercini anlıyor... Ya bizler?